17/09/2020
Çok yollar var yürünecek belki daha ama yürümekten korkmuyorum artık,
çünkü yalnız olmadığımı biliyorum…
“Ölmek bir sanattır, her şey gibi.
Eşsiz bir ustalıkla yapıyorum bu işi…
Öyle ustaca ki
İnsana korkunç geliyor…
Öyle ustaca ki
Gerçeklik duygusu veriyor…
Bu konuda iddialıyım sanırım…”
Slyvia Plath
Slyvia Plath’ın dizelerinden de yer aldığı gibi ben de iddialıyım. Aslında hepimiz iddialıyız. Hepimiz “hayat” denilen düzenin içerisinde kendimizi yitirip, gitmişiz. Vücudunun her hücresinde yokluk nöbetleri geçiren, kulaklarında hüzün çanları çalan, bedeni haşmetli, ruhu tükenmiş insanlarız.
Bu kaybolmuşlukta, yolunu bir türlü bulamayan, vücudunun hissettiği yokluğu midesiyle dindirmeye çalışan, her geçen gün bedeni biraz daha büyürken ruhu ufalananlarız.
Karanlıkta bir odada, siyah perdelerin ardında, tek başına… Öcülerden korkan bir çocuk misali kendinden korkan, ümitsizlikten titreyen ve korkmuyormuş gibi dimdik durmaya çalışan bizleriz.
Evet, aslında hepimiz iddialıyız ölmekte; çünkü ağzımıza attığımız her gereksiz lokmayla, maskelerin arkasına sakladığımız her gözyaşıyla, işittiğimiz her patavatsız kelimeyle kendimizi yavaş yavaş öldürüyoruz.
Yaptığımız; bulanık sularda yüzerken suyun altındakilerden korkmak. Işığı açmak varken karanlıkta geçmişe takılıp kalmak. Çıkış yolunu ararken, yanlış tabelalara inanmak. Bedenimizin isyanlarını duymazdan gelmek. Ruhumuzu minicik kafeslere hapsetmek. Teselliyi; alkol şişelerinde arayan bir alkolik hesabı, yiyeceklerle acılarımızı unutmaya çalışmak.
Bu anlattıklarım “ben” belki de “sen”
Bütün bunları yaptım, bedenimin ruhumu ezmesine izin verdim, beynimi uyuşturdum “tokum” diye bağırdı, duymadım! Açlığı yeni baştan öğrettim ona. “Açsın sen” dedim, “ne kadar yesen de açsın, doymak bilmiyorsun”. O kadar ikna ediciydim ki, beynim de bana ayak uydurdu, bedenime seçenek bırakmadan el ele verdik. Hep beraber battık! Böylece, gitgide daha derine, daha derine… Nefesimiz kesildi; ama çıkmak için çaba göstermedik. Ölmek için sarıldık birbirimize; ama onu da beceremedik. Öylece derinlerde, bir başımıza kalakaldık…
O anda bir el uzandı, “tut elimi, seni yukarı çekeyim” diye seslendi bize… Yorgunduk, ümitsizdik ve çaresizliğimizin de oldukça bilincindeydik. Bedenim uzattı elini önce, “olmaz” dedi ses “Önce beynin! Diğerleri onunla beraber gelecek zaten”.
İsteksizdim; çünkü sonrasında olacaklardan korkuyordum. Değişmek, yeni biri olmak, yeni bir bakış açısı kazanmak… Zordu, sancılıydı… Güvenemezdim, inanamazdım, kuşkuluydum… En önemlisi de, yorgundum…
“Sadece elimi tut ve bırakma, gerisini ben yapacağım. Bana güven, hep yanında olacağım.” diye ruhuma fısıldayan ses; benim iç sesim, karanlıktaki ışığım, gitmem gereken yolu gösteren tabelam, geçmişi ayaklarıma takılmasın diye süpürenim, kulaklarımdaki hüzün çanlarını susturanım,“kilobekçim” can dostumdu.
