17/11/2025
"... yaş almak, ruhun sönmesi anlamına gelmez. Bizde sorun yaşta değil; yaş almış insanı hayata bağlayacak zihinsel, sosyal ve kültürel altyapının eksikliğindedir."
BEZGİN YAŞLANMA
Doç. Dr. Şafak Nakajima
Geçende People dergisinde okuduğum bir yazıda, Morgan Freeman’ın 88 yaşında olmasına rağmen hâlâ film projeleriyle, yeni rollerle ve golf sahalarıyla meşgul olmasının, 93 yaşında film yöneten yakın arkadaşı Clint Eastwood’un bir sözünden aldığı ilhamla bağlantılı olduğu anlatılıyordu. Eastwood’un ona söylediği “Don’t let the old man in” yani “yaşlı adamı içeri alma” sözü, içimizde yaşlanmayı kabul edip pasifleşen yanımızı büyütmemek anlamına geliyor.
Pasifleşme yalnızca ruh hâlini değil, fiziksel ve zihinsel sağlığı da etkiler. Hareketsizlik kalp-damar hastalıklarını, kas güçsüzlüğünü, denge bozukluklarını ve kemik erimesini hızlandırır. Aynı şekilde, zihinsel faaliyetlerin azalması da unutkanlığı artırır; depresyon, anksiyete, bilişsel yavaşlama ve demans riskini yükseltir. Yaşlılıkta beyin aktivitesinin en az fiziksel hareket kadar hayati olmasının nedeni budur. Zihin durdukça kişi yalnızca düşünsel olarak değil, ruhsal ve biyolojik olarak da çökmeye başlar.
Bizim toplumumuzda ise “ununu eleyip eleğini asma” hevesi yaygındır; çoğu kişi en büyük hayalini, hiçbir şey yapmadan oturacağı günlerin gelmesi olarak kurar. Kırklı yaşlarda emekli olup tamamen kenara çekilmek ister. Ancak son yıllarda ekonomik krizin etkisiyle bu hayal sürdürülebilir olmaktan çıktı. Birçok kişi ileri yaşlarda bile ağır işlerde çalışmak zorunda kalıyor. Bunun yaşlılık algısından ayrı düşünülmesi gerekir.
Yaş ilerledikçe hiçbir şey yapmamak ya da yapamayacağına inanmakta maddi imkânsızlıkların payı büyüktür. İnsanlar hayatlarını çoğu zaman temel ihtiyaçların peşinde geçirdiği için bir hobiye, bir kursa, bir sosyal faaliyete, bir seyahate hatta bazen yalnız kalıp kendini dinlemeye bile kaynak ayıramaz. Yıllar böyle geçince imkânsızlık insanın ufkunu kapatan bir duvar hâline gelir.
Yine de sorunun yalnızca ekonomik olmadığını düşünüyorum. İnsanlık tarihinde bilgiye ilk kez bu kadar kolay ulaşılabilirken ileri yaşlarda öğrenmeye, gelişmeye ve yaratıcılığa ilgisizliğin çok daha erken yaşlarda başladığını görüyorum. Bizde eğitim sistemi merakı beslemez; çocuklar soru sormayı değil, susup doğru cevabı ezberlemeyi öğrenir. Bu durum yeni şeyler keşfetme isteğinin küçük yaşta zayıflamasına yol açar. Öğrenmek bir zevk değil, yük gibi görülür. Yaş ilerledikçe bu alışkanlık daha da belirginleşir; “Ne uğraşacağım?” cümlesi merakın yerini alır.
Yaşlılığa yönelik önyargılar da bizde oldukça yaygındır. Belirli bir yaşı geçen kişiye toplum çoğu zaman açık ya da örtük biçimde “Artık yapamazsın” mesajı verir. Yaş, yalnızca bir sayı olmaktan çıkar, bir sınır hâline gelir. İnsanların üretmesi, öğrenmesi, yeni bir şey denemesi çoğu zaman desteklenmez. “Sen otur, dinlen” demek bile çoğu kez nazik bir kenara çekme biçimidir.
Yaş almış insanlar için tasarlanmış, zihni canlı tutan, erişilebilir ve yaratıcı etkinliklerin azlığı da önemli bir eksikliktir. Kendine uygun alan bulamayan kişi içe kapanır; ev dört duvar olur, dört duvar da insanın içini boğar.
Bir de ‘anlamlı tecrübeye’ dayalı bilgiye verilen düşük değer vardır. İnsanların yıllar boyunca edindiği birikim çoğu zaman merak uyandırmaz. Yaşlıların tecrübeleri dinlenmez, konuşulmaz, paylaşılmaz. Aktaracak alan bulamadıklarında içlerindeki canlılık da yavaş yavaş söner. “Benim sözümün bir kıymeti yok” duygusu insanı hayattan uzaklaştırır.
Tüm bunlar bir araya geldiğinde, bizim toplumda merakı azalmış, içine çekilmiş ve umudu kırılmış bir yaşlanma hâli ortaya çıkar. Ben buna “bezgin yaşlanma” diyorum. Oysa yaş almak, ruhun sönmesi anlamına gelmez. Bizde sorun yaşta değil; yaş almış insanı hayata bağlayacak zihinsel, sosyal ve kültürel altyapının eksikliğindedir.
🌐 www.safaknakajima.com