Dr "Şükrü Aydemir-Çepnioğlu"

  • Home
  • Dr "Şükrü Aydemir-Çepnioğlu"

Dr "Şükrü Aydemir-Çepnioğlu" psikoterapi, çift terapisi, cinselterapi, aile danışmanlığı

ANTİK ÇAĞDA BATI KARADENİZ CİVARLARI                     "PAPHLAGONİA"Paphlagonia veya Paflagonya, Anadolu'nun, Karadeni...
24/09/2025

ANTİK ÇAĞDA BATI KARADENİZ CİVARLARI
"PAPHLAGONİA"
Paphlagonia veya Paflagonya, Anadolu'nun, Karadeniz kıyısında, Pontus ve Bitinya arasında kalan antik bir bölgedir.Paflagonya, Frigya'dan Bithynia'nın doğusunda kalan bir uzantıyla ayrılmaktaydı. Strabon'a göre Parthenius (Bartın Çayı) nehri bölgenin batı sınırını, Halys (Kızılırmak) nehri de doğu sınırını çiziyordu.

Bölge doğuda Kızılırmak, batıda Sakarya Nehri, güneyde Frigya ve Galatya ile çevrilidir. Kuzeyde ise Karadeniz yer alır.

Paflagonya bölgesine yerleştiği bilinen en eski topluluklar Frigya boylarıdır. İ.Ö.1200'lü yıllarda başlayan ve "Ege Göç Kavimleri Hareketi" adı verilen göçlerle birlikte Bitin, Mariondin,Migdon diye anılan Frig toplulukları Zonguldak ve civarına yöneldi.

Ancak bu topluluklar birkaç yüzyıl boyunca siyasal bir örgüt yapısı oluşturamadılar. Kral Gordios ve Midas'ın öncülüğünde siyasal yapılanma içine girdilerse de yöredeki Frig egemenliği Kimmerler tarafından ortadan kaldırıldı.

M.Ö. VII.yy başlarında Kafkasya'dan Anadolu'ya giren Kimmer boyları Frigya'ya ardı arkası kesilmeyen seferler düzenledi. Bu seferlerin sonucunda Frig Kralı III.Midas Kimmer savaşçılarına yenik düştü ve M.Ö. 676'da Frig Krallığı ortadan kalktı.

Kimmerler,Paflagonya'daki varlıklarını M.Ö. 630'lara değin sürdürdüler ancak Lidyalılar ve Asurlular'la yaptıkları savaşlar sonucunda zayıf düştüler ve en sonunda Med Devleti karşısında tutunamayarak Anadolu'yu terk ettiler.

Kimmerlerden sonra M.Ö. VI.yy başlarında Lidya Devleti bölgede egemenlik sağladı.

Yine aynı yıllarda,Batı Anadolu kıyılarında yaşayan kimi Megaralılar ve Boitoiyalılar bölgeye geldiler.

Karadeniz'in kuzeyinden getirdikleri malların boşaltılabileceği "emperion"lar (küçük ticari iskeleler) kurmaya yöneldiler.

Tios (Filatairos/Filyos) bunlar arasında önemli bir koloniydi.

Ancak perslerin, Lidyalıları M.Ö. 546'da yenilgiye uğratmasıyla bölgedeki Lidya egemenliği de son buldu.

Persler, Anadolu'ya egemendiler ama Tiios (Filyos) gibi koloni kentlerin yönetimine "tiran" adı verilen kendi yandaşlarının getirilmesini sağladılar.

M.Ö.334'de Anadolu'ya geçen Makedonya kralı İskender, Pers ordusunu Gronikos Çayı yakınlarında yenilgiye uğratınca Perslerin Batı ve Kuzeybatı Anadol'daki üstünlüğü sona erdi.

İskender bölgeyi Makedonyalı subayların yönetimine bıraktı.

Romalılar döneminde, Romalı soylulardan ve ünlü yöneticilerden Balbinus, İmparator Maksimunus (M.Ö.235-238) zamanında çeşitli vilayetlerde sivil yönetime geçişe yönelik düzenlemeler yaptı ve bölge Doğu Roma İmparatorluğu içinde kaldı.

VII.yy başalarında, Bizans İmparatoru herakleios döneminde ülke "thema" (vilayet) denilen yönetsel birimlere ayrıldı.

Bölge de bunlardan "Opsikion Theması" içinde yer aldı.

Paflagonya kıyıları 1204'den sonra Komnenos soyundan gelen David tarafından ele geçirildi.

YAZI VE GÖRSEL NETTEN ALINTIDIR

GİRESUN KOKULU ÜZÜM ŞARABI İSABELLA..Mitolojik dönemlerden günümüze ulaşan Giresun'un olağanüstü güzel bir ürünü olan ve...
20/09/2025

GİRESUN KOKULU ÜZÜM ŞARABI İSABELLA..

Mitolojik dönemlerden günümüze ulaşan
Giresun'un olağanüstü güzel bir ürünü olan ve kendisine has kokulu aroması bulunan İsabella cinsi üzümlerinden çok güzel şaraplar üretip satıyorlardı. Bunlardan başka diğer meyveler- -den ürettikleri Peli Şarabı ve Naspercene türü ise çok aranılan şaraplardı. kısaca bu topraklar hem verimli ormanları ve doğal bitki örtüsü ile zengindi. Murat Akyol: Altın Post, sayfa/229.

Osman Ağa, Rusya'ya fındık gönderiyor, iç gönderiyor , teneke teneke , şarap gönderiyor, karşılığında silâh ve mermi geliyor. ekseri fındıkların karşılığı teneke teneke altın geliyordu. Osman Ağa evvelce düşman ol duğumuz yer ile şimdi ticarî anlaşma gibi Ruslarla böyle alış veriş yapılıyordu.Vatanın kurtulması için böyle çarelere baş vuruyorduk. Büyük devlet olan İngilizler, Fransızlar, İtalyanlar şimdi baş düşmanımız olmuşlardı. Cephaneyi nereden alabilirdik.

Şu nu da şöyleyelim ki , o tarihlerde Giresun'da güzel şarap yapılırdı. fındık bahçelerinde bol miktarda üzüm vardı, fıçılara küplere şarap dolduruyor, tenekelere dolduruluyor, ağızları lehimlendikten Rusya'ya gönderiliyordu. Ruslar da kendi menfaatleri icabi bize bu silâhları veriyorlardı .

