Uzman Psikolog M.Nilgün Bulhaz

Uzman Psikolog M.Nilgün Bulhaz BULHAZ Grup Psikolojik Danışma ve Rehberlik Merkezi, ihtiyaç duyulan kaliteli ve bilimsel tedavi hizmetini karşılamak üzere kurulmuştur.

M.Nilgün Bulhaz Kimdir ? Hacettepe Üniversitesi Psikoloji Bölümünden Yüksek Lisans derecesi ile mezun olduktan sonra SSK Ankara Hastanesi Psikiatri ve Nöroloji kliniklerinde 8 sene klinik Psikolog olarak çalıştı. Nörotik hastaların tedavi sonrası aynı ortama döndükleri için iki- üç ay sonra tekrar tedaviye geldiklerinden hareketle Çocuk Psikolojisine yöneldi ve DSİ kreşinde Uzman Psikolog, ODTÜ An

aokulunda yönetici ve Uzman Psikolog olarak çalıştı. ODTÜ Kolejinde Anasınıfları yöneticisi ve PDR Uzmanı olarak görev yaptı. Daha sonra 8 sene Ankara Üniversitesi Özel Okullarında PDR Uzmanlığı ve Lise Müdürlüğü yaptı.
2011 yılında kendi merkezini açan Uzman Psikolog M. Nilgün Bulhaz Balgat’taki merkezinde danışanlara hizmet vermektedir. HAKKIMIZDA
Ruh sağlığımız en az beden sağlığımız kadar önemlidir.
Şehirleşme, modern ve hızlı hayata geçiş, ekonomik ve sosyal alandaki belirsizlikler, sosyal bağların zayıflaması, ruh sağlığı ile ilgili sıkıntıları da beraberinde getirmektedir. Yaşamımızın daha işlevsel ve mutlu devam edebilmesi için ruh sağlığına gerekli önem verilmeli ve destek almaktan çekinilmemelidir. Danışanlarının sorunlarına titizlik ile yaklaşan, doğru tanıya uygun bilimsel yöntemlerle cevap veren uzmanlarımız, “kişiye özel sağlık” anlayışı ile olması gerekeni BULHAZ Grup Psikolojik Danışma ve Rehberlik Merkezi’nin farkıyla ortaya koymaktadır. Danışanlarımızın anlaşıldıklarını hissetmeleri ve uzmanlarımıza güven duyabilmelerini sağlamak için her türlü çaba ve dikkat gösterilmektedir. Uzman Psikolog M.Nilgün Bulhaz

02/03/2023

Hikaye bu ya ....

