Prof. Dr. Kutay Biberoğlu

Prof. Dr. Kutay Biberoğlu Such is life.. Kadın Sağlığı Kliniği

https://youtu.be/s_Ea1vDpC80ALKOL KANSER RİSKİNİ ARTIRIR MI?Geçtiğimiz haftalarda (23-29 Haziran) kanser önleme aktivite...
13/07/2025

https://youtu.be/s_Ea1vDpC80

ALKOL KANSER RİSKİNİ ARTIRIR MI?

Geçtiğimiz haftalarda (23-29 Haziran) kanser önleme aktiviteleri olduğu için son bir kaç yılda artık kesinleşen alkol / kanser bağlamını vurgulamak istiyorum.

Sigara ve alkol tarihsel olarak topluma bir zenginlik ve prestij sembolü olarak sunulmuş ve özendirilmiştir. Eski Hollywood ve Yeşilçam filmlerini hatırlarsanız neredeyse her ikisinin de bulunmadığı tek bir film karesi bile yoktur. Sigaranın on yıllardır özellikle akciğer kanseriyle ilişkisi (22 kat artış) kanıtlanmışken alkolün “damar açıcı”, böylece kalp damar hastalıklarından koruyuculuğu bile savunulmuş ve adeta belirli bir dozun altında kullanımı bile önerilmiştir. Bugün artık her ikisinin de en az dozda bile sağlığa zararlı olduğu kanıtlanmıştır. Kanser açısında alkol sigaradan bile daha zararlıdır.
Bu gerçeklere karşın neden hala ülke yönetimleri halklarının sağlıklarını korumak için sigara ve alkol üretimini ve satışını yasaklamıyorlar? Elde edilen vergi gelirinden vaz geçilememesi, para ve insan sağlığı açmazında siyasetin iki yüzlülüğünün en çarpıcı örneğidir. Öte yandan sağlığa zararlı olduğu gerçeği bilinerek dünya üzerinde büyük bir insan grubunun sigara ve alkol tüketiminin keyif verici etkisinden vazgeçmek istememesi, siyasetcilerin bu paradoksu bir özgürlük konusu olarak değerlendirmesine fırsat yaratmaktadır.

Riskler nelerdir?
Alkol, karaciğer hastalıkları (siroz, yağlı karaciğer, alkolik hepatit), pankreatit, enfeksiyon hastalıkları, kalp damar hastalıkları ve demans-bunama başlangıcının da içinde bulunduğu pek çok hastalığın nedenidir. Birleşik Kırallıkta 15-49 yaş grubunun en büyük ölüm, hastalık ve engellilik nedeni alkoldür. Tüm yaş gruplarında beşinci en büyük risk faktörüdür.
Uluslararası Kanser Araştırmaları Ajansı insanlarda alkolün kanser yaptığını destekleyen yeterli kanıtların elde olduğunu açıklamıştır. Artan kanser türleri yemek borusu, ağız, yutak, gırtlak, meme, karaciğer, mide ve barsaktır. Diğer kanıtlı kanser yapıcılar ultraviyole radyasyon ve tütündür. Bunlardan ilk beş tanesi en düşük dozda alkol tüketimi ile bile uyarılabilir. Günde 2 veya daha çok sayıda (30 gm ve üzeri) alkollü içecek barsak kanserinden, 3 veya daha fazlası (45 gm ve üzeri) mide ve karaciğer kanserinden sorumludur.

Alkol hangi mekanizma ile kanser yapar?
Ethanol yani etil alkol karaciğerde yıkılarak asetaldehid denilen ve genleri oluşturan hücrenin yönetim molekülü DNA’yı (deoksi-riboz-nukleik asid) tahrip eden toksik bir kimyasala dönüşür. Hücreleri tamir eden böylece kanser hücresi gelişimini önleyen DNA artık işlevini yapamaz.
Alkol aynı zamanda besinlerdeki ve çevremizdeki diğer karsinojenlerin taşınmasına da yardımcı olur. Örneğin alkol alırken aynı anda sigara içenlerde (keyif açısında ayrılmaz kabul edilen ikili) alkolün ağız ve boğazda yaptığı travma, sigaranın doku içine penetrasyonunu hızlandırmaktadır. Bu nedenle alkol ve sigara birlikteliği, ayrı ayrı her birisinin kanserojen etkisinden daha fazla olumsuzluk taşımaktadır.
Alkol estrojen düzeylerini artırarak başka bir kanserojen olan insülin direncine yol açmaktadır. Alkol kötü beslenmeye, vitamin ve minerallerin yeterince emilmemesine, düşük folik asit düzeylerine, böylece dokuların DNA harabiyetine neden olmaktadır.

