yalospsikoloji

yalospsikoloji Çift ve Aile Danışmanı, Yas Terapisti, Psikoterapist (Ruh Sağlığı Hizmeti)

Bir yakınımın 4. sınıfa giden, çok sevdiğim kızı bana kaybolan peluş oyuncağından bahsetti. Onu özlemle anarken, "kollar...
26/10/2025

Bir yakınımın 4. sınıfa giden, çok sevdiğim kızı bana kaybolan peluş oyuncağından bahsetti. Onu özlemle anarken, "kolları hep iki yana açık, her an sarılmaya hazır gibiydi" diye tarif etmesi beni hem etkiledi hem de duygulandırdı. Aslında bu tanımıyla ihtiyaç duyduğu, istediği şeyin ne olduğunu da duru bir şekilde ifade etmiş oldu. Adını Tarçın koyduğu bu peluş ayıya bazen sevgisinin bir göstergesi olarak annesinin parfümünden kaçamak şekilde sürüyormuş. ❤

Sarılmanın onun için ne kadar önemli olduğunu fark etmekle birlikte, bu duyguyu tarif edişine hayran kaldım. Duygulandım, çünkü o bu sarılma ihtiyacını paylaşabilecek, karşılayabilecek güzel ebeveynlere sahip. Ancak pek çok çocuk bundan mahrum. Bu mahrumiyet bazen fiziksel, yani ebeveyn kaybı ya da uzakta olmalarından kaynaklı, bazen de ebeveynlerin sarılmaktan hoşlanmamasıyla ilgili. Çocukluğunda kendisine boğucu şekilde sarılınmış ya da ihtiyaç duyduğu kucaklamayı alamamış insanlar, ebeveyn olsalar da sarılma konusunda donuk, tutuk, mesafeli olabiliyor. Ya da bunu bir ödev gibi duygusuzca yaptıklarını hissettirdiklerinden muhataplarının (aslında haberdar olmasalar da kendilerinin de) duygusal ihtiyaçları yeterince karşılanmamış oluyor.

Sarılmak bence öpmek gibi hayatın en güzel, en iyileştirici eylemlerinden biri. İkisi de şefkat, yerine ve muhatabına göre tutku, sevgi ve tartışmalar sonrası barış çubuğu olabiliyor. Bedenimizin ve duygu dünyamızın bize sunduğu birer hazine adeta. İkisinin de tadı, lezzeti yaşadıkça gelişebiliyor. Sarılma konusunda zorluk yaşayan ebeveynlere şunu söyleyebilirim: Şefkat ve sevme kapasitesi, yemek yemek, yürümek, yazı yazmak ya da bisiklet sürmek gibi yaptıkça gelişen bir yeti olabiliyor. Neyse ki ve iyi ki... İki tarafın rızasıyla gerçekleşen dokunuşlar insanın bedenine ve ruhuna şifa veriyor. Aslında bu konuda "topraklama" diye tanımladığım bir pratikten bahsedecektim ama kelimeler beni buraya getirdi. O da başka bir sefere kalsın. Umarım en azından manen ve mümkünse bedenen biz de birileri için kolları hep iki yana açık, her an sarılmaya hazır biri gibi oluruz. Bizim için de hayatımızda bunu içtenlikle sağlayabilecek birileri hep olur, umarım.

24/10/2025
"Hamile Kalıp Damadıyla Kaçan Kayınvalide" üzerinden ALDATMA hakkında farklı bir bakış açısına davet:"Toplumun belleğind...
20/10/2025

"Hamile Kalıp Damadıyla Kaçan Kayınvalide" üzerinden ALDATMA hakkında farklı bir bakış açısına davet:

"Toplumun belleğinde kadın dediğimiz varlık, doğurganlığından itibaren kutsallaştırılır ama aynı anda yavaş yavaş silinir. Anne olur, eş olur, fedakar olur, ama kadın olmaktan çıkar. Arzunun nesnesi olmaktan, birinin gözünde 'istek uyandıran' olmaktan çıkarılır. Sonra bir gün, beklenmedik bir yerde, yıllardır yok sayılan o kadın, bir arzunun merkezine düştüğünde toplum şok olur.