Fil, kendisini ormanın en güçlü hayvanı ilan etmiş. Bütün düzeni değiştirmiş, yeniden kurmuş.
Aslan, kaplan, ayı, manda…
File karşı çıkan olmamış ormanda.
Fil, önce kendi yerini sağlamlaştırmış, “Herkes kendi arasında nasıl yaşarsa yaşasın, beni ilgilendirmez. Ama herkes benimle ilişkilerine dikkat etsin. Bütün kuralları ben koyacağım. Ormandakiler de ona uyma özgürlüğünü kullanacak” demiş.
Etkisini genişletmiş zamanla fil.
En güçlü o, tek yetkili o, gerisi sefil.
Artık sadece fille ilişkiler değil, bütün hayvanların kendi aralarındaki ilişkiler de filden ve çevresinden sorulur olmuş.
Öyle ki, ormandaki nüfus artışı bile filin işi olmuş. Tek tek doğum yapan hayvanlara kızmış, “Bakın bir seferde 4-5 yavru doğuranlar var. Ne bu tembelliğiniz. Benimle oyun oynamayı bırakın, gidin genlerinizle oynayın, daha çok yavru doğurun” diye çıkışmış.
Her şeyi sineye çekmiş ormandakiler.
“Yeter ki” demişler, “boşalmasın kiler”.
Filin “değişiyoruz, değişiyoruz” naralarıyla girmiş orman şekilden şekle.
İş o noktaya gelmiş ki, eşit sayılmış maymun eşekle. Zira fil, kimi kime uygun görürse ona göre şekillenirmiş ormanda yaşam.
Bir tek, “Ne güzel buyurdunuz”, “Biz de tam böyle yapacaktık”, “Bundan daha mükemmel olamazdı”, “Bu hızla bütün ormanları geçeriz” sözlerine izin veriliyormuş. Öteki bütün sözler “istikrar bozucu” bulunuyormuş.
Arada hakkını aramaya kalkan olursa hemen müdahale ediliyormuş. Üzerine, “geber gazı” sıkılıyormuş. Filin bir özelliği de kindar olmasıymış. Kendisine yapılan hiçbir şeyi unutmuyormuş. Aradan ne kadar zaman geçerse geçsin, intikamını alıyormuş.
Hortumuna geleni vuruyor, ayağına geleni eziyormuş. Hiç kimseyi dinlemiyormuş. Bir gün söylediği ertesi güne uymuyor, doğru budur diyeni duymuyormuş. Bundan karıncalar da payını almış, yuvaları filin ayaklarının altında kalmış. Tam o sırada bir karınca, fil hortumunu topraktan çıkarınca, girmiş hortumun içine.
Karınca az gitmiş uz gitmiş, kendisine hortumun içinde iyi bir yer etmiş.
Fil başlamış kaşınmaya. Hortumunun içi karıncalanıyor, nedenini anlayamayınca beyni de karıncalanıyormuş.
Kalınca bir ağacın yanında durmuş, hortumu gövdesine vurdukça vurmuş. Bir türlü karıncalanmayı gideremiyormuş.
Üstelik hortumu da fena halde acımaya başlamış.
Bir hamle daha ağacın gövdesine vurunca, ağaç devrilip üzerine düşmüş. Fil ilk kez bu kadar âciz duruma düşmüş.
Bereket demiş kimse yok etrafta, arada bir yanından geçtiği koca kayanın nerede olduğunu düşünmüş, hah şu tarafta.
Bu kez kayalara vurmuş hortumunu, arada geçen olursa duruyormuş, anlatamıyormuş durumunu.
Hortumu kayaya vurdukça kaşıntıları artmış, kaşıntıları arttıkça daha çok vurmak istemiş.
Derken iflas etmiş bedeni, anlayamadan nedeni, uzanıp kalmış fil…
İşte böyle efendim…
Fili yenmiş bir karınca.
Ateş bacayı sarınca, fil güya ulaşılmaz bir noktaya varınca, etrafındaki herkesi kırınca, kendisinden güçlü hiçbir hayvan olmadığını sanınca…
Sonunda olan olmuş, küçük bir karınca koca bir filden daha güçlü olmuş.
Böyledir hayat…
En güçlü olduğumuz an, aynı zamanda en zayıf olduğumuz andır.
Hiçbir güç mutlak değildir doğada.
Herkesi dize getirdiğini sanan.
Çöker bir gün diz üstü.
Koca bir fili durduran da.
Bir karıncadır altı üstü...
Alıntı-Necla süsal

02/03/2023

Sorumluluk ve Özgürlük

İki önemli kavramın, sorumluluk ve özgürlük kavramlarının, ilişkisi üstüne uzun zamandır düşünüyorum.

Sorumluluk duygusu gelişmemiş bir insanın özgürlük anlayışı hem kendisi, hem ailesi, hem de onun toplumu için sorun yaratır. Çocuk olarak ana babasının kendisine karışmasını istemez, odasını toplamaz, derslerine çalışmaz ve biri kendisine bir şey söyleyecek olursa, siz bana karışarak özgürlüğümü kısıtlıyorsunuz, der. Arkadaşları arasında hep kendi dediğinin olmasını isteyen bir zorba olur. Yetişkin olunca kurduğu evlilikte kimseye hesap vermeden kendi istediğini yapmak ister, hırçındır, herkes ondan çekinir. Söz edecek olana, istediğim gibi yaşamaya hakkım yok mu, der. Eşini aldatır, ama asla aldatılmak istemez. Toplumda kendi mesleği, kendi derneği, kendi yöresinin çıkarını savunur, kavga eder; “peki, öbürleri ne olacak,” denirse, onlar beni ilgilendirmez tavrını takınır. O kimseye hesap verme sorumluluğu duymayan ‘özgür’ bir insandır. Trafikte kurallara uymaz, aklına geldiği gibi araba sürer, ters bakana küfreder.