Korkarak tuttuğun elimi sımsıkı kavrayan ve beni tekrar yukarı çıkaran“kilobekçim”…
Nefesinin sınırlarını zorlayarak yapılan bir dalışın ardından derin bir nefes almak gibi, çoktan seçmeli bir sınavda cevap kağıdının doğrularla işaretli olarak bana sunulması gibi, her sabah dinlediğim müziği gülümseyerek tekrar dinlemek gibi, içimdeki kalabalığa kulaklarımı tıkayıp-kuşların sesini duymak gibi… Sanki mutlu olmak gibi kilobekçimle olmak, mutlu yeniden olmayı öğrenmek gibi…
Yollarım çok dolanbaçlıdır benim… Kayboluyorum bazen, ne yöne gideceğimi bir türlü bulamıyorum; “yetiş” diyorum kilobekçime, “zaten buradayım, hiç gitmedim ki” diyor. Bazen yol çok zor görünüyor gözüme, zor ve çukurlarla dolu bir yol. Ben ise kırılgan ayaklarımla yola girmeye korkuyorum. “Yapamam” diyorum, “Elimi tut, beraber yapalım” diyor. “Güvenemem” diyorum, “Seni bırakmayacağım” diyor… Bana kalansa sadece kilobekçimin adımlarını takip etmek ve ona inanarak ilerlemek.
Çok yollar var belki yürüyeceğimiz ama artık yürümekten korkmuyorum. Yalnız olmadığımı biliyorum. Çok filmler var daha geçmişi irdeleyen ama izlemekten çekinmiyorum artık; çünkü benimle izleyecek birinin olduğunu biliyorum. Çok maskeler var daha çıkarılacak ama çıkarıp atmaktan endişe etmiyorum; çünkü maskelerimi değil yüzümü görmek isteyen biri olduğunu biliyorum. “Gerçek ben” i tanıyan biri olduğunu biliyorum, “olmam gereken ben” i değil…
“Kilo bekçim” kim mi?
Senelerdir inşa ettiğim duvarlarımı aşan, sıkı sıkı kapattığım kapımı nazikçe açan ve usulca bana yaklaşan, saklandığım odanın siyah perdelerini açıp odamı gün ışığıyla dolduran, titrek ellerimden tutup beni ayağa kaldıran, bir cümlesiyle yanlışlarımı gösteren, bir kelimesiyle beni gülümsetebilen… İşte benim “kilobekçim” tam da o!
“Bazen bir gülüş
Sevdirebilir yaşamayı,
Karanlıklar içinde cılız bir ışık da olsa aydınlatabilir yolunu
Nefes almana izin verir, sarıp sarmalar seni
Karamsarlıklar içinden çekip çıkarır umutlarını…
Bazen bir bakış
Sıcacık bir anlamla yükler nefesini,
Gözlerinden ruhuna akar, içini ısıtır…
Güven verir sana,
Neler kaçırdığını anlamana fırsat verir…
Bazen bir hayal,
Hızlandırır yaşamını, kalbini titretir…
Geçmişi hatırlatır farkında olmadan,
Anılar bedenlenip karşına dikilir bir anda,
Kim olduğunu hatırlatır…
Bazen bir söz
Yankılanır kulaklarında…
Ruhunla bedenin arasında bir yerde takılır kalırsın…
Ruhuna sarıldıkça sen, bedenin daha bir yakınlaşır sana…
Anlarsın ki, beraber yol alma vakti gelmiştir…
Bazen bir yabancı
Beklemediğin anda girer hayatına…
“Bir” olursunuz…
O kadar gerçek ve o kadar hayaldir ki,
İsimlendiremezsiniz…
Sadece “kilobekçim” diyebilirsiniz…”
Elif T.
danışmanlık ve için tel:
Sabit hat: ☎️
0216 550 52 25\26
Whatsapp:📲
0533 090 8