Bu kadın, muhafazakar bir çerçevede tanımlanmış, görünürde “ahlaklı” bir hayat sürmüş. Ama içinde belki yıllardır yankılanan tek bir şey var: Görülmek. birinin gözünde tekrar “kadın” olmak. Arzu edilmek, beğenilmek, hissedilmek. bu biyolojik değil sadece. bu varoluşsal bir ihtiyaç. bir tür yankılanma arzusu: 'ben hâlâ buradayım.'

(...) Salt ahlaki yargılarla meseleyi anlamaya çalışırsak çok şey ıskalanır. Çünkü burada aynı zamanda toplumun kadına biçtiği rollerin ruhsal bir patlamayla nasıl delindiğini görüyoruz. Bastırılan her dürtünün, bastırıldığı ölçüde taşkınlıkla geri döndüğü bir örnek bu.

Kadınların belli bir yaştan sonra görünmezleşmesi, arzudan soyutlanması, yalnızca cinselliğin değil, kimliklerinin de ellerinden alınmasıdır. Çünkü kadınlığın yalnızca gençliğe ve doğurganlığa sıkıştırıldığı her toplumda yaş alan her kadın yavaşça silinir. Ve yok sayılan her varlık, bir gün kendini hatırlatmak için yanlış da olsa bir yol bulur.

Belki bu yüzden, en büyük ahlaksızlık bireyin yaptığı değil; onu yok sayan sistemin ta kendisi."

Yıllardır hem aldatan, hem de aldatılan insanlara psikoterapi süreçlerinde eşlik etme fırsatı buldum, bulmaktayım. Her bir danışanın tecrübesini, duygu, düşünce ve durumuna empatiyle dahil oldum, olmaktayım. Eğer yaşananlardan bizzat etkilenen taraflardan biri değilsek, yargılamaktansa anlamaya çalışmak toplum olarak hayat kalitemizi daha fazla arttırma imkanı sunar bize diye düşünüyorum. Bu anonim yazıyı da bu sebeple sizinle birlikte düşünmek için paylaşmak istedim.

Seanslarda eşlik ettiğim her danışan, özellikle bu toplumda çocuğuyla yolunu arayan her kadın, bir Amazon Savaşçısı gibi...
14/10/2025

Seanslarda eşlik ettiğim her danışan, özellikle bu toplumda çocuğuyla yolunu arayan her kadın, bir Amazon Savaşçısı gibi. Aslında memleketimizde kendisinden öncekilerden daha farklı bir hayat kurmaya çalışan her insan başta olmak üzere, tüm sancı sahibi insanları da belki bu gruba dahil edebiliriz.

Planlı ya da plansız gebelik, tüp bebeğin zorlu yolları, doğum ya da boşanma sonrası ebeveynlik, evlat edinme, düşük, kürtaj, anne ya da baba olamama ya da olmayı seçmeme... Her biri, kimliğin, sınırların, hayallerin yeniden şekillendiği yoğun bir orman gibi.

Rahminde, kucağında bebeği, yanında ya da yan odada çocuğuyla terapiye gelen kadınlar kendileri için bu hayatın sık ormanında kendilerine has patikalar açmaya çalışıyorlar.

Partneriyle, aileyle, toplumla, iş hayatıyla sınırları yeniden çizmek büyük bir mücadele. Toplumun her köşesinden gelen "fikirler, telkin ve tavsiyeler" sınırları zorlarken, yeni bir yaşam için güç toplamak hiç kolay değil.

Ama her seans, kelimelerden, sessizliklerden, gözyaşlarından, gülümsemelerden, duygu ve düşüncelerden örülmüş, o yol yokmuş gibi gözüken sıkı ormanda yeni bir patika için atılan güçlü bir adım gibi. Onlar ebeveynlerinin ekseriyetle yapmadığı bir şeyi bedel ödeyip yaparak bu döngüyü kırmak için mücadele eden insanlar.

Bu ormanda kendine has sınırları korumaya çalışıp kendine has yollar açmaya çalışan tüm "Amazon Savaşçılarına hürmet ve gücüm yettiğince destekle...