Özgürlük duygusu gelişmemiş bir insanın sorumluluk anlayışı da sağlıksızdır. Çocukken kendisini, annesinin, babasının mutluluğundan sorumlu tutar. O dünyaya herkesi memnun etmek, mutlu etmek için gelmiştir. Herkesten ve her şeyden özür dilemeye hazırdır. Büyüklerine, ‘Ben çocuğum, biraz oynamak istiyorum,’ deme hakkını kendinde göremez. Kafasına vur, ağzındaki lokmayı al, çok uysal, çok söz dinler, diye övülür. Yetişkin olunca kurduğu evlilikte tam bir ‘hizmet eden ezik hizmetçi’ anlayışı içinde sürekli eşini, çocuğunu, kendisinin ve eşinin anasını babasını, komşularını memnun etmeye çalışır. Eşi kendini aldatır, bunu bilir, ama yüzleşemez, onurunun kırılmasını dile getiremez. O herkesi mutlu etmekten sorumludur. Herkesin mutluluğu, kazancı, rahatı için çabalar, onların mutluluğu, kazancı, rahatı önemlidir. Mutluluğu kendisi için isteme özgürlüğüne, bu dünya da ben de varım deme cesaretine hiçbir zaman ulaşamamıştır. Buna izin verilmemiştir.

Özetle söylersek, sorumluluk duygusu gelişmemiş insanın özgürlük anlayışı anarşi kokar; özgürlük duygusu gelişmemiş insanın sorumluluk duygusu ise esaret! Ana baba olarak çocuklarınızın hem sorumluluk, hem de özgürlük duygusunun gelişmesine dikkat edin.
Peki, bunu nasıl yapacağız konusunda, en önemli ilk adım, önce sizin olgun bir yetişkin olmanızdır.

Önerdiğim üç kitabım var:
1-İçimizdeki Çocuk
2-Başarıya Götüren Aile
3-Onlar Benim Kahramanım.

Doğan Cüceloğlu (11.04.2015)

27/02/2023

İyi, doğru ve adil olanı önemseyen bir toplum olmamızın yolu, iyi, doğru ve adil olanı önemseyen ailelerin çoğunlukta olmasıyla mümkündür.

Doğan Cüceloğlu (Twitter 09.06.2019)

25/02/2023

YILMAZ ÖZDİL. “KAHİN"İzmir dikkat ..

"Uzun saçları, atletik yapısıyla kızılderili şefi gibiydi"

17 Ağustos 1999.
Görülmemiş şekilde yıkılmıştık.
Deprem bölgesinde taş üstünde taş kalmamıştı.
Bilgi sahibi olmak ve okura aktarmak için uzman aramaya başladık.

Her ulaştığımız profesör “sıra İstanbul'da” diyordu.

Haritaları açıyorlar, İstanbul'u yıkacak fayları gösteriyorlardı.
“8 büyüklüğünde olacak” diyorlardı.
“9 büyüklüğünde olacak” diyen bile vardı.

Profesör Şener Üşümezsoy'un adını ilk o gün öğrendim.

Bir tanıdığımın önerisiyle kendisini aradık, gazeteye davet ettik.
Sağolsun geldi.
Uzun saçları, atletik yapısıyla, profesörden çok kızılderili şefi gibiydi.
Her gelen profesör takım elbiseliyken, o kovboy şapkasıyla geldi.
Aykırıydı.
Profesör algımızı yerle bir etmişti.

Sohbete başladık.
Çok süratli konuşuyordu, dinlerken kelimeleri kaçırıyorduk.
“Sıra İstanbul'da değil” dedi.
Dedim ya, süratli konuşuyordu, yanlış duydum herhalde diye düşündüm, tekrar ettirdim, “sıra İstanbul'da değil” dedi.
Ya nerede?
“Düzce'de.”
Niye dedim?
Kağıt kalem istedi, çizmeye başladı.
O kadar pratik ve mantıklı izah etti ki, adeta gözümüzde canlandı.
Dokuz sütuna manşet yaptım.
“Düzce'ye dikkat!”

Dikkat mikkat edilmedi tabii.
Kulak asan bile olmadı.
Üç ay geçmedi.
Düzce yerle bir oldu.