Kaynak; Osman Ağa ve Giresun Uşakları konuşuyor kitap sayfa:97.

Halbuki Musa peygamber.Rabbânî Yahudilik Musa'nın MÖ 1391–1271 aralığındaYsadigini yazar. Sargon milattan önce 2350 yılı...
17/09/2025

Halbuki Musa peygamber.
Rabbânî Yahudilik Musa'nın MÖ 1391–1271 aralığında
Ysadigini yazar. Sargon milattan önce 2350 yılı

"Ben Agade'nin Kralı Büyük Sargon!"

"Annem Yüksek Bir Rahibe idi.
Babamı Bilmiyorum.

Yüksek Rahibe Annem Beni Gizlice Doğurdu.

Beni Bir Kamış Sepete Koydu. Onu Ziftle Kapladı.
Beni Nehre Bıraktı. Dışarı Çıkamayacaktım.
Nehir Beni Sürükleyerek Su Çekici Akki'ye götürdü.
Akki Beni Sudan Çıkardı. Kendi Oğlu Gibi Büyüttü Beni."
(M.Ö 2334- 2279)

- Sargon'un annesi yüksek rahibe idi. Kralın sarayında görev yapmakta idi. Bir gece rahipler tarafından tecavüze uğradı. Bir çok rahip Sargon'un annesine tecavüz etmişti. Anne kimseye bunu söylemedi çünkü, kimseyi inandıramazdı. Bunu bir sır olarak sakladı. Kral Urzababa'nın sarayında 9 ay sonra anne, Sargon'u gizlice doğurdu. Kimselere göstermeden zift ile kapladığı sepete koyup Dicle'nin sularına bıraktı. Sepet zift ile kaplı olduğu için, su çekmeden kuytu bir yerde sabit durdu.
Dicle nehrinde çamaşır yıkayan ve çocuğu olmayan bir kadın tarafından bulundu. Bu kadın aynı zamanda saray cariyelerinden biriydi. Çocuk saraya tekrar dönmüş oldu. Anne yine oğluna kavuşmuş ve onu gizlice emzirmişti. Bu sırrını sadece bakıcı anne biliyordu. Sargon sarayda, saray adetlerini, sarayın siyasi, askeri ve diğer öğretilerini almıştı. Hem askeri bir deha hem de inanılmaz bir insan gücüne sahipti. Kral Urzababa savaşa giderken sarayı ona emanet ederdi. Büyümüş yetişkin bir erkek olmuştu. Annesi ona yıllardır saklamış olduğu sırrı söyledi. Sargon bu olay karşısında müthiş bir öfke duymuştu. Bu öfke Sargon'da müthiş bir intikam hırsına dönmüştü. Kraldan habersiz kendi ordusunu kurmaya başlamıştı. Kral Urzababa savaşa gitmişti. Fakat Sargon ve adamları bu savaşa katılmadı. Kral bu savaşta yenildi.
Sargon ise sarayda bütün rahipleri öldürmüş, sarayı ele geçirmişti. Sargon M.Ö 2350 yılında kralı da öldürerek Akad'ın Kralı olmuştu. Tarihte yeni bir sayfa açılmış ve Büyük Sargon veya I. Sargon dönemi başlamış oluyordu. Bu doğum efsanesi Otto Rank'ın 1909 yılındaki tespitine göre antik dünya literatüründeki Musa, Karna ve Oedipus'un doğumlarıyla da benzerlik gösterir.
Hikaye Neo-Asur dönemine ait bir kil tablette geçmektedir. Tablet, Asur Kralı Asurbanipal'in kişisel kütüphanesinde bulunmuştur.

Prof. Dr. İlber Ortaylı: Fırat ve Dicle havzasında boşalan köylere Uygur ve Kırgızlar doldurulmalı!Prof. Dr. İlber Ortay...
28/08/2025

Prof. Dr. İlber Ortaylı: Fırat ve Dicle havzasında boşalan köylere Uygur ve Kırgızlar doldurulmalı!

Prof. Dr. İlber Ortaylı, ‘Su savaşları’ başlıklı köşe yazısında, Fırat ve Dicle havzasında boşalan köylere Uygurlu çiftçiler ile Kırgız hayvancıların doldurulması gerektiğini söyledi.

Prof. Dr. İlber Ortaylı su savaşlarının petrol savaşlarından daha önemli olduğuna değindiği bir yazıyı kaleme aldı. Yurdun farklı noktalarında patlak veren su krizlerine değinen Ortaylı, bu sorunun mutlaka çözülmesi gerektiğini ifade etti. Fırat havzasının kritik önemine atıfta bulunan Ortaylı bu havzanın hakimiyetini korumak zorunda olunduğunu kaydetti.

Fırat ve Dicle havzasında boşalan köylere Uygurlu çiftçilerin, hayvancılık konusunda uzman olduğunu belirttiği Kırgızların getirilmesi gerektiğini kaydeden Ortaylı, aynı zamanda Urfa vadisinin de yabancılara satılmasının durdurulması gerektiğini kaydetti.

Ortaylı’nın yazısından ilgili kısımlar şu şekilde oldu:

“Toprağı ve suyu tüketen ürünler (mısır, yonca) için açılan kuyuların akıbeti ortadadır. Bu yanlış uygulamaların son bulması gerekir. Konya Ovası artık zirai bölge olma özelliğini yitiriyor.

Çukurova’nın verimsizliğini de sert mali tedbirlerle gidermek zorundayız. Akdeniz’in en bereketli ve geniş ovası, en akılcı şekilde değerlendirilmelidir. Bundan daha acil bir program düşünülemez.”

“Fırat ve Dicle havzası, Türkiye için hem teknik hem demografik hem de siyasi açıdan hayati önem taşır. Burada boşalan köyler, vakit kaybetmeden Asya’daki kardeş potansiyel nüfusla doldurulmalıdır.

Çin’in nükleer denemeleriyle yıpratılan bereketli Uygur bölgesinin çalışkan çiftçileri kısa zamanda Türkiye’ye getirilmelidir. Hayvancılık konusunda uzman Kırgızların da bu topraklarda faaliyet göstermesi gerekir.”