"Yapmak istediğimiz her şeyi ilk yapışımızda, yatağının ahı gidip vahı kalmış yayları çok ses çıkarınca uzanmam için oda...
12/10/2025

"Yapmak istediğimiz her şeyi ilk yapışımızda, yatağının ahı gidip vahı kalmış yayları çok ses çıkarınca uzanmam için odasının zeminine bir havlu sermişti; beyaz bir havluydu ve doğrulup kalktığımda kanla lekelenmişti. Lekeyi görünce, başta -korkuyla donup kaldı, ama sonra fazlasıyla muzaffer bir ses tonuyla, "A-ha!" dedi ve ben o an bunu nasıl becerdim bilmiyorum ama, aklımı başımı toplayıp, "Reglim yaklaşıyor," demeyi bildim. Bakireliği falan taktığım yoktu, hatta kendimi bu konumdan kurtaracağım günü uzun zamandır iple çekiyordum, ama benimle birlikte olan ilk kişi olmanın onun için nasıl büyük bir anlam ifade ettiğini görünce, üstümde böyle bir hakimiyet kurmasına izin veremezdim." Lucy, sf. 61

Jamaica Kincaid’in cinselliği ele alış biçimi, geleneksel toplumlarda kadın bedeninin ve cinselliğinin, dolaylı olarak erkek cinselliğinin de çarpık bir şekilde kurgulandığı yapılar üzerine güçlü bir eleştiri sunması da dahil pek çok sebeple, kendi yaşamı kadar yazdıklarıyla da daha fazla bağ kurmama yol açtı.

Metnin bu kısmını özellikle seçtim, çünkü ilk cinsel deneyimin pek çok kültürde kadınlar üzerinde bir tahakküm aracı olarak kullanılmasına karşı, genç kadınlar için özgürleştirici ve meydan okuyucu bir alternatif tutum ortaya koyuyor. Anlatıcı üzerinden Kincaid, kadının ilk cinsel deneyiminde partnerinin bu deneyimi bir zafer gibi görmesine izin vermeyerek, kendi özerkliğini koruma mücadelesini aşılıyor sanki. Bu kısım özellikle genç kadın okurlar için, cinselliğin dayatılan anlamlarından sıyrılıp kendi bedensel ve duygusal özerkliklerini sahiplenmeleri yönünde ilham verici bir duruş sunabilir.

Dini ya da kültürel hassasiyetleri olanlar da illa ki böyle yapmalı demek değil bu elbette. Sadece kişinin kendi etik çerçevesi ne olursa olsun, o çerçeve içinde de ilk cinsel deneyimin sonuçlarının bir hapishaneye dönüşmemesine düşünsel bir çağrı olarak okudum ben. Zira kim bilir kaç kadın, ekonomik özerkliğini elde etse bile, ilk cinsel deneyimin toplumsal baskısı ya da idealleştirilmesi nedeniyle, gerçek bir bağ kuramadığı, cinselliği ve bedenini tanıdıkça kendisine hitap etmeyen ilişkilerde ya da evliliklerde kalmaya kendini zorluyor.

Yazının formundan, üslubundan giriş kısmındaki genelleme tonundan ayrışsam da içeriği dikkatimi çekince sizinle de payla...
07/10/2025

Yazının formundan, üslubundan giriş kısmındaki genelleme tonundan ayrışsam da içeriği dikkatimi çekince sizinle de paylaşmak istedim. Çünkü prensip olarak, şu şundan daha iyidir gibi bir iddiada bulunmamaya çalışıyorum hayatta. Kişi bir sebeple mevcut durumu tercih ediyorsa dışarıdan kötü gibi gelse de dolaylı olarak beslendiği bir kısmı olabilir, başka türlüsü için hazır olmayabilir ya da bir rıza inşası işliyor olabilir. İhtimaller çok çeşitli ve koşullar herkes için biricik olduğundan hayata dair genel geçer cümlelere iç sesimde dahi yer vermemeye çalışsam da yer çekimi gibi düşünme ve hissetmeme yol açan belli kabullerim en azından bir sonraki revizeye kadar kendi hayatım için elbette var. Yine de genel olarak anlamaya çalışıyorum olabildiğince şefkatli bir merakla. Bu yazı da yalnızlığa dair dikkate değer bazı yol işaretlerine sahip gibi. Birbirini koşullarındaki tüm farklılıklara ve asimetrilere rağmen eşit gören insanların birbirine yoldaşlığı, dayanışması, insanı teması çok kıymetli. Bu yazıyı da bunun altını çizme çabası sebebiyle sevdim.