Tüketilen alkol tipi önemli mi?
Önemli olan etil alkolün miktarı olduğundan bira, şarap veya diğerlerinin ne olduğuna bakılmaksızın zararlı oldukları söylenebilir.
Özellikle kırmızı şarabın içindeki antioksidan nitelikli Resveratrol deneysel çelışmalarda kanserden koruyucu bulunmuştur. Ancak insanda doku emilim düzeyi hiç bir zaman koruyucu etki yapabilecek kadar yüksek bulunmamıştır. Toplumsal çalışmalar da Resveratrol (ister alkol ister ek gıda desteği olarak) ile kanserden korunma arasında hiç bir bağ göstermemiştir.

Sağlıklı olmak için gerekenler
*ideal vücut ağırlığı
*fiziksel aktivite
*taneli tahıl, sebze, meyve, fasulyegiller
*hazır yemeklerden uzak durmak
* sınırlı kırmızı ve işlenmiş et tüketimi
* tatlandırıcı içeceklerden uzak durmak
* alkol tüketiminden uzak durmak
*”kanser önlemi” için tüketilmesi önerilen “destek ürünlerinin” tümünden uzak durmak
*doğrudan güneş ışınından uzak durmak
*tütün tüketmemek

Bugün toplum sağlığını ilgilendiren önemli bir konudan alkolün zararlarından konuştuk. Sağlıkla, özellikle kadın sağlığı ile konularda www.drkutaybiberoglu.com, youtube.com/, instagram.com/prof.dr.kutaybiberoglu,
www.facebook.com/profdrkutaybiberoglu, doktorsitesi kaynaklarından blog yazılarına ve VBlog sunularına ulaşabilirsiniz.

Prof. Dr. Kutay Biberoğlu

13.07.2025

Ankara

Alkol önceden sanıldığı ve lanse edildiği gibi damarları açmaz, kalp hastalıklarını azaltmaz. Aksine kanser riskini, kalp damar hastalıklarını, demans- bunam...

https://youtu.be/FzHXk20sjO4VAJİNAL KURULUKÇok sık karşılaşılan, ağrıya dolayısıyla yaşam kalitesinin bozulmasına yol aç...
12/06/2025