“Urfa vadisinin yabancılara satışı sadece durdurulmamalı; satılmış olan araziler de mutlaka geri alınmalıdır. Bu bölgede yabancı sermayeye izin verilemez. Terör örgütünün bir dönem hâkimiyet kurmaya çalıştığı bölgelerde en ufak bir taviz verilmemelidir. Doğu Akdeniz kıyıları ise Türkiye’nin elinde kalmak ve tutulmak zorundadır.”

Bir gün, Spinoza sinagoga girer.***Amsterdam’da 1656 yılının temmuz ayında, 23 yaşındaki Baruch Spinoza, Avrupa’nın en g...
22/08/2025

Bir gün, Spinoza sinagoga girer.

***

Amsterdam’da 1656 yılının temmuz ayında, 23 yaşındaki Baruch Spinoza, Avrupa’nın en güçlü sinagogunun önünde durdu, içeri girmeden derin bir nefes aldı.

Dışarı çıktığında bir daha asla aynı insan olmayacağını biliyordu.

Avrupa Yahudiliğinin merkezinde, en etkili din adamlarına açıklamak üzere olduğu şey sadece felsefi bir keşif değildi.

Bu, insanlığın bin yıldır içinde kilitli kaldığı zihinsel hapishanenin anahtarıydı.

Bu erkeklerin inşa ettiği, sürdürdüğü ve sadece onların işine yarayan bir hapishaneydi.

Spinoza, dünyadaki her dinsel kurumun umutsuzca sonsuza dek gömülü kalması için dua ettiği şeyi ortaya çıkarmıştı.

Spinoza, Tanrı’nın var olmadığını söylemedi.

Çok daha kötü bir şey yaptı: *Dinlerin Tanrı’sının politik bir icat olduğunu kanıtladı.*

Neden tüm dünya dinlerinin bu kadar benzer bir yapısı var?

Neden hepsi sizinle, ilahi olan arasında aracılara ihtiyaç duyuyor?

Neden hepsi, Tanrı adına konuştuklarını iddia eden adamlara mutlak itaat talep ediyor?

Spinoza bu soruların cevabını keşfetti.

Tanrı sonsuzsa nasıl yaratığından ayrı olabilir?

Eğer Tanrı mükemmelse neden ibadete ihtiyaç duysun?

Eğer Tanrı sevgi doluysa neden cehennemi yarattı?

Ve sonra her şeyi değiştiren o soru geldi.

Eğer Tanrı, olacak her şeyi biliyorsa neden her şey tam da bildiği gibi gerçekleştiğinde kızıyor?

Spinoza, tüm organize dinin sinir uçlarına, tüm kontrol sistemini destekleyen temel çelişkiye dokunmuştu.

Eğer Tanrı, kutsal kitaplarin iddia ettiği gibi gerçekten sonsuz, her yerde ve ebediyse o zaman bir yerde olamaz, her yerde olmak zorundadır.

Eğer Tanrı gerçekten mükemmelse hiçbir şey arzulayamaz çünkü arzu eksiklik anlamına gelir ve mükemmellikte eksiklik olamaz.

Eğer Tanrı gerçekten ebediyse fikrini değiştiremez çünkü değişim zaman anlamına gelir ve ebediyet zamanın ötesindedir.

Ama o zaman kimdir bu sinirlenen, pişman olan, anlaşmalar yapan, cezalandıran ve ödüllendiren Tanrı?

Kimdir bu tam olarak huysuz bir kral gibi davranan Tanrı?

Kutsal kitapların Tanrı’sı, Tanrı değildir.

O, politik gücün insani yansımasıdır.

Spinoza’nın keşfettiği şey sadece felsefi değildi, binlerce yıldır işleyen mükemmel bir sosyal mühendislik planıydı.

Bir kontrol mimarı gibi düşünün.

Ordular olmadan milyonlara nasıl egemen olursunuz?

Onları nasıl gönüllü olarak sizin için çalıştırırsınız?

Onların, onlara zarar verse bile sisteminizi savunmalarını nasıl sağlarsınız?

Basit.

Görünmez bir Tanrı yaratın.

Her zaman izleyen ama asla gözlenemeyen bir Tanrı.

Din adamlarına hitaben devam etti: Sürekli yargılayan ancak yargı kriterleri sadece sizin tarafınızdan yorumlanabilen bir Tanrı.

Koşullu seven bir Tanrı.

O sadece din adamlarının belirlediği kurallara uyanları sever.

Şiddetle cezalandıran bir Tanrı ve tesadüfen, onun adına cezaları uygulayan sizsiniz.

Cömertçe ödüllendiren bir Tanrı ve ne tesadüf, bu ödüllerin nasıl dağıtılacağına karar veren, dağıtımı kontrol eden sizsiniz.

Dahası, bu Tanrı’nın bir egosu vardı.

Kıskanıyordu.

Fikrini değiştiriyordu.

Politik anlaşmalar yapıyordu.

Kabile kriterlerine göre favori halklar seçiyordu.

Mali haraçlar talep ediyordu.

Başka bir deyişle, tam olarak tapınılmak isteyen dünyevi bir kral gibi davranıyordu.

Ve bu Tanrı’nın yeryüzündeki temsilcileri, tesadüfen, krallar gibi yaşıyorlardı.

Altın saraylar, lüks kıyafetler, tebaalarının yaşamı ve ölümü üzerinde mutlak güce sahipler.

Bu sistemin en parlak yanı, kendini sürekli kılmasıydı.

İnsanlar ne kadar çok acı çekerse o kadar çok manevi teselliye ihtiyaç duyarlar.

Ne kadar çok manevi teselli ararlarsa o teselliyi sağlayanlara o kadar bağımlı hale gelirler.

Ne kadar bağımlı hale gelirlerse teselliyi verenlere o kadar çok güç verirler.

Bunların ne kadar çok gücü olursa insanları acı çektirecek durumlar yaratma yetenekleri o kadar artar.

Bu mükemmel bir iş modelidir.

Sorunu yarat sonra çözümü sat.

Yarayı aç, merhemi sat.

Korku üret, korunma sat...
Mafya gibi...