Yüzde yüz isabetle, gösterdiği nokta kırılmıştı.

Gölcük depremiyle Düzce depremi arasında geçen süre zarfında, adının önünde “profesör” sıfatı bulunan
çok sayıda bilim insanı, ısrarla “sıra İstanbul'da” demeye devam ediyordu.

Peki ne yapmalı?
“Sarıyer sırtları sağlam” diyorlardı.
“İstanbul'da sadece oralarda oturulur” diyorlardı.
İnsanlar panik halinde Sarıyer'e saldırdı, villa almak için yarıştı.


E, merak ettik.
Sarıyer'de araştırma yaptık.
“İstanbul yıkılacak, Sarıyer sağlam” diyen profesörlerin Sarıyer sırtlarında ortaklaşa kurduğu villakooperatiflerini bulduk iyi mi!
50 bin dolara kimse almıyordu.
“Sadece Sarıyer sırtları sağlam” haberlerinden sonra 500 bin dolara fırlamıştı.


Bilahare…

“Tsunami olacak” haberleri başladı.
Aynı profesörler söylüyordu.
“Tsunami olacak.”
“Florya boğulacak.”
“Kadıköy sahili su altında kalacak” diyorlardı.
Bütün sahillere “satılık” levhaları asıldı.
Milyon dolarlık daireler 100 binli seviyelere indi.
Kaçan kaçanaydı.
Tapular yok pahasına şakır şakır el değiştirdi.
“2B” denilen kavram işte o zaman patladı.
İnsanlar orman bölgelerine taşındı.
Ağaçlar katledildi, siteler yapıldı, çuvalla paralara satıldı.


Tesadüfe bakın ki… “Tsunami olacak” diyen profesör arkadaşlar, meşhur müheahhitlere danışman olmuşlardı, “bu sitenin o kadar güvenli zemini var ki, bakın ben bile burada oturuyorum” diyerek, o müteahhitlerin reklamını yapıyorlardı, hatta hızını alamayıp, bizzat inşaat şirketi kuran profesörler bile vardı.


O günden beri, sadece Şener Üşümezsoy'u takip ederim.
Başkası ne derse desin, ben onun ne dediğine bakarım.
Danışmanlık yapmaz.
Şirketi yok.
Bağımsızdır.
Bilgisinin gücü bağımsızlığındadır.


Saygın bilim insanlarımızı elbette tenzih ederim ama… Benim açımdan Şener Üşümezsoy sadece jeoloji profesörü değil, kahin'dir.

17 Ağustos'tan bugüne kadar bir kez olsun ıskaladığını görmedim.
Van'ı da çok önceden söylemişti, Elazığ'ı da, Akhisar'ı da, son olarak Seferihisar'ı da.


Ve şimdi diyor ki…
“Aydın-İkaria fayı kırılabilir.”
“İzmir Körfezi içinden, kordon boyunca yürüyen, Narlıdere ve Urla'ya devam eden bir fay var, bu fayda kırılma beklenebilir.”



Tarih vermiyor.
Verebilmesi mümkün değil.
Tarihi kimse bilemez.
Ama, adresler bunlar.


İkaria adası, Kuşadası'nın karşısında, Sisam'ın tam arkasında yeralıyor. Dümdüz fay hattını çiz… İkaria, Sisam, Kuşadası, Söke, Aydın'a uzanıyor, Nazilli'ye devam ediyor.

İkaria tarafında kırılırsa, nispeten zararımız az olur.
Ama Aydın tarafında kırılırsa, fena yıkılırız.
Kuzeyde Selçuk'u da yıkar, güneyde Didim'i de.


Topuklu efemiz Özlem Çerçioğlu'ndan rica ediyorum.
Bölgedeki tüm belediye başkanlarını toplayın, Profesör Şener Üşümezsoy'u davet edin, anlatsın.

Topyekün mücadelenin miladı olsun.

Kuşadası belediye başkanı gibi, Nazilli belediye başkanı gibi, İzmirli komşunuz Selçuk belediye başkanı gibi, örnek, genç, pırıl pırıl başkanlarımız var.
Bölgesel hazırlık için pırıltılı çözümler bulacaklarından eminim.
İlçe ilçe, tek tek boğuşmayalım.
Güçbirliği yapalım.