https://youtu.be/FzHXk20sjO4
VAJİNAL KURULUK
Çok sık karşılaşılan, ağrıya dolayısıyla yaşam kalitesinin bozulmasına yol açan bir kadın sağlığı sorunu olan va**nal kuruluk, hormon eksikliği (özellikle estrojen), emzirme, bazı ilaçların kullanımı ve menopoz nedeniyle ortaya çıkabilir.
Normalde va**na örtüsü kayganlaştırıcı bir sıvıyla ıslanan kalın ve elastik bir yapıdır. Nemlenmeyen bir va**na örtüsü, otururken, spor yaparken, idrar yaparken ve özellikle cinsel ilişkide kuruluğa yol açar. İç çamaşırı giymek, oturmak, yürümek gibi günlük aktiviteler bile dış cinsel organlarda rahatsızlık nedeni oluşturur.
Kadınların yüzde 17’sinde 18-50 yaş aralığında görülebilir. Sıklıkla estrojen hormonunun eksikliğine yol açan aşağıdaki durumlarda yakınma nedeni olur.
1. Emzirme ve doğum sonrası
2. Doğum kontrol hapları veya diğer hormonal korunma yöntemleri
3. Kemoterapi ve hormon ilaçları dahil kanser tedavileri
4. Şeker hastalığı (diabetes mellitus)
5. Rahim uru (myom) veya endometriosis tedavisi amacıyla verilen estrojen salgısını baskılayan tedaviler
6. Depresyona karşı verilen bazı ilaçlar
7. Allerjik durumlara (göz kaşınması, burun akıntısı vb.) karşı verilen anti-histaminik ilaçlar
8. Overlerin (yumurtalıkların) cerrahi olarak çıkarılması
9. Tüm vücutta kuruluğa yol açan otoimmün (bağışıklık sistemiyle ilişkili) bir hastalık olan Sjogren sendromu
10. Cinsel ilişkide va**nal kuruluk durumunda seksüel olarak uyarılamama sorunu
11. Banyo ve duş alırken va**na içinin temizlik ve hijyen adına yıkanması
12. Va**na ve çevresinin “güya temizlik/hijyen amaçlı” parfüm, boya, koku katkılı sabun, sprey ve benzeri lavaj sıvılarıyla yıkanması
13. Menopoz sonrası estrojen eksikliğine bağlı atrofi (va**na örtüsünün incelmesi)
Cinsel ilişki sürecinde va**nal kuruluk
Ön sevişme ile va**nal ıslaklığın oluşmasına fırsat verilmeden pen*sin va**naya penetrasyonu girişimi sürtünmeye bağlı ağrı ve acıya yol açar. Refleks olarak va**nayı çevreleyen kasların kasılması penetrasyonu daha da zorlaştırarak, özellikle cinsel ilişkiye zorlanarak devam edilmesi durumunda, sorunu kısır döngüye sokar ve süreç vajinismusa kadar ilerleyebilir. Cinsellikle ilgili baskılanmış ön kabuller / tabular, partnerler arasında olası anlaşmazlık ve uyumsuzluklar, isteksizlik / utanma / deneyimsizlik / bilgisizlik kısır döngüsü va**nal kuruluğun ve vajinismusun ana nedenlerindendir. Benzer sorunların nedeni tarafların cinsel organlarının anatomisi ile ilişkisiz ve psikoseksüel kaynaklı olduklarından çiftin kendilerinin sorunu çözme gayretleri yerine mutlaka birlikte ve mutlaka psikoseksüel sorunlar konusunda deneyimli profesyonel psikolojik yardım almaları hayati önem taşır. Kızlık zarının ya da va**nanın darlığı ve şekil bozukluğu gibi nedenlerle önerilebilecek (hatalı şekilde) cerrahi veya benzeri girişimlerin yararlı olmak yerine aksine sorunun kronikleşmesine yol açması olasılığı çok yüksektir.
Va**nal kuruluk kendisini nasıl hissettirir?
1. Va**nada yanma ve kaşınma
2. Cinsel ilişkide va**nal kanama
3. Cinsel ilişkiye karşı isteksizlik
4. Va**na girişine komşu dış cinsel organlarda acıma
5. Tekrarlayan idrar yolu enfeksiyonları veya mantar enfeksiyonları
6. Sık idrara çıkma hissi
Tanı nasıl konulur?
Hastanın öyküsünü dinleyerek ve va**nal pelvik muayene yapılarak tanı konulur. Kan testi ya da ultrason ile va**nal kuruluk tanısı konulamaz.
Tedavi
Tanıya gore tedavi değişecektir. Kullanılmakta olan ilaçlara bağlı ise kuruluktan sorumlu ilaçların kesilmesi yeterlidir. İlaçlar kesilemiyorsa va**nal estrojen krem ya da va**nal estrojen tabletler eklenebilir. Menopoza bağlı estrojensizlik kaynaklı va**nal kurulukta yine lokal olarak estrojen krem ya da va**nal tablet kullanılabilir. Sıcak basması, terleme ve benzeri sistemik menopoz yakınmaları varsa lokal hormon tedavisi yerine ağızdan tablet, deriye yapıştırılan flaster, deriye sürülen jel, spray tarzında sistemik hormon tedavisi de uygulanabilir. Dehidroepiandrosteron (DHEA) adıyla estrojen gibi görev yapan hafif androjenik etkileri olan bir başka ilaç da va**nal tablet olarak kullanılabilir. DHEA libidoyu artırmak amaçlı da uygulanabilir. Estrojen kullanmaması gereken menopoz sonrası kadınlarda Türkiye’de olmayan ospemifene (Osphena) ağızdan hap şeklinde verilebilir.
Eczanelerde reçetesiz satılan va**nal, su ya da yağ bazlı nemlendiriciler ya da kayganlaştırıcılar da lokal olarak va**na içine uygulanabilir. Yağ bazlı kayganlaştırıcılar gebelikten korunma amaçlı kondomları olumsuz etkileyerek korunma etkinliğini azaltabilir. Yeterince sıvı almak genel olarak cilt kuruluğu için önerilenler arasındadır.
Uzun süre va**nal cinsel ilişkide bulunmamak da kuruluk nedenlerinden bir tanesi olabilir. Cinsel uyarılma tedavide etkili olacaktır.
Prof. Dr. Kutay Biberoğlu
12.06.2025
Ankara

18-50 yaş kadınlarda yüzde 20 sıklıkla Va**nal kuruluk yakınmasına rastlanır. Bu videoda nedenleri, tanı ve tedavisi anlatılmıştır

https://youtu.be/6TnSsEVBpKMwww.drkutaybiberoglu.comMeme kanserinin erken tanısı için görüntüleme yöntemleriMeme kanseri...
06/06/2025

https://youtu.be/6TnSsEVBpKM

www.drkutaybiberoglu.com
Meme kanserinin erken tanısı için görüntüleme yöntemleri