Doğu Karadeniz Dağlarında ‘Ağır Su’ Tespit EdildiTrabzon’un da içinde bulunduğu Doğu Karadeniz dağlık alanlarında yapıla...
12/06/2025

Doğu Karadeniz Dağlarında ‘Ağır Su’ Tespit Edildi

Trabzon’un da içinde bulunduğu Doğu Karadeniz dağlık alanlarında yapılan jeolojik araştırmalarda, radyoaktif izotoplar içeren ve bilim dünyasında ‘ağır su’ olarak bilinen nadir bir su türüne rastlandı. Keşif, bölgenin yer altı kaynakları açısından taşıdığı potansiyeli bir kez daha gündeme getirdi.

Uzman ekipler tarafından gerçekleştirilen incelemelerde, bu suyun özellikle nötron yavaşlatıcı özelliği sayesinde nükleer reaktörlerde ve bazı bilimsel araştırmalarda kullanıldığı ifade edildi. Doğu Karadeniz’deki bu bulgunun, Türkiye’nin doğal kaynak haritasında yeni bir başlık açabileceği belirtiliyor.

Yetkililer, bölgedeki ağır su rezervlerinin miktarına ve niteliğine ilişkin çalışmaların sürdüğünü, çevresel ve stratejik boyutların dikkatle ele alındığını vurguladı. Özellikle enerji, tıp ve ileri teknoloji alanlarında bu kaynağın değerlendirilmesinin, ülke ekonomisine uzun vadeli katkı sağlayabileceği kaydedildi.

Jeologlar ve yer bilimciler, bu tür doğal kaynakların varlığının Doğu Karadeniz’in yalnızca tarım ve turizmle değil, yer altı zenginlikleriyle de önemli bir merkez haline gelebileceğine işaret ettiğini söylüyor.

Afrika Çölünün Kalbinde Sarsıcı Bir KeşifSahra’nın amansız güneşi altında, Takarkori Mağarası’nın çorak ve ıssız derinli...
04/06/2025

Afrika Çölünün Kalbinde Sarsıcı Bir Keşif
Sahra’nın amansız güneşi altında, Takarkori Mağarası’nın çorak ve ıssız derinliklerinde, arkeologlar insanlık anlayışımızın temellerini sarsabilecek bir gizemi gün yüzüne çıkardı. 7.000 yıldan daha eski iki mumya, olağanüstü bir şekilde korunmuş hâlde ortaya çıkarıldı.
Ancak bilim dünyasını asıl şaşırtan şey, bu kadınların yaşı değil…
DNA’ları.

Çünkü bu DNA, bilinen hiçbir insan türüyle eşleşmiyor.

2 Nisan 2025’te Nature dergisinde yayımlanan araştırma, büyüleyici bir hipotezi gündeme getiriyor: Bu kadınlar, insan soy ağacımızın unutulmuş bir dalına, binlerce yıl boyunca Sahra’nın aşılmaz doğal engelleri ardında izole kalmış paralel bir insan soyuna ait olabilirler.

Genetik analizler kesin konuşuyor: Bu bireylerle çevre halklar arasında herhangi bir akrabalık bağı bulunamadı. Bu soy hattı, günümüz insanlarından yaklaşık 60.000 yıl önce ayrılmış olabilir.
Daha da şaşırtıcı olanıysa, DNA’larında Neandertal izleri bulunması — farklı insan türlerinin bir zamanlar karşılaşıp, belki de birbirlerini sevip melezleştiği eski bir dünyanın izleri…

Bu zamanın ötesine yapılan yolculuk, iç kulakta bulunan ve “os pétreux” (taşsı kemik) olarak bilinen yapının olağanüstü DNA koruma özelliği sayesinde mümkün oldu.
Adeta çölde rüzgârın koruduğu buruşmuş bir sayfa gibi, insan evriminin unutulmuş bir bölümü yeniden açıldı önümüze.

Bir Zamanlar Yalnız Değildik: İnsan Ailesine Kısa Bir Bakışİnsanlık tarihi boyunca Homo sapiens (biz) Dünya üzerindeki t...
25/04/2025

Bir Zamanlar Yalnız Değildik: İnsan Ailesine Kısa Bir Bakış
İnsanlık tarihi boyunca Homo sapiens (biz) Dünya üzerindeki tek insan türü değildi. Aslında, bir zamanlar birden fazla insan türü aynı anda yaşıyordu — her biri kendi çevresine mükemmel şekilde uyum sağlamıştı.
İşte insanlık ağacının en dikkat çekici üyelerinden bazıları:
1. Homo neanderthalensis (Neandertaller):
Avrupa ve Batı Asya'da yaşadılar. Güçlü, dayanıklı ve zekiydiler; soğuk iklimlere çok iyi uyum sağlamışlardı. Alet yaptılar, ölülerini gömdüler ve sanat eserleri bile yarattılar. Bugün çoğumuzun DNA’sında Neandertal izleri bulunuyor — geçmişteki karşılaşmaların kanıtı.
2. Homo erectus:
Yaklaşık 2 milyon yıl boyunca varlığını sürdüren en uzun yaşayan insan türlerinden biri. Afrika ve Asya’ya yayıldılar. Muhtemelen ilk ateş yakan, barınak inşa eden ve daha gelişmiş aletler yapan insan türüydüler.
3. Homo floresiensis ("Hobbit"):
Endonezya’daki Flores Adası’nda keşfedilen bu minik insan türü yalnızca yaklaşık 1 metre boyundaydı. Küçük olmalarına rağmen alet kullanıyor ve avlanabiliyorlardı — hâlâ birçok bilimsel gizemi barındırıyorlar.
4. Homo habilis:
İnsan cinsinin bilinen en eski üyelerinden biri. Yaklaşık 2.4 ila 1.4 milyon yıl önce Afrika’da yaşadılar. Basit taş aletler kullanmalarıyla tanınırlar — isimleri de bu yüzden “becerikli insan” anlamına gelir.
5. Denisovalılar:
Neandertallere yakın, gizemli bir insan türü. Sibirya’da bulunan birkaç fosil kalıntısından DNA analiziyle keşfedildiler. Özellikle Asya ve Okyanusya’daki bazı topluluklarda hâlâ Denisovalı genlerine rastlanıyor.
Bir zamanlar Dünya’da en az beş-altı insan türü aynı anda yaşıyordu. Zamanla yalnızca Homo sapiens hayatta kaldı.
Ama genlerimiz, aletlerimiz ve fosillerimiz gösteriyor ki:
Biz, çok daha büyük bir insanlık hikâyesinin sadece bir parçasıyız.
Kaynak: © Science Facts
📌İnsanın Evrimi: 5 Milyon Yıllık Yolculuk!
İnsan nereden geldi? Nasıl evrimleşti? Nereye gidiyor? KONULU VİDEOMDAN KONUYLA İLGİLİ DETAYLI BİLGİ EDİNEBİLİRSİNİZ: https://www.youtube.com/watch?v=oc127NtK4fs

M.Ö. 5. yüzyıldı. Aylardan Nisan.Bahar, Akdeniz ile Ege'nin buluştuğu topraklara ‘merhaba’ demişti. Damıtılmış rüzgarlar...
17/04/2025

M.Ö. 5. yüzyıldı. Aylardan Nisan.