Seferihisar açıklarında kırılan fayın tahribatını gördük.
İzmir Körfezi'nde kırılması muhtemel fayı, varın siz hesap edin.

Korkalım diye yazmıyorum.
Bilimin rehberliğinde aklımızı kullanalım, halkı organize edelim, hazırlıklarımızı ona göre yapalım diye yazıyorum.


Yoksa, iş işten geçtikten sonra, enkazdan çıkarılan mucizelere sosyal medya hesaplarımızdan nazar boncuğu atmanın kimseye faydası yok.

Yılmaz Özdil

13/02/2023

Unutma...
Kanada'da tüm mühendisler mezuniyetlerinden itibaren iron ring denilen şu yüzüklerden takarlar...
Takmalarının nedeni 1907 yılında inşa aşamasında yıkılan ve 75 inşaat işçisinin ölümüne neden olan ilk quebec köprüsüdür köprünün yıkılma nedeni yanlış projelendirmeymiş ...
75 işçinin enkaz altında kalarak ölümüne neden olan köprünün çeliğini simgeleyen bu yüzük, mühendislik öğrencilerine mezuniyetleri sırasında özel bir törenle verilir ve ömür boyu takmaları beklenir.
Tahmin edebileceğiniz üzere yüzüğün amacı tüm mühendislere yükümlülüklerini, mesleki sorumluluklarını, insani bakış açısını, kısacası mühendislik disiplinini hatırlatmasıdır işinizi doğru yapmazsanız işte böyle olur der...
Bu bile Kanada'nın neden Kanada olduğunu, , elin oğlu tüm mühendislerinin kafasına 100 yıl boyunca vurmakta beis görmüyor çünkü amaç günü kurtarmak değil, geleceği kurtarmak...
Alıntı

09/02/2023

26/01/2023

Soğuk bir Ocak sabahı, bir adam Washington DC'de bir metro istasyonunda, kemanla 45 dakika boyunca altı tane Bach eseri çalar. Bu süre içinde, çoğu işe yetişme telaşındaki yaklaşık bin kişi kemancının önünden geçip, gider.

Kemancı çalmaya başladıktan ancak üç dakika kadar sonra, ilk kez orta yaşlı bir adam kemancıyı fark edip, yavaşlar ve birkaç saniye sonra da gitmek zorunda olduğu yere yetişmek üzere yine hızla yoluna devam eder.

Kemancı ilk bir dolar bahşişini bundan bir dakika kadar sonra alır.
Bir kadın yürümesine ara vermeksizin parayı kemancının önüne koyduğu kaba atarak, hızla geçer, gider.

Birkaç dakika sonra, bir başka adam duraklayıp, eğilerek dinlemeye başlar ancak saatine göz attığında işe geç kalmamak için acele ettiğini belirten ifadelerle hızla yoluna devam eder.

En fazla dikkatle duran ise üç yaşlarında bir oğlan çocuğu olur.
Annesinin çekiştirmelerine rağmen, çocuk önünde durur ve dikkatle kemancıya bakar. En sonunda annesi daha hızlı, çekiştirerek çocuğu yürümeye zorlar.

Kemancı çaldığı süre içinde 32 dolar toplar. Çalmayı bitirdiğinde ise sessizlik hakim olur ve kimse onun durduğunu fark etmez, alkışlamaz.

Hiç kimse onun dünyanın en iyi kemancısı Joshua Bell olduğunu ve elindeki 3,5 milyon dolarlık kemanla, yazılmış en karmaşık eserleri çaldığını anlamaz. Oysa Joshua Bell'in metrodaki bu mini konserinden iki gün önce New York'da verdiği konser biletleri ortalama 300 dolara satılmıştı...

Bu gerçek bir hikayedir ve Joshua Bell'in öylesine bir kılıkla metroda keman çalması, Washington Post gazetesi tarafından algılama, keyif alma ve öncelikler üzerine yapılan bir sosyal deney gereği kurgulanmıştır.

Sorgulanan şeyler; Sıradan bir yerde, uygunsuz bir saatte güzelliği algılayabiliyor muyuz? Durup ondan keyif alıyor muyuz? Beklenmedik bir ortamda, bir yeteneği tanıyabiliyor muyuz? İdi...