"O sıralarda kendini nasıl hissettiğini ve mutsuzluğunu yenmek için ne büyük bir cesaretle mücadele ettiğini anlayabilme...
06/10/2025

"O sıralarda kendini nasıl hissettiğini ve mutsuzluğunu yenmek için ne büyük bir cesaretle mücadele ettiğini anlayabilmenin bir yolu da o günlerin genelde otobiyografik makalelerinden birini okumaktır. Şöyle yazar Milena: 'Ey, siz, şehrin arkasında göz alabildiğine uzanan, aydınlık köy yolları ve siz, patikalardan yankılanan akşam çanlarının sesleri! İnsanın mutlu olması için başka ne gerekir ki! İnanın bana, bu dünyada hiçbir acı yoktur ki, tanımadık bir köy yolunda sağlam adım yürüyerek uyuşturulamasın! Köy yolu tüm acıları katlanılır kılar. Bir-ki, bir-ki; ve acı normal, düzenli bir salınıma girmiştir bile. Bir-ki, bir-ki; henüz ayaklar direniyor, henüz kalp mütereddit, kalp acı çekiyor ama ayaklar 'Dünya işte burası,' diyor. 'Dünya işte burası!' Ve kalp yavaş yavaş gevşiyor, alabildiğine atmaya başlıyor, akıyor, sonra sakinleşip kucaklanır hale geliyor işte yeniden. Acıyı sürüye sürüye ölüme götüren ayaklar; acı yok artık, dünya işte burada, tam burada. Aman şimdi durma, henüz değil! Yoksa çaresizlik yeniden sarıverir seni! İlerle, durmadan ilerle, saatlerce, helak olana kadar ilerle! Durup da ayakların sustuğunda etrafına bak, seni saran sessizlik içinde belki -garanti veremem ama- iki üç damla gözyaşı bulursun..." Toplama kapında yıllarca onunla arkadaşlık eden Margarete Buber-Neumann'ın adlı biyografisinden. (1991 - Afa Yayınları)

Bu kısmı doğanın ve yürümenin iyileştici gücünü vurguladığı için ayrı sevdim. Bu kitabı okurken bir daha Milena Jesenská’yı yalnızca Franz Kafka’nın sevgilisi ya da Milena’ya Mektuplar’ın ilham perisi olarak görmek, onun hayatındaki mücadele ve cesareti gölgede bırakıyor diye düşündüm. Babasının dayattığı kalıpları reddettiği için bir yıl kliniğine kapatılmasına rağmen kaçmayı başaran ve kendi yolunu çizen bu güçlü Hitler’in Çekoslovakya’yı işgali sırasında başkalarını kurtarmak için kendi hayatını tehlikeye atmaktan ve pek çok alanda inandıklarının sorumluluğunu almaktan çekinmemiş bir kadın aynı zamanda. Maalesef 1944 yılında Ravensbrück toplama kampında hayatını kaybetmiş. Milena’nın hayatı, sadece bir hikayesinin gölgesinde değil, kendi cesareti, direnişi ve insanlığıyla anılmayı hak ediyor.

"Kavgalı durumlarda takındığı tavır, bu özellikteki erkekler için tipiktir. Kadın ne kadar çok kızarsa, erkek o kadar sa...
03/10/2025

"Kavgalı durumlarda takındığı tavır, bu özellikteki erkekler için tipiktir. Kadın ne kadar çok kızarsa, erkek o kadar sakindir. Kadın erkeğin aldırmazlığına kızarak onu sığınağından çıkarmak arzusuyla olabildiğince şirretleşir, bağırır çağırır. Erkek daha da sakinleşir, görünmeyen seyirciler varmış gibi başını sallayarak içinden söylenir: Görün, bakın, nelerle uğraşıyorum, gene de kendimi kaybetmiyorum. Bu davranışta gerçek bir sadizm yatar, zira, kadın belki başlangıçta haklı bir öfke içinde ve üzüntüsünün derecesini göstermek için hırslandığını, kızdığını belli etmek istemiştir, ama sonunda bir noktada kontrolünü kaybediverir. Yılgınlık sinyali gerçek bir yılgınlığa dönüşür ve kadın aşırı duygular batağına o derece saplanır ki artık yara almadan çıkması mümkün değildir, çünkü böyle bir durum öncelikle kendisi için yıkıcıdır.