Bahar, Akdeniz ile Ege'nin buluştuğu topraklara ‘merhaba’ demişti. Damıtılmış rüzgarlar binlerce otun ve çiçeğin aromalarından oluşan mis gibi bir koku yayıyordu havaya. Knidoslular, bugün Deveboynu dediğimiz Kap Krio'da taze baharı kutluyordu. Şarkılar söyleniyor, şiirler okunuyor, şaraplar içiliyordu.

Bir anda bir çığlık duyuldu. Bir haykırış. Knidos kralının kızıydı bu. Yörenin en zehirli yılanı sokmuştu. 1,5 metre boyunda, kurşuni renkli engerek. Genç kız acı içinde yere yığıldı. Güzeller güzeli bir kızdı. Kralın en küçük kızı. İki ablası yakın ülkelerin prensleriyle evlenip yuvadan ayrılmıştı. Sarayın tek çocuğuydu. O yüzden kralın canıydı.

Yüzü morarmış, ateşi yükselmiş, narin bedeni titriyordu. Kan ter içindeydi. Hemen hekimlere gösterildi. Hekimler sonucu krala tek cümleyle özetlediler: ‘Maalesef.’ Knidos prensesi ölecekti.

Genç kız öleceğine anlayınca babasına yalvarmaya başladı: ‘Baba ne olur bir şeyler yap. Yaşamak istiyorum baba. Kurtar beni.’

O yalvardıkça, kral kahroluyordu. Biricik kızı ölürken, onun elinden bir şey gelmiyordu. Oysa ne kadar da iyilik yapmıştı. Halkıyla ilgilenmiş, yoksullara yardım etmiş, hükmettiği topraklarda adaleti sağlamıştı. Tanrılar neden onu cezalandırıyordu? İsyan etti:

… Ey tanrılar; neden ben, neden kızım? Ne kötülük yaptık, hangi sözünüzü ezdik. Sizler bugünler için varsınız. Yoksa.. Yok musunuz?

Tanrılardan ses yoktu..

Knidos prensesi ateşler içinde geçirdi geceyi. Yüzü gözü şişmişti. Kral da çaresizliğin acılarıyla sabahladı. Aynaya baktığında saçları bembeyazdı. Hekimler genç kızın akşama kadar can vereceğini söylüyordu. Kral kızının başında, Knidoslular da tapınaklarda dualar ediyordu.

O anda bir haber getirdiler. ‘Kralım dışarıda bir balıkçı var, kızınızı kurtarabileceğini söylüyor.’ Kral, ‘Hemen alın içeri, hemen’ dedi. Aldılar.

Simi'den gelen bir balıkçıydı. Kralın yaşlarında, uzun boylu, iri omuzlu, yanık tenli, yeşil gözlü. Hemen, boynundaki meşin keseden tahta bir kutu çıkardı, içindeki merhemi genç kızın tüm bedenine sürdü. ‘Üzülmeyin kralım’ dedi, ‘Kızınız ölmeyecek. Şişlikleri yarın inecek; ertesi gün de ayağa kalkacak.’

Simili balıkçı, bu merhemi kendisi gibi balıkçı olan dedesinden öğrenmişti. Yörenin endemik otlarıyla yosun karışımı bir merhemdi. Çok zehirli balıkların soktuğu insanlarda kullanmışlar ve onları kurtarmışlardı. Bir keresinde Simi koylarında denize giren bir soyluyu, kuyruğunda iğne gibi bir kemik olan çok zehirli bir balık sokmuştu. O balık bu denizlerin en zehirlisiydi. Bu merhem onu bile kurtarmıştı.

Ertesi gün balıkçının dediği oldu. Genç kızın şişlikleri indi, ateşi düştü. Artık o narin bedeni titremiyordu. Bir sonraki gün ise tamamen iyileşti, ayağa kalktı.

Kızıyla birlikte Knidos kralı da hayata dönmüştü. Hemen talimat verdi;

… Balıkçıyı bulun, ailesiyle birlikte saraya getirin. Artık burada kalacak.

Buldular..

Kral Simili balıkçıyı saray hekimleriyle tanıştırdı. Ve ikinci talimatı verdi;

… Bu topraklardaki dağları, taşları, ormanları tarayın. Tüm çiçekleri, otları, bitkileri araştırın. Denizlerdeki yosunları inceleyin. İlaçlar yapın, insanları kurtarın. Krallığım bu konuda size her türlü desteği verecek..

… Derler ki, tarihin ilk bilimsel tıp adımı, işte o gün atıldı.
… Derler ki, tıbbın babası Hipokrat, işte bu adımlardan yola çıktı.
… Derler ki, tarihin ilk bilimsel farmakoloji merkezinin Anadolu'da kurulmasını nedeni, işte bu Simili balıkçı.

Ve hatta derler ki, yüzlerce yıl koca Karia İmparatorluğu'nun topraklarıydı, bu şifa dolu topraklar.. Karialılar şifalı otlardan yüzlerce ilaç yapıp, binlerce hasta iyileştirdi..