Bu deneyden çıkarılacak kıssadan hisse ise,

DÜNYANIN EN İYİ MÜZİSYENİ, DÜNYADAKİ EN İYİ MÜZİĞİ ÇALARKEN
ÖNÜNDE DURUP DİNLEYECEK BİR DAKİKAMIZ DAHİ YOKSA, BAŞKA NELERİ KAÇIRIYORUZ ACABA ?🙏

15/01/2023
09/01/2023

EVLİLİKTE YAPILAN EN BÜYÜK HATA

Kazak almak için bir mağazaya girmiştim sanırım kış aylarının başıydı. Ben bakarken yanıma bir kadın geldi o da bakmaya başladı. Onun arkasından da bir adam geldi kadını beklemeye başladı. Kadın döndü "şunu mu deneyim şunu mu" diye sordu. Adam hayatımda duyduğum en iğrenç kahkahayı patlatıp "ne fark eder ikiside yakışmayacak sana" diye cevap verdi.

Kadın ile göz göze geldik o an. Kızardı, gözleri doldu, elindekileri bırakıp oradan gitti. Peşinden gidip sarılmak istedim kadına, "üzülme ne olur çok güzelsin" diye teselli etmek istedim ama yapamadım işte.

Bir arkadaşım anlatmıştı yine. Eşinin kendisini devamlı başka adamlar ile kıyasladığını, dizilerde gördüğü adamları örnek gösterip "bak şunlar gibi ol" dediğini, en ufak hatasında onu beceriksiz, işe yaramaz ve kötü baba olmak ile suçladığını ve bunun kendisini çok yorduğunu söylemişti.

Evliliklerin bitme sebeplerinin temel nedenlerine baktığım zaman hep "beklenti" eşiğinin fazla tutulmasından dolayı olduğunu görüyorum. İnsanlar artık "en iyisini" kendisinin hak ettiğini düşündükleri için evin içinde de en iyisi (!) dolaşsın istiyorlar.

Koridorda Adriana Lima ile karşılaşmak isteyen adamların İlyas Salman'dan hallice olmaları ayrı ironi, Vehbi Koç gibi başarılı adam bekleyen kadınların da en büyük başarısının biten şampuana su koymayı akıl etmesi ayrı ironi.

Bir çocuğun çizdiği resime "bu ne kadar kötü bir resim, hiç o dağlar kırmızı olur mu, kalem öyle mi tutulur, hem sen neyi becerebiliyorsun ki zaten" dediğiniz zaman mı yoksa, "dağların kırmızı olabileceği hiç aklıma gelmemişti ne güzel hayal gücün var, kalemi şöyle tutsan sanki daha güzel şeyler ortaya çıkacak" diye motive etmek mi onun başarısına katkı sağlar?

Biz genelde birinciyi seçiyoruz. Karısının fazla kilosundan şikayetçi olan "hayvan gibi oldun" diyerek ona kilo verdireceğini zannediyor. Ya da kocasının sorumsuz olmasından şikayetçi olan kadın "bi işi de düzgün yap" dediği zaman adama o gün bir aydınlanma geleceğini falan düşünüyor.

İletişim kurmayı bilmiyoruz toplum olarak. Okullarda yabancı dil dersinin yanına gönül dilini de eklemek lazım belkide. Çünkü en yabancısı olduğumuz konu artık gönül almak oldu.🙏🙏💖💖