(...) Bunun altında kadına, dişiye karşı duydukları belirgin bir korku yatar. İlişkiler yüzünden çıkan kavgalarda, duygusal açıdan acımasız yollara başvurularak hakimiyet ve kontrol hakkı talep edilir. Diğer yaşantılarında yetenekli, düşünceli, mantıklı olabilen kadın, artık marazi biri olup çıkmıştır veya en azından şaşkın, kendine hakim olamayan, hisleri içinde bocalayan birine indirgenmiştir. Erkek bu sayede iki şey elde eder:

Kendisini çok korkutan kadındaki doğal duygu gücünü, bir anlamda 'laboratuvar' da kışkırtarak ortaya çıkarır. Ve tıpkı oturduğu bölmede düğmelere basarak patlamalar yaptıran bir atom teknisyeni gibi üzüntü duymadan, soğukkanlılık ve aldırmazlıkla, kadının bu doğal gücüne karşı koyabileceğini, hem kadına hem kendisine kanıtlar. Kadının aşırı duygusallığını körüklemekle aslında bu duygular karşısında kapıldığı paniği örtbas etmeye çalışmaktadır. Eğer kendisi bu durumda soğukkanlılığını koruyabilirse, duygusal bir karşılık vermesine gerek kalmayacaktır zaten bu silahtan yoksun olduğu için bunu yapamayacaktır da. (...)

Her iki tarafın da bütün dikkati yoğun bir biçimde duygu alanına yöneldiği için, asıl konunun tartışılmasına fırsat kalmaz." sf. 194-195

Cheryl Benard / Edit Schlaffer'in ortak eseri Erkekler kitabından. Afa yayınları, 1991.

Yurt dışında üniversitede  okurken yakın sınıf arkadaşlarımdan biri 47 yaşında, emekçi bir Meksikalıydı. Hem çalışıp hem...
01/10/2025

Yurt dışında üniversitede okurken yakın sınıf arkadaşlarımdan biri 47 yaşında, emekçi bir Meksikalıydı. Hem çalışıp hem okuyordu hem de ailesini geçindiriyordu. Sınıfımızda 60 yaşına kadar her yaştan öğrenci bulunuyordu. Üniversitenin yaş ortalaması, çalışan ve okuyanların çoğunlukta olması nedeniyle 26’ydı. En değerli bilgileri kitaplardan çok, farklı yaş, inanç, cinsiyet ve cinsel yönelimden, kültürlerden sınıf arkadaşlarımla yaptığımız akademik ve insani tartışmalardan öğrendim.

Belki bir ara hatırladığım kadarıyla bu çeşitliliğe dair daha geniş bir liste de yaparım. Yine de mesela gecenin bu saatinde birkaç dakikada hatırladıklarımla diyebilirim ki sınıfımda peçeli de vardı, Budist kıyafeti giyen de, Siyonist Yahudi olan da, Anti-Siyonist Ateist ya da Agnostik Yahudi de, okul parasını ödemek için inşaatta, yol yapımında çalışan da, striptiz kulübünde çalışan da, varlıklı olan da, daha önce evsiz olup sokağa düşen de, polis olup sosyoloji eğitimi alırken dışlanma korkusuyla mesleğini gizleyen de, Somali'de çocuk askerken Savaş ve Barış dersi almaya evrilen de, Irak'ta vs görev almış gaziler de, aynı sınıfta Iraklı ya da dünyanın sayısız yerinden savaş mağdurları da. Bu insanlarla aynı sınıfta olmak bize, bana empati yetime çok şey kattı. Ayrıca bazı derslerde işitme engelli arkadaşlarımız, işaret dili tercümanlarıyla dersleri takip ediyor ve sunum ödevlerini bile yapıyordu. Defterlerimin ön kısmına hocanın anlattıklarını arka kısmına da arkadaşlarımın paylaştıklarını yazardım. O notları hala saklarım.

Ne yazık ki ülkemizde yeterince teşvik yok. İnsanlar çabuk bir şekilde "bizden geçti" moduna giriyor. Üstelik hevesli olanlara köstek olmak da yaygın. Umarım daha empatik ve sistematik bir şekilde insanlara destek olan bir anlayış ve pratik geliştirebiliriz. Birilerini zorbalayanlar bunu hangi duygularla yaptıklarını fark ederlerse bu bilinç daha kolay sağlanabilir zamanla. Genelde fail de bu sistemde başka bir açıdan mağdur olmuş oluyor. Dünyaya daha şefkatli bir yerden bakamamak, dokunamamanın kendisi bir kayıp ve bu bilincin gelişmesi ya da körelmemesi için de genelde sadece kişinin kendisinden daha fazla insana ihtiyaç var diye düşünüy

Anksiyete, genellikle yoğun endişe, huzursuzluk ve kontrol kaybı korkusuyla tanımlanır ancak bu semptomlar, aynı zamanda...
23/09/2025

Anksiyete, genellikle yoğun endişe, huzursuzluk ve kontrol kaybı korkusuyla tanımlanır ancak bu semptomlar, aynı zamanda bireyin mevcut düzenin kısıtlamalarına karşı bir değişim ihtiyacının yardım çağrısı olarak da görülebilir.