… İşte bu yüzden ‘Koca Karia İlacı’ sözü, yüz yıllardır Anadolu'da ‘Koca Karı İlacı’ diye kullanılmakta...
Kinidos datca yarimadasinin en ucun da bulunan anyik sehir

14/04/2025
Platon’un 'Devlet' adlı eserinde anlattığı 'yüzük' öyküsü ilginçtir: Hikayeye göre;"Gyges, Lidya kralının hizmetinde bir...
12/04/2025

Platon’un 'Devlet' adlı eserinde anlattığı 'yüzük' öyküsü ilginçtir:

Hikayeye göre;
"Gyges, Lidya kralının hizmetinde bir çobandır. Günün birinde bir deprem yüzünden yer çatlar ve hayvanların otladığı yerde derin bir yarık açılır. Bu yarığın içine inen meraklı çoban, orada altın bir yüzük bulur. Bu yüzüğü alır.

Çobanlar ay sonunda krala hesap vermek için toplanırlar ve Gyges toplantıya bu yüzükle gelir. Otururken yüzüğün taşını farkına varmadan avucunun içine çevirir. Bunu yapar yapmaz 'görünmez' olur. Kendisi de dahil, orada bulunan herkes şaşırır. Yüzükle oynarken taşı çevirince bu kez görünür olur.

Böylece Gyges, yüzüğün tılsımını keşfeder:
'Yüzüğün taşını içeri çevirince görünmez oluyor, düzeltince görünür kalıyor.'

Bunun üzerine aklınca bir plan yapar ve görünmez olarak saraya girer, sarayda kraliçeyi baştan çıkartır, onun yardımıyla kralı
öldürüp, kralın yerine geçer..."

Hikaye bu ya görünmez yüzüğün sahibi olma üzerinden, insanın doğası anlatılmaktadır. Öyle ki 'her istediğini korkmadan alabilmek, dilediğini yapabilmek, büyük bir güce erişmektir. Üstelik de kimse güç (yüzük) kendisini göstermediği için dürüst bilinecektir.

Böyle bir yüzüğe sahip olduğumuzda acaba biz ne yapardık?..
Artık yakalanıp ceza görme tehlikesi yoksa, her türlü sıkıntıdan uzak, yakalanma, ayıplanma, dışlanma korkusu olmadan her şeyi yapabilecek bir güce sahip olsak, hiç kimseye hesap verme endişesi taşımasak, ahlaklı olabilir veya ahlaklı kalabilir miydik?

Bu konuda Horner, Westacott'ın cevabı şöyle:
"Kimse mecbur olmasa ‘ahlâklı’ davranmaz!
O halde ahlâk oynamak zorunda olduğumuz çok gelişmiş, ince bir oyun, toplumda yaşamak için ödediğimiz bir fiyattır. Ahlak insanları itaat ettirmek için yaratılmış bir kurallar bütünü, güçlü olanı istediği şeyi yapmaktan engellemenin yoludur. Gerçekten güçlü
olanlar, beyinleri yıkanıp, suçluluk duygusu duymadıkça, istedikleri şeyi elde ederler. Gerçekten endişelenmeye değer tek bir kural var: O da sadece yakalanmamak!..”

Peki öyleyse ahlaklı olmanın farkı nedir?
Ahlak, hayata bir düzen/ölçü getirir ve bu ölçü, gücün kullanımını belirler. Ölçü 'adalet' yolunda 'hak' olarak kendini gösterir ve 'kanunla'
somutlaşır. Hak ve adalet, haddi aşıp ötesine el atmamak ve başkasına zarar vermemek üzere bir sınır çizer...

Platon, aynı kitapta, 'şeytanın avukatlığını' yaptırarak bir yerde şöyle der: “Haksızlıktan
şikâyet edenler, haksızlığa uğrayanlardır" (Devlet, 359). Eğer güçleri yetseydi, haksızlık etmek fırsatını bulan herkes, haksızlık ederdi...” (Devlet, 360).

Görüyoruz ki kendinde olandan fazlasını istemek, bunu iyi bir şey sayıp, ardına düşmek, insanın doğasında olan bir şeydir...
İşte bizi haksızlıklardan alıkoyan, eşitlik duygusuna ve saygısına götüren şey, kanundur!
Devlet için kanun, her zaman kayıtsız ve şartsız gereklidir...

(Platon’un “Devlet”adlı kitabından alıntı)

03/04/2025

AMERİKALI ARAŞTIRMACI YAZAR GENE D. MATLOCK'A GÖRE
TÜM DÜNYA ASLINDA TÜRKMÜŞ...

Öyle bir iddia ki bugüne dek bilinenleri tersine çeviriyor. Amerikalı yazara göre Tüm dünyanın kökeni aslında Türk... İşte kanıtları;

Geçen hafta bir konferans vermek üzere Türkiye'ye gelen Amerikalı araştırmacı yazar Gene D. Matlock, 'Ey Dünya İnsanları Hepiniz Türksünüz' adlı kitabında da yer verdiği ilginç iddialarıyla 'Tüm dünyanın kökeninin aslında Türkler olduğu' tezini yeniden alevlendiriyor.

Akşam Pazar'a konuşan Matlock, kitabında din, dil, tarih ve kültür odaklı pek çok kaynak aracılığıyla tezine çarpıcı kanıtlar da sunuyor.

HERKES TÜRK! HZ. MUSA, İSA, MUHAMMED VE BUDA BİLE!..

Kadim Türkler, tüm insanların ataları olabilir mi? Maya ve Azteklerden Kızılderililere, Ruslardan Hintlilere, Araplardan İngiliz, İtalyan ve Kuzey Avrupalılara hepsinin kökenlerinin Türk olduğu söylense inanır mısınız? Peki, acaba Hz. İbrahim, Hz. Musa, Hz. İsa, Hz. Muhammet ve Buda da Türk müydü? Tüm dinler Kadim Türklerin Tengri dininden mi türedi? Bunlar kafa karıştıran ama bir o kadar da merak uyandıran, cevaplaması zor sorular. Ancak bir araştırmacı bu soruların hepsine 'evet' cevabını veriyor. Ve iddiasının doğruluğuna dair kanıtları da 'Ey Dünya İnsanları Hepiniz Türksünüz' adlı kitabında önümüze sunuyor. İşin ilginç yanı, bu tezin sahibi Türk değil, bir Amerikalı: Gene D. Matlock.