Ezgi Akgül

30/12/2022

Misafirin yanında dayak yemeyeceğini bildiği için sınırları zorlayan çocuktaki cesaret kimsede yok.. şimdilerde çocuğa hiperaktif deniyor.. bizim zamanımızda götünde kurt var deniyor
Kavgaların en çok 'ne bakıyon len' diye çıktığı bir ülkede, otobüslere karşılıklı koltuk yapmak çok mantıklı gerçekten..
Dişini fırçalayan erkeği bulmuş da, macunu ortadan sıkmayanını istiyor. Bak bak lükse bak..
Arabada kemer takmak zorunluyken otobüslerde milletin ayakta gidebilmesini
bana bir anlatın..
Türklere özgü ikna şekli, ölümü gör..
Bazen başımı alıp gidesim geliyor ama Müge Anlı 'dan korkuyorum beni de bulur diye..
Asansör çağırma tuşuna defalarca basarak daha hızlı geleceğini zanneden tek milletiz..
Annem beni ders çalışırken gördü, gözleri yaşardı, bıraktım ders falan çalışmıyorum. Ondan değerli mi, kıyamam ben ona..
Kulağımda kulaklık var, dürtüp müzik mi dinliyorsun diyor. Yok kuleden iniş izni istiyorum. Pilotum ben..
Pizzayı yuvarlak yapıp üçgen kesip kare kutuya koyanla, evleri kare ve dikdörtgen yapıp adını daire koyan kişi aynı kişi olmalı..
Eve gelen misafirin tuvalet var mı diye soruşuna ayar oluyorum. Yok biz poşete yapıp karşı apartmanın damına atıyoruz..
Anneme, anne ben evlatlık mıyım dedim.
''Öyle bişey olsa seni mi seçerdik'' dedi.
Haklı kadın..
Gözleri aşka gülen en taze sögüt dalsın diyor şarkıda. Bu hayatımda duyduğum en kibar,
en naif ODUNSUN deme şekli..
Her ne yapıyorsun diye sorduğumda napiim sen napıyorsun diyen Bir arkadaşım var.
Yıllardır ne yaptığını bilmiyorum..
27653941 keredir diyorum size, şu sayıları okumuş gibi yapıp geçmeyin diye..
Sadece Türklere özel bir ağırlık birimi
"'gavur ölüsü gibi'"
Fırıncı bana sıcak ekmek veriyorum dedi.
Abi nasıl olsa eve gidince annem bayatları yedirecek dedim. Sarıldık ağlaştık
Bizler arkası gelmez dertlerimin şarkısını söylerken göbek atan bir toplumuz.
Kimse bana normal olduğumuzu söylemesin.Yemem..
İnsanımız gariptir. Camı siler ayna gibi oldu der, aynayı siler cam gibi oldu der..
En iyi tedavi şekillerimizden biri, git bir elini yüzünü yıka..
Pazarda çocuğunu kaybedince feryat figan ağlayan, buluncada öldüresiye döven anne,
Türk annesidir.🙏🙏💖💖 Suat Turan

25/12/2022

2 Mart 2012'de Afrika'daki bir insanın ölümünün ardından, akıllara durgunluk veren bir olay oldu...Lawrence Anthony adında bir çevre korumacı, Afrika'da yaşadığı evde ani bir kalp krizi geçirdi ve vefat etti...
Fillerle iletişim kurabilmesiyle, kontrol edilemez derecede agresif filleri sakinleştirmesiyle bilinen Anthony, birçok filin hayatta kalmasını sağlamıştı...
Şaşırtıcı olan olay ise, Anthony'nin ölümünden 12 saat sonra yaşandı...Evine, kurtardığı fillerden bir grup tek sıra halinde yürüyerek geldi. 12 saatlik mesafeden geldiği sanılan bu filler, 2 gün boyunca evinin etrafında kaldılar...
Bir gün içerisinde başka bir yerden bir fil sürüsü daha geldi, onların da katettiği mesafeye bakıldığında, yola Lawrence Anthony'nin öldüğü an çıktığı anlaşıldı...Bu iki fil sürüsü, kendilerine bakan, iletişim kurabildikleri, sevdikleri insanın ölümüne yas tutmaya gelmişlerdi...
Filler, ölüme yas tutan ender hayvanlardan biri...
Ölü fil gördüklerinde kendi gruplarından olsun olmasın, yas tutar, bedeni açıkta kaldıysa üzerini dallarla ve yapraklarla örterler...
Aynada kendilerini tanır, suyu daha sonra içebilmek üzere çukurlara gömer, ve inanılmaz bir hafızaya sahiptirler...Anlaşılan o ki, bağlantı kurdukları bir kalbin durduğunu kilometrelerce öteden hissedecek kadar hassaslar...
Anthony'nin öldüğünü nasıl anladıkları bir soru işareti, ama aynı zamanda da gelişleri, kalbin enerjisinin/iletişiminin tür farkı gözetmeksizin, çok geniş bir alana yayıldığının da kanıtı...
Mart 2014..
Bilim, Uzay ve Teknoloji haberleri için mobil uygulamamızı indirin: http://bit.ly/2Z4yl4o

24/12/2022

Rusya'nın doğusundaki Sahalin Adası'nda çekilen bu görüntü, yukarıdan bakıldığında dev bir insan gözüne benzeyen çamur volkanı adı verilen inanılmaz bir doğa olayını gösteriyor.