Meme kanseri kadın kanserlerinin en sık ve ölüme yol açan kanser türüdür. Meme kanseri cinsiyet ayırımı yapılmaksızın değerlendirildiğinde de tüm yeni tanı konulan kanser türlerinin en başında gelmektedir. Memeyi görülme sıklığına göre akciğer kanseri ve daha sonra kalın barsak kanserleri takip etmektedir. Erken tanıda gerek kadının kendisinin gerekse hekimin memeyi klinik muayeneyle periyodik olarak muayene etmesinden çok belirli zaman aralıklarıyla toplumsal görüntüleme taraması öneriliyor. Bir önceki vblog’da “https://youtu.be/ZwlVnRz6R80” vurguladığım gibi erken tanı için kadınların kendi memelerinin görüntülerindeki olası değişimleri sürekli şekilde izlemeleri ve kadının yaşına ve klinik özelliklere göre ultrasonografi, mamografi ve manyetik rezonans (MRI) görüntüleme yöntemleri ile tarama yaptırması önerilmektedir. Şüpheli durumlarda iğne biyopsisi ile alınan dokunun mikroskop*k incelemesi kesin tanıyı verecektir. Cerrahi olarak açık biyopsi ancak kitlenin tümüyle çıkarılması için yapılır.
Bilinçli bir kadının önceki görüntüye kıyasla memelerindeki yapısal farklılıkları saptayıp hekimini uyarması dışında çoğu zaman ilk şüphe, tarama mamografisinde yani meme filminde bir anormalliğin saptanmasıdır. Mamografide görülen anormallikler asimetri, mikrokalsifikasyonlar (mikro düzeyde kireçlenme noktacıkları), kitle veya dokuda yapısal (meme dokusunun yapısal mimarisinde) bozukluk şeklinde olabilir. Şüpheli bölgeden biyopsi almadan önce meme ultrasonografisi ve hatta gerekirse magnetik rezonans görüntüleme (MRI) gerekebilir.
Mamografi memelerin düşük doz x-ışını kullanılarak rontgeninin çekilmesidir. Mevcut yöntemler içinde erken evre meme kanseri tarama ve tanısında en değerli tanı yöntemi mamografidir. Tarama mamografisi hiç bir yakınması ya da bulgusu olmayan kadınların toplumsal olarak meme kontrolundan geçmesi amacıyla yapılırken tanısal mamografi eline meme kitlesi gelen, meme ucu akıntısı, öncekinden farklı meme görüntüsü, önceden olmayan tek taraflı meme yakınması ya da önceki tarama mamografisinde şüpheli bir bulgusu olan kadınlarda uygulanan mamografi işlemidir. Mamografi meme tümörlerinde görülebilen 100 mikrometreden daha küçük mikrokalsifikasyonları gösterebilir. Klinik olarak ele gelen meme kitlelerini 1-2 yıl kadar önceden mamografi ile tanıyabiliriz.
Teknolojik yenilikler örneğin dijital mamografi görüntünün kaydedilip depolanmasını, bilgisayar teknolojisi dijital görüntülerin büyütülmesini, tomosentez 3 boyutlu görüntüyü, böylece memenin daha ayrıntılı incelenebilmesini sağlar. Tomosentez daha çok 50 yaş altı ve yoğun meme dokusu olan kadınlarda ya da şüpheli bulgular mevcutsa tercih edilmektedir. Yoğun meme, meme dokusunun yağ dokusundan çok meme bez dokularından oluştuğu yapısal bir özelliktir.
Meme yoğunluğu gerek klinik muayene ile gerekse mamografi ile erken meme kanseri tanısını güçleştirir. Mamografik olarak meme dokusu yoğunluğu A, B, C, D şeklinde tanımlanır. Meme dokusunun yapısı neredeyse tamamı yağ dokusundan oluşan bez dokusunun minimal olduğu A grubundan neredeyse tamamının bezden oluştuğu, yağ dokusunun neredeyse olmadığı D grubuna kadar değişkenlik gösterir. A grubunda kanser erken tanı hassasiyeti yüzde 98 iken D grubunda mamografinin hassasiyeti yüzde 50-65 arasında deği-şmektedir. Diğer bir deyişle yoğun meme dokusu, meme kanseri erken tanı hassasiyetini önemli ölçüde azaltmaktadır. Tanısal hassasiyet yanında ayrıca meme kanseri oluşum riski de yoğun memede (D) yağdan oluşan (A) memeye kıyasla 4 kez daha yüksektir.
Tarama mamografisi sayesinde bir kadının meme kanserinden ölüm olasılığı, yaşa gore değişmekle birlikte yüzde 28 ile 65 arasında azalmaktadır. Bu durum görüntüleme yöntemlerinin meme kanserlerinin erken tanısında ve tedavisinde işe yaradığının bir kanıtı olarak değerlendirilmelidir.
Farklı ülkelerde farklı öneriler mevcutsa da genel olarak kabul edilen tarama mamografi uygulama stratejisi 40-50 yaş arasında (bazı ülkelerde 45-55 yaş) tarama mamografisinin yılda bir, 50-74 yaş arasında (55-74 yaş) 2 yılda bir yapılmasıdır. Mamografi taramalarına sağlıklı ve en az 10 yıl yaşam beklentisi olan kadınlarda 75 yaş ve üzerinde de devam edilebilirse de genel olarak kabul edilen görüş 75 yaşında mamografi taramasının durdurulmasıdır.
Türkiye’de Sağlık Bakanlığı 40-69 yaş arasında her 2 yılda bir tarama mamografisini ücretsiz olarak kadınların hizmetine sunmaktadır. Neden bir değil de 2 yılda bir ya da neden 70 yaşına kadar tarama önerildiği konusu bilgim dışındadır.