KONUŞULAN İLK DİL DE TÜRKÇEYDİ

Temmuz ayında Hermes Yayınları tarafından Türkçe olarak basılan 'Ey Dünya İnsanları Hepiniz Türksünüz / Kayıp Bir Uygarlığın Sırları Dünyayı Nasıl Değiştirebilir' adlı kitabında Gene D. Matlock ilk insanların Türklerle başlayıp daha sonra dünyaya dağıldığını, ilk konuşulan dilin Türkçe olduğunu, bilimin, felsefe ve dinin yine Türklerden doğduğunu söylüyor. 65 yıldır Meksika'da yaşayan ve hem Hıristiyanlığın kökenleri hem de Meksika'daki Amerikan yerlilerinin kökenleri üzerine uzun yıllar boyunca araştırmalar yapan Matlock'un dini kitaplar, mitolojiler, kültür, gelenekler ve özellikle de dil biliminin ışığında elde ettiği ipuçlarını birleştirerek sunduğu kanıtlar da hayli şaşırtıcı.

İşte 81 yaşındaki Matlock'un çarpıcı iddaları;

ARAŞTIRMAYA NASIL BAŞLADI?

Yıllar önce İsraillilerin Filistinlilere yaptığı kötü muamele sebebiyle çok üzülmüştüm ve bu insanların bir türlü paylaşamadığı kutsal toprakların tarihi ve buradaki dinlerin kökenleri üzerine araştırmalar yapmaya başladım. Bu araştırmalarımı bir yandan da yazıyordum. Araştırma ilerledikçe her şey beni önce Hindistan'a, daha da derinleştiğindeyse Hindistan'ın kuzeyine götürdü. Elimi neye atsam önünde sonunda her şeyin kaynağı olarak karşıma Türkler ve coğrafya olarak da Türkiye ve Orta Asya çıkıyordu. Zira dikkatle incelediğimde Eski Ahit (Kitab-ı Mukaddes'in ilk bölümünü oluşturan, Tevrat ve Zebur'u da kapsayan 39 kitap) ve İncil'de İsrail'den bahsedilmediğini gördüm. Kutsal kitaplarda bahsedilenler aslında Türkiye ile bağdaşıyordu. Nuh'un Gemisi efsanesi, Büyük Tufan... Hepsinin kökeni Türkiye ve Türklere dayanıyordu. Bu da bana şunu gösteriyordu: İnsanlığın başladığı yer Türkiye idi. Biz insanlar tüm uygarlığın atası olarak Sümer, Yunanistan, Mısır ve Çin'i görmeye yanlış bir şekilde şartlanmışız.

İNSANLIK TÜRKLERDEN NASIL BAŞLADI?

Matlock İnsanlığın Türklerden nasıl başladığını şöyle anlatıyor;

İLK İNSANLARIN YAŞADIĞI YER SİBİRYA BOZKIRLARI

Birkaç bin yıl önce Kuzey Kutup bölgesinde bir cennette, bolluk içinde yaşayan ileri derecede uygarlaşmış bir halk vardı... Dünyadaki bütün dinler hangi ulusa ait olursa olsun insanlığın beş kökensel ırkı olduğunu söyler. Bu beş ırka Kurus, Krishti ya da Krishtaya deniliyordu. Yaşadıkları yere ise Yahudilikte ve Hıristiyanlıkta Aden denir. Hindular buraya Uttura Kuru adını verir. Eski Yunan tarihçileri ve mitolojisi ise buraya Hiperborea olarak göndermede bulunur. Tibetli Budistlar ise Khedar Hand (Tanrı Şiva'nın ülkesi) ve Şambala der. Aynı zamanda buraya Tanrı Şiva'nın toprakları anlamında Sivariya ve Sibirya da denmektedir. Yeni ilk insanların yaşadığı cennet bahçesi Sibirya bozkırlarıdır.

İLK İNSAN OLAN ADEM - ADAM TÜRKÇE'DE İNSANOĞLU DEMEK

Buradaki ilk insan olan Adem (İngilizcedeki yazılışıyla Adam) Türk dilinde 'insanoğlu' anlamında kullanılır. Nitekim buradaki yüksek zeka ve uygarlığa sahip ari ırk (a***n) Türk'tür. Türkler'in kendilerinden Kıpçaklar, Kurular ya da Aryanlar diye bahsetmesi de bunun kanıtıdır. Ancak pek çok farklı din ve mitolojide geçtiği üzere bu insanlar lanetlenip bir doğal felaket yaşar, dünya ekseninde meydana gelen ani bir sapma ile yaşadıkları yer donmuş, büyük seller olmuştur. Şimdi adına Türkler dediğimiz Kurular güneye, Orta Asya'ya kaçmak zorunda kalmıştır. Bu anlatılan Büyük Tufan'dı. Nuh ve insanlığın soyunu devam ettiren oğulları da işte bu kökenden geldi; yani Türk'tü.

NUH'UN GEMİSİ AĞRI DAĞI'NDA KARAYA OTURDU

Nuh'un gemisinin karaya oturduğu Ararat Dağı'nın Türkiye'deki Ağrı Dağı olduğu inancı da bunu kanıtlıyor. Böylece Türk soyundan gelen insanlık Türkiye'ye ve aşağıya Mezopotamya ve Hindistan'a dağıldı. Dolayısıyla Sümerler, Hititler, Iraklılar, Kürtler, Hintliler, Mısırlılar hepsi aslında Türk'tü. Kuzey Kutbu'ndan aşağı inerek Kuzey Avrupa'ya İsveç, Finlandiya, İngiltere'ye ve tüm dünyaya yayıldılar. Bugün herkes kendi neslinin izlerini Türklere dek sürebilir.

FİNLANDİYA'DA KIRKPINAR VAR, URDU DİLİNDE TÜRKÇE KELİMELER VAR

Dünyanın her köşesinde kullanılan dilden inançlara ve tanrı isimlerine kadar her şeyin dil olarak aynı kökenden geldiğini görebilirsiniz. Bu tüm dinlerin, dillerin de tek bir kaynaktan çıktığını gösteriyor: Türklerden! İngiltere'den, Finlandiya'ya insan isimlerinden yer isimlerine Türkçe kökenli kelimelere rastlayabilirsiniz. Finlandiya'da Kırkpınar diye bir yer var! Urdu dilinde binlerce Türkçe kelime var. Hintlilerin Kutsal Kitabı Mahabharata aslında Türklerin tarihlerini anlatıyor. Yunanlıların büyük tanrısı Zeus'un ismi de Türkçe. Kudüs, İsa gibi kelimelerin kökeni de aslında Türkçe ve dahası bu bahsedilen yerler de aslında İsrail'de değil Türkiye'de; İsa da bu topraklarda yaşadı.