Modern toplumlarda anksiyete, bireyin sürekli bir “doğru” olma, “yeterli” olma veya “beklentileri karşılama” baskısı altında hissetmesiyle büyüyor. Şahsen anksiyeteyi bazı durumlarda birinin sürekli ateşinin çıkması gibi düşünüyorum. Bu durumu, duygu dünyamızda ve yaşamımızdaki yapısal sorunların çözüm talebiyle bize seslenişi, alarm vermesi gibi algılıyorum. Genel olarak biri ateşlendiğinde, ateşlenmek genetiktir demek yerine buna neler sebep oluyor diye iz süreririz. Heyecan ve paniğe yol açan konu ve durumların bu denli önemli hale gelme kaynakları vs ne diye iz sürmek de anksiyete konusunda zamanla bize çözüme götüren cevaplar sunabilir. Tek bir defa biri ateşlendiyse ya kendiliğinden geçer ya da ilaç alırız ama süreklilik varsa kaynağına inilmesi daha kalıcı çözümler sunar. Hedefimiz kısa süre içinde cereyan edecek önemli bir olayı, sınav, mülakat, tek bir uçağa binmek gibi, bir şeyi atlatma gibi acil bir durumdan ibaret değilse, semptomu bastırmak yerine bize ne anlatmaya çalışıyor buna bakmak daha fazla işimize yarayabilir.

Modern insanın kimliği, iş hayatı, rutinleri toplumsal beklentilere teslim olurken, anksiyete aslında bir bakıma bu zincirlerden kurtulma arzusunun bir yansıması olarak da okunabilir. Vücudumuza iyi gelmeyen bir şey yediğimizde vs metabolizmamız buna dair alarmlar verir, farklı şekillerde zararlı olanı tahliye etmenin yöntemlerini arar, bulur, tepki verip yardım için sinyaller verir. Anksiyete, panik atak, egzama, hastalıklar da bir bakıma böyledir aslında. Anksiyete de bireyi değişime, özgürleşmeye veya hayatındaki anlamı yeniden sorgulamaya iten bir sinyal olarak yorumlanabilir. Böylece kaygı, yalnızca bir yük değil, aynı zamanda dönüşüm için bir fırsat olarak ortaya çıkar.

Bu semptomların bize ne anlatmaya çalıştığını ya zamanla dinleyip, iz sürmeye çalışıp anlayıp gücümüz yettiğince hayatımızda bazı değişimler, tercihler yaparız ya da ömür boyu eşlikçimiz olarak kalmaya devam ederler.

"Şunu düşünüyorum: sana bir kol saati hediye ettiklerinde aslında çiçekli bir cehennem, güllerden bir zincir, bir açık h...
22/09/2025

"Şunu düşünüyorum: sana bir kol saati hediye ettiklerinde aslında çiçekli bir cehennem, güllerden bir zincir, bir açık hava hücresi hediye etmiş oluyorlar.
Sana sadece saati vermiyorlar, doğum günün kutlu olsun, umarız bunu yıllarca kolunda taşırsın çünkü iyi bir marka, İsviçre malı ve yakut aksamlı; sana sadece bileğine takacağın ve yanında gezdireceğin o küçük taş yontma makinesini hediye etmiyorlar, sana kendinin yeni bir kırılgan ve riskli parçasını hediye ediyorlar -bunu bilmeden yapıyorlar, işin korkunç tarafı da bu, bilmeden yapıyor ve adına hediye diyorlar-, sana ait olsa da bedeninin bir parçasını teşkil etmeyen, kayışıyla bedenine bağlaman gereken ve çaresiz bir minik kol gibi bileğine tutunan bir şey hediye ediyorlar.