Mamografi raporlaması uluslararası bir sınıflamayla yapılır.
• BI-RADS 0 – Ek görüntüleme gerekir
• BI-RADS 1 – Negatif (kanser riski 10.000 de 5) - 40 yaş ve üzerinde yıllık mamografiye devam (basit kist, fibroadenom)
• BI-RADS 2 – Kanser dışı iyi huylu bulgular - 40 yaş ve üzerinde yıllık mamografiye devam (basit kist, fibroadenom)
• BI-RADS 3 – Muhtemelen iyi huylu - kısa aralıkla (6 ay) izlem gerekli (kanser riski yüzde 2’nin altında muhtemelen biyopsi gerekmeyecek)
• BI-RADS 4 – Şüpheli anormallikler (kanser riski yüzde 25-50) – çoğu iyi huylu, biyopsi gerekebilir)
• BI-RADS 5 – Yüksek olasılıkla kötü huylu tumor (kanser riski yüzde 75-99) – biyopsi gerekli hatta negative ise yeterli örneklemeden emin olmak için tekrarı gerekebilir
• BI-RADS 6 – Bilinen kanser – gerekli tedavi yapılmalı
Kanser tedavisini takiben (cerrahi/kemoterapi/radioterapi) 6-12 ay ara ile mamografi takibine devam edilmelidir. Meme implantı olan kadınlarda görüntüleme takibinde MRI gerekebilir.
Klinik muayenede anormallik şüphesini takiben yapılan mamografi ve ultrasonografinin normal olmasına rağmen kanser çıkma olasılığı yüzde 1-3’tür. Yanılma nedenleri arasında dens meme dokusunun tümörü maskelemesi, görüntüleme sırasında yapılan pozisyon/teknik hatalar, yorum hatası, kanserin tip*k bulgu göstermemesi veya lezyonun yavaş büyümesi sayılabilir. Aslında kanser olmadığı halde tarama görüntüleme yöntemlerinin yalancı pozitiflik oranı (kanser olmadığı halde kanser için şüpheli olarak yorumlanması) her 1000 kadında 4-7 arasındadır.
Dijital meme tomosentezi diğer ismiyle 3 boyutlu (3D) mamografi aynen 2 boyutlu (2D) klasik mamografi gibi çekim sırasında kadınların mamografiden nefret etmelerinin nedeni olan memelerin basınç uygulanarak yassılaştırılması işlemini gerektirir. Aslında sadece bir kaç dakika daha uzun sürmesi dışında bir fark olmadığı için kadınlar 2D ile 3D’yi birbirlerinden ayırdedemezler. Dijital tomosentezde 1 mm incelikte kesitler halinde yani daha hassas şekilde meme dokusu incelenebilir, dolayısıyla yalancı pozitif ya da yalancı negatiflik oranları standart 2D mamografiden daha düşüktür.
Meme ultrasonu kistik ve katı kitleleri birbirlerinden ayırt etmek, aynı zamanda biyopsi gibi girişimsel işlemlere rehberlik etmek amaçlarıyla kullanılıyor. Böylece saptanan bir kitlenin kistik olduğunun gösterilmesi kitleden parça alma gereğini ortadan kaldıracaktır. Normal bir mammogram ve normal bir ultrasonun birlikte bulunması yüzde 98’in üzerinde bir doğrulukla memede bir sorun olmadığını belirler. Ultrasonun mamografiye eklenmesi tanı doğruluğunu (hassasiyetini) artırır.
Magnetik rezonans görüntüleme (MRI)
MRI dens memesi ve özellikle ailede meme kanseri öyküsü olan yüksek riskli genç kadınlarda önerilir. Yüksek yalancı pozitiflik oranı dolayısıyla kanser olmadığı halde gereksiz biyopsi alınması önerisi daha yüksektir. Yüksek rezolüsyonlu dinamik kontrastlı MRI meme kanseri tanısında yüzde 95-100 hassas bir yöntemdir. Damar içine gadolinium bazlı kontrast ajan verilmesini, klostrofobiyi ve daha uzun cihaz içinde kalmayı gerektirir.
Komputerize (bilgisayarlı) tomografi (CT)
Bir miktar radyasyona maruz bırakan CT olası kanser yayılımında ve MRI yapılamayan kadınlarda uygulanabilir.
Kanser tanısı almış kadınlarda kanserin yayılımını yani evresini saptamak için positron emisyon tomografi (PET) ve sintimamografi gerekir.
Meme biyopsisi
Görüntüleme rehberliğinde vakumlu kalın iğne ile kitlenin üzerini örten ciltten geçilerek yapılan biyopsi, cildi cerrahi olarak açarak kitlenin tümüyle çıkarıldığı açık meme biyopsisine tercih edilmektedir.
Meme kanseri tedavisinde tümörün çapı, cerrahi sınırda tümor olup olmadığı, estrojen ve projesteron reseptörü bulunup bulunmadığı, mikroskop*k tümör özellikleri (histolojik tümör şiddeti), lenf ve damar tutulumu durumu vb. değişiklikler önemlidir. HER2 (human epidermal büyüme faktör reseptörü 2) araştırması da ilaç tedavisi seçiminde önem arzeder. Böylece tumor tanımlanırken hormon reseptör pozitif, HER2 pozitif veya üçlü negatif (ER/PR/HER2 negatif) şeklinde sınıflanır. Tedavi seçiminde bu ayırımın çok büyük önemi vardır.
Meme kanseri tipleri ve tedavi yöntemleri bu bilgilendirmenin ilgi alanı dışındadır.
Bundan sonraki son bir söyleşiyle (meme kanseri risk faktörleri ve önlem) meme kanseri bilgilendirme seanslarını sonlandıracağım.
Hepinize iyi bayramlar. Tekrar görüşmek dileğiyle.
Sizden tartışılmasını istediğiniz konu seçiminde yardım bekliyorum.