DNA'YA GÖRE ALTAY'DAN GELDİLER

Öte yandan yakın tarihte Keltlerin (İrlandalılar, Galiler, İskoçyalılar) DNA'sı incelendi ve Altay'dan geldikleri kanıtlandı. Vikingler, Finikeliler ve İtalya'nın Roma İmparatorluğu'ndan yıllar önce burada yaşayan ve Roma'nın kurucuları sayılan yerli halkı Etrüskler de Türk'tür. Estrüskler'in DNA'larının Türklerinkiyle yüzde 97 aynı olduğu bilimsel olarak kanıtlanmıştır.

KIZILDERİLİLER DE TÜRKTÜR!

Kızılderililer Türk'tür, bunu kendileri de söyler. Kültür ve geleneklerindeki benzerlik aşikar. Özellikle Amerika'da Türk soyundan geldiğini söyleyen Meluncanlar'dan olan Cherokee'ler Türkiye ile bugün çok yakın ilişkiler içindedir.

AMERİKA'YI İSPANYOLLAR DEĞİL TÜRKLER KEŞFETTİ

'Amerika kıtasındaki pek çok yer ismi aslında Türkçe kökenli. Meksika'daki Teotihuacan kalıntıları aslında Türkçe olan Tea (tanrı)+ Tiwa (Bir Türk boyu olan Tuvaların bugün bir cumhuriyeti de vardır) + Han (krallık anlamına gelen Türkçe kelime) kelimelerinden türemiştir.

Peru'daki Karal kalıntılarındaki piramitler Mısır'dakilerden daha eskidir ve Türkçe'de 'hükümdar' anlamına gelen kral kelimesinden türemiştir.

Meksika'da bugün de Türkçe kökenli birçok kelime kullanılıyor. Örneğin dağ/tepelere Meksika'da tepek deniliyor; Atatepek, Çapultepek isminde şehirler bulunuyor. Havasu diye bir yer bile var.

İspanyollar Meksika'ya ilk geldiklerinde Aztek'lere hangi tanrıya inandıklarını sorduğunda onlar 'İnana' cevabını vermişti. Bu Antik Sümer'de de bir tanrıçanın adı. Yani Sümerler ile Aztekler aradaki onca mesafeye, okyanusa rağmen aynı adlı tanrıya inanıyor.

Dahası Meksikalılar da Hintliler de Türkleri aynı kelimeyle 'Karaskus' diye adlandırıyordu. Demek ki Amerika'yı İspanyollar değil, önce Türkler keşfetmişti. Sonuçta bunlar gibi sayısız örnek şunu gösteriyor: Dünyanın her köşesindeki bütün uygarlıklar Orta Asya'dan geçmiş ve her yerde ortak olarak karşımıza çıkan din, dil, kültür ve inanışları buradan tüm dünyaya taşımıştır.'

Buraya kadar olan kitaptan alıntı olarak ALI EFE bey'den.

Her zaman olduğu gibi iki katkı da bizden olsun.
Amerikalı araştırmaçı -yazar Gene D .Matlock inka ve Maya tabletleri ile araştırmaya başlayıp kitabınilı bitirdiğinde Atatürk'ün Güneş -Dil teorisi'nden ve Türk Dil Tarih kurumu'ndan haberi yoktu.

O zamanlar Atatürk'e o kadar da uzun boylu değil deyip bir çok araştırmayı durduranlar sonradan ortaya çıkanların farkındaydılar aslında.

Sayfamıza Avustralya'dan katılan Isabel johnsen isimli degerli bir hanımefendi var.

Bir paylaşımın neden onaylanmadığı ile ilgili bir açıklamayı messengerden yazmıştım kendisine ve sormuştum..

Siz nasıl bu kadar güzel Türkçe konuşuyorsunuz?

Verdiği cevap şuydu;

"Çocukluğum Izmir'de geçti."

(Sanıyorum babasıñın mesleği yüzünden)

"Ben gen testi yaptırdım Ege'deki yörüklerle aynı çıktı .Genetik kökenim Altaylar'a Yakutlar'a uzanıyor "diyerek devam etti.

"Ben yörüğüm Türküm"

Tabii benim ağzım açık kaldı.
Kendini Ingiliz,,irlandalı sanan bir hanımefendi Türk olduğunu söylüyor..
Bu anlamda Amerikali araştırmacının yazdıklari boş değil yani..
Zaten Iskoçyalılar ms 300'lü yıllarda Papa'ya yazdıkları bir mektupta "biz Ingiliz değil Iberya üzerinden Büyük Saka Ülkesi'nden gelenleriz diyor.

Biz anlatınca Türküz diye inanmıyorlar belki tarafsız bir Amerikalı'ya inanırlar.

Er veya geç bu gerçek bütün dünya tarafından kabul edilecek.

Çünki her zaman denildiği gibi:
"gerçeklerin er veya geç ortaya çıkmak gibi acayip bir huyu var"

Sonra Türk ve dünya tarihi yeniden yazılacak.

Gerçekler yazılacak...Er veya gec !!!



Kaynak video. https://www.google.com/url?sa=t&source=web&rct=j&url=https://www.youtube.com/watch%3Fv%3DOyRvKP4AJoE&ved=2ahUKEwjM7pnKo5fvAhVrVBUIHS_DDn8Qo7QBMAB6BAgGEAE&usg=AOvVaw3Cu7xmbHVo6OFaU4fvmPIv Alıntı...

Address


Opening Hours

09:00 - 17:00

Telephone

+905052411301

Website

Alerts

Be the first to know and let us send you an email when Dr "Şükrü Aydemir-Çepnioğlu" posts news and promotions. Your email address will not be used for any other purpose, and you can unsubscribe at any time.

Contact The Practice

Send a message to Dr "Şükrü Aydemir-Çepnioğlu":

  • Want your practice to be the top-listed Clinic?

Share

Share on Facebook Share on Twitter Share on LinkedIn
Share on Pinterest Share on Reddit Share via Email
Share on WhatsApp Share on Instagram Share on Telegram