İngiliz Daily Mail gazetesi ise, yanardağın ortasındaki yuvarlak bir noktanın gözbebeği gibi göründüğünü, etrafı çamur renginde kahverengi bir iris ile çevrili olduğunu belirterek, bu yanardağa " Pugachevsky” denildiğini duyurdu.Dünyadaki en ünlü çamur volkanlarından biridir.

Bu fotoğrafı çeken 40 yaşındaki Rus fotoğrafçı Mihail Mihaylov, hayatı boyunca hiç böyle bir yanardağ görmediğini belirterek, dünyada çok fazla çamur volkanı olduğunu ancak hiçbirinin insan gözüne benzemediğini kaydetti. , ve ekledi, "Kesinlikle nadir görülen bir fenomendir."

Elektronik ansiklopedi "Wikipedia"ya göre çamur volkanları, sıvıların ve gazların jeolojik salgılarıyla oluşan oluşumlardır.

Mai Siyah

Address

Dikmen Caddesi 117/3
Çankaya
06520

Opening Hours

Monday 14:00 - 01:45
Tuesday 14:00 - 19:00
Wednesday 14:00 - 19:00
Thursday 14:00 - 19:00
Friday 14:00 - 19:00
Saturday 14:00 - 19:00

Alerts

Be the first to know and let us send you an email when Uzman Psikolog M.Nilgün Bulhaz posts news and promotions. Your email address will not be used for any other purpose, and you can unsubscribe at any time.

Share

Category

Our Story

M.Nilgün Bulhaz Kimdir ? Hacettepe Üniversitesi Psikoloji Bölümünden Yüksek Lisans derecesi ile mezun olduktan sonra SSK Ankara Hastanesi Psikiatri ve Nöroloji kliniklerinde 8 sene klinik Psikolog olarak çalıştı. Nörotik hastaların tedavi sonrası aynı ortama döndükleri için iki- üç ay sonra tekrar tedaviye geldiklerinden hareketle Çocuk Psikolojisine yöneldi ve DSİ kreşinde Uzman Psikolog, ODTÜ Anaokulunda yönetici ve Uzman Psikolog olarak çalıştı. ODTÜ Kolejinde Anasınıfları yöneticisi ve PDR Uzmanı olarak görev yaptı. Daha sonra 8 sene Ankara Üniversitesi Özel Okullarında PDR Uzmanlığı ve Lise Müdürlüğü yaptı. 2011 yılında kendi merkezini açan Uzman Psikolog M. Nilgün Bulhaz Balgat’taki merkezinde danışanlara hizmet vermektedir. HAKKIMIZDA Ruh sağlığımız en az beden sağlığımız kadar önemlidir. Şehirleşme, modern ve hızlı hayata geçiş, ekonomik ve sosyal alandaki belirsizlikler, sosyal bağların zayıflaması, ruh sağlığı ile ilgili sıkıntıları da beraberinde getirmektedir. Yaşamımızın daha işlevsel ve mutlu devam edebilmesi için ruh sağlığına gerekli önem verilmeli ve destek almaktan çekinilmemelidir. BULHAZ Grup Psikolojik Danışma ve Rehberlik Merkezi, ihtiyaç duyulan kaliteli ve bilimsel tedavi hizmetini karşılamak üzere kurulmuştur. Danışanlarının sorunlarına titizlik ile yaklaşan, doğru tanıya uygun bilimsel yöntemlerle cevap veren uzmanlarımız, “kişiye özel sağlık” anlayışı ile olması gerekeni BULHAZ Grup Psikolojik Danışma ve Rehberlik Merkezi’nin farkıyla ortaya koymaktadır. Danışanlarımızın anlaşıldıklarını hissetmeleri ve uzmanlarımıza güven duyabilmelerini sağlamak için her türlü çaba ve dikkat gösterilmektedir. Uzman Psikolog M.Nilgün Bulhaz