Sana onu her gün kurma ihtiyacı, saat olmaya devam etmesi için onu her gün kurma mecburiyeti hediye ediyorlar; sana saatçi vitrinlerinde, radyo anonsunda, telefon servisinde saatinin doğru olup olmadığını kontrol etme takıntısı hediye ediyorlar. Sana onu kaybetme, çaldırma, yere düşürme ve kırma korkusu hediye ediyorlar. Sana onun markasını ve diğerlerinden daha iyi bir marka olduğunun garantisini hediye ediyorlar, sana saatini geri kalan diğer saatlerle kıyaslama eğilimi hediye ediyorlar.

Sana bir saat hediye etmiyorlar, hediye edilen sensin, saatin doğum günü hediyesisin."

Julio Cortázar - Ayak İzlerinde Adımlar: Saat Kurma Talimatlarına Girizgâh

Bu satırları yakın zamanda tekrar okuma fırsatı bulduğumda nedense modern yaşamım neredeyse sabit bir eşlikçisi haline gelen anksiyete sorununu düşündüm. İnsanın zamanla ilişkisiyle yaşadığı anksiyete/ler arasında derin bir bağ var.
̇

Terapi sürecinde deneyimlenen ilişki, hayatın bütününde daha azına razı olmamayı aşılayan güçlü bir mihenk taşı gibi. Ps...
20/09/2025

Terapi sürecinde deneyimlenen ilişki, hayatın bütününde daha azına razı olmamayı aşılayan güçlü bir mihenk taşı gibi. Psikoterapist ile danışan arasındaki ilişki, doğası gereği asimetrik bir yapıya sahip. Sonuçta odak, yalnızca danışanın iç dünyası, yaşam tecrübeleri ve duyguları üzerine olsa da, sosyal hayattaki diyaloglar genellikle bu denli tek taraflı değil, duygular, gündemler ve paylaşımlar karşılıklı. Fakat bu yapısal farklılığa rağmen, ideal bir terapi ilişkisinde, taraflar arasında derin, sahici ve etik bir bağ kurarız. Bu bağ, danışanın anlaşılma, yargılanmama ve her şeye rağmen terk edilmeden, özenle dinlenip duygularının paylaşılmasına olanak tanır. Danışanın hayatındaki diğer insanlar ve durumlar kadar, zaman zaman terapiste de yöneltebildiği öfkesi, çatışmaları veya zorlayıcı duyguları, tutumları karşısında bile terapistin seansların güvenli ve etik çerçevesinde kalarak itinayla sürdürmesi, danışana dönüştürücü, özel bir deneyim sunar. Bu deneyim, bir insanın sevgi, saygı, şefkat ve sınırlara özenle yaklaşılan bir ilişkiyi ilk elden yaşamasını sağlar.

Bu sağlıklı bağ, danışanın yalnızca terapist ile değil, hayatındaki diğer ilişkilerde de bir ölçüt oluşturur. Terapi süreci, böylelikle iki insan arasında böylesine özenli, saygılı ve emekle inşa edilmiş bir ilişkinin mümkün olduğunu gösterir. Artık danışan, hem kendi sunduğu saygı, emek ve şefkatte hem de başkalarından beklediği sınırlar ve bağlılığa dair taleplerinde daha net bir duruş sergileyebilir. Sosyal hayatta diyaloglar asimetrik olmadığından ve duygular, koşullar vs karşılıklı paylaşıldığından daha fazla çatışma veya karmaşıklık ortaya çıksa da, terapi sürecinde kazanılan, deneyimlenen bu ilkeler, imkanlar, danışanın ilişkilerinde daha bilinçli sınırlar koymasına ve taleplerini ifade etmesine olanak tanır.

Bence bu tecrübenin bizzat kendisi, sayısız teknik ve/ya telkinden çok daha dönüştürücü bir güce sahip. Genel beklenti ve kanaatlerin aksine, asıl değişim ve iyileşmenin, bizzat yaşanan terapötik ilişkinin kendisinden beslediğini düşünüyorum, inanıyorum ve de mümkün oldukça gözlemliyorum.

Address

Online Seans Aracılığıyla Her şehirden Ulaşabilirsiniz
Istanbul

Alerts

Be the first to know and let us send you an email when yalospsikoloji posts news and promotions. Your email address will not be used for any other purpose, and you can unsubscribe at any time.

Contact The Practice

Send a message to yalospsikoloji:

Share

Share on Facebook Share on Twitter Share on LinkedIn
Share on Pinterest Share on Reddit Share via Email
Share on WhatsApp Share on Instagram Share on Telegram