Prof. Dr. Kutay Biberoğlu
05.06.2025
Ankara

İlk, Orta ve Lise Eğitimi: TED Ankara Koleji Tıp Eğitimi: Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi (HÜTF) Uzmanlık Eğitimi: HÜTF Kadın Hastalıkları ve Doğum Anabilim Dalı Uzmanlık sonrası Tıp Eğitimi: Amerika Birleşik...

21/05/2025

50 yaşından önce histerektomi yapılması (yumurtalıklar yerinde bırakılsa bile) kalp damar hastalık riskini önemli oranda artırıyor. Yumurtalıklar da alınmışsa ve ameliyat sonrası estrojen verilmş olsa bile risk yine de yüksek kalıyor. Sadece 60 yaşından sonra yapılan histerektomi ameliyatlarında risk artışı mevcut değil.

Early Hysterectomy Linked to Higher Cardiovascular Risk, Even With Estrogen Therapy
A study of 239,907 women from the Nurses’ Health Study (NHS) and NHS II examined cardiovascular disease (CVD) risk after hysterectomy with or without oophorectomy. Results showed increased CVD risk among participants who underwent hysterectomy before age 50 years, with a 21% higher risk in those younger than 46 years who did not use estrogen.
METHODOLOGY:

A secondary analysis of survey data from the NHS and NHS II included 239,907 participants, with an average follow-up time of 34.17 years.
Primary outcome was defined as CVD, combining incidence of fatal and nonfatal myocardial infarction, coronary artery intervention (bypass graft, angioplasty, or stent), and stroke.
Secondary outcome included major adverse cardiovascular events, encompassing myocardial infarction, stroke, and death due to cardiovascular causes.
Researchers employed a multivariable Cox proportional hazards model, stratified by age in months and calendar time to estimate hazard ratios (HRs), adjusting for hormone therapy and various demographic and health-related factors.

TAKEAWAY:

Analysis revealed higher CVD disease risk among all participants who underwent hysterectomy before age 50 years than those who underwent no surgery.
Participants who had hysterectomy before age 46 years without estrogen use showed a 21.0% increased risk for CVD compared with those who underwent no surgery (HR, 1.21; 95% CI, 1.04-1.40).
Among estrogen users with hysterectomy and bilateral oophorectomy, those younger than 46 years and aged 46-50 years demonstrated higher CVD risk (HR, 1.26; 95% CI, 1.16-1.37 and HR, 1.11; 95% CI, 1.01-1.22, respectively) than those who underwent no surgery.
Nonusers who underwent hysterectomy with bilateral oophorectomy in all age groups except those older than 60 years experienced higher CVD risk than those who underwent no surgery.

IN PRACTICE:

“Younger age at time of hysterectomy, with or without oophorectomy, is associated with higher risk of CVD. Notably, use of estrogen does not appear to mitigate deleterious effects of hysterectomy with oophorectomy before age 50 years,” the authors of the study wrote.
SOURCE:

This study was led by Viengneesee Thao, PhD, from the Mayo Clinic in Rochester. It was published online in Obstetrics & Gynecology.

01/05/2025

KADINLAR ERKEKLERDEN 5-6 SENE DAHA UZUN YAŞAR. ESTROJEN HORMONU PEK ÇOK OLASI NEDENDEN BİR TANESİDİR. İKİ TANE X KROMOZOMU TAŞIMAK BİR TANESİNİ TAŞIMAKTAN DAHA İYİDİR. ERKEKTEKİ XY KROMOZUM YAPISINDAKİ Y OLAN KROMOZOM OLDUKÇA ŞEKİL OLARAK GARİP VE DÜZENSİZ BİR YAPIDADIR. DAHA DA ÖTESİ ERKEK YAŞLANDIKÇA HÜCRELERİNDEKİ Y KROMOZOMUNUN GİDEREK KAYBOLMASI VE BU DEĞİŞİKLİKLE ORANTILI ŞEKİLDE SAĞLIĞININ BOZULMASI DAHA ÇOK KANSER, KALP DAMAR HASTALIĞI YA DA ALZHEİMER'A YAKALANMASI SÖZ KONUSU OLMAKTADIR.
ERKEKLER! Y KROMOZOMLARINIZA SAHİP OLUN VE SİZ SİZ OLUN Y'LERİNİZİ KAYBETMEYİN.
How vanishing Y chromosomes could help explain men's ill health
The enigmatic Y chromosome has a tendency to disappear from cells with age. Now, research is revealing the long-term impacts this can have on disease risk and life expectancy
By Liam Drew
29 April 2025
New Scientist. Science news and long reads from expert journalists, covering developments in science, technology, health and the environment on the website and the magazine.
Andy Carter
Women, on average, live longer than men. This trend can be seen as far back as records stretch, and is true of every country in the world today. Many explanations have been put forward: men take more risks or smoke more, oestrogen is protective against health conditions, two X chromosomes are better than one… the list goes on. Some of these can account for small fractions of the difference; many have been debunked. None are wholly satisfying.
Now, researchers have come up with an intriguing alternative explanation for much of this lifespan difference – that it all comes down to the Y chromosome. Specifically, the idea is that as men grow older, they lose this chromosome from many of their cells, which drives age-related disease.
The shocking discovery that our gut microbiome drives ageing
Losing your Y chromosome in this way isn’t something that you would notice happening. “As far as I know, there are no data to suggest that men with loss of Y would feel it,” says Lars Forsberg at Uppsala University in Sweden. However, it turns out that a significant fraction of older men are affected, and researchers are now uncovering long-term consequences for the immune system and the risk of developing cancer, heart disease and even Alzheimer’s.
“If you’re a male, you do not want to lose your Y chromosome, it’s definitely going to shorten your life,” says Kenneth Walsh at the University of Virginia. The growing recognition of the importance of the Y chromosome for general health is opening the door to potential new ways to keep men healthier as they age.

Henüz bir kaç gün önce yayımlanmış bu çalışmada gebeler, çocuklar ve yenidoğanlarda IL-6 ölçümünün aynı amaçla kullanıla...
21/04/2025

Henüz bir kaç gün önce yayımlanmış bu çalışmada gebeler, çocuklar ve yenidoğanlarda IL-6 ölçümünün aynı amaçla kullanılan CRP, procalcitonin gibi belirteçlerden daha erken ve güvenilir şekilde organ yetmezliğine ve ölüme yol açan sepsis yani dolaşımdaki sistemik ciddi yaygın enfeksiyonu öngördüğü gösterilmiş. IL6 enfeksiyondan 1-2 saat sonra yükseliyor, 6 saatte p*k yapıyor ve sonrası 24 saatte normale iniyor. Sepsisten senede 11 milyon ölüm vakası var. Bağışıklık sisteminin baskılandığı gebelik durumu önemli bir risk faktörü..

IL-6 may aid in early sepsis detection in pregnant women, children, and newborns
April 11, 2025
A recent study found IL-6 may help with earlier sepsis detection in pregnant women, children, and newborns, outperforming traditional diagnostic tests.
A new study presented at ESCMID Global 2025 highlights the potential of a faster, more reliable method for diagnosing sepsis in patients most at risk, including pregnant women, children, and newborns. Researchers found that a specific protein, interleukin-6 (IL-6), could be a strong early indicator of sepsis, outperforming traditional tests currently in widespread use.1,2
Sepsis is a life-threatening condition caused by the body’s overwhelming response to infection. It can lead to tissue damage, organ failure, and death if not treated quickly. Globally, sepsis is estimated to cause around 11 million deaths every year. Young children—especially those under 5 years—and pregnant women are among the most vulnerable groups due to changes in their immune systems that make them more susceptible to infection. Detecting sepsis early in these groups is especially difficult, since its symptoms can resemble those of other conditions and often go unnoticed in the early stages.
The new study is the first of its kind to evaluate the diagnostic value of IL-6 across three high-risk patient populations in a real-world setting. Researchers looked at blood samples from 252 patients who were suspected of having sepsis: 111 children, 72 pregnant women, and 69 newborns. Each patient was assessed based on their type of infection—bacterial, viral, or no infection—and how their body was responding, ranging from a normal state to septic shock.
The results showed that IL-6 could reliably distinguish between bacterial and non-bacterial infections in all three groups. IL-6 had diagnostic accuracy scores, measured by AUROC (a standard test performance scale), of 0.91 in children, 0.94 in pregnant women, and 0.86 in newborns. A perfect test would score 1.0, while a score of 0.5 would be no better than chance.
In addition to identifying infections, IL-6 also helped measure how severe the sepsis was. This ability to distinguish between mild infection, full-blown sepsis, and septic shock is important because it allows health care providers to tailor treatment based on how sick the patient is.
When compared to traditional biomarkers like C-reactive protein (CRP) and procalcitonin (PCT), IL-6 showed faster and more accurate responses. According to Seán Whelan, PhD, the study’s lead author, IL-6 levels begin to rise within 1 to 2 hours after infection, peak at 6 hours, and return to normal within 24 hours. In contrast, CRP and PCT take much longer to peak—up to 48 hours in the case of CRP.
This faster response makes IL-6 especially valuable in situations where time is critical. In the study, IL-6 was able to detect bacterial infections with 91% sensitivity in children and 94% in pregnant women, meaning it correctly identified most patients who had the condition. While its sensitivity was lower in newborns (67.6%), its specificity remained high (97.1%), meaning it was still very accurate at identifying those who did not have the condition.
Researchers believe this difference in newborns may be due to the lack of a universally agreed-upon definition of neonatal sepsis and the wide range of ways it can present in that population.
Whelan noted that IL-6 is already being used in clinical settings at hospitals such as the Rotunda Hospital and Children’s Health Ireland at Temple Street. He added that the availability of IL-6 testing has improved in recent years, especially during the COVID-19 pandemic, when it was increasingly used to assess inflammation.
“Our findings reinforce the potential of IL-6 as a promising biomarker in sepsis diagnosis,” said Whelan. “With wider adoption and in combination with clinical assessment, IL-6 could significantly improve clinical decision-making and support timely, targeted treatment for high-risk patients.”
References:
1. ESCMID Global. Breakthrough study identifies promising biomarker for early sepsis detection in neonates, children, and pregnant women. Eurekalert. April 11, 2025. Accessed April 11, 2025. https://www.eurekalert.org/news-releases/1079319?
2. Whelan, S. O. et al (2025). Interleukin-6 as a diagnostic biomarker for sepsis in neonates, children and pregnant women – a real-world cohort study. ESCMID Global 2025, Vienna, Austria.

Embryolar mülkiyet mi yoksa insan mı?
08/04/2025

Embryolar mülkiyet mi yoksa insan mı?

These clusters of cells are increasingly at the center of legal disputes, resulting in piecemeal decisions that have far-reaching consequences.

01/04/2025

TOPLUM SAĞLIĞI AÇISINDAN PLASTİK MADDELERİN KALICI ŞEKİLDE DOĞAYI KİRLETMESİ YANINDA İNSAN SAĞLIĞI İÇİN OLASI TEHLİKELERİ DE İLGİ ODAĞIDIR. BU ÇALIŞMADA İSTER SENTETİK İSTER BİTKİ KAYNAKLI OLSUN SAKIZ Ç,İĞNEMENİN İLK 8 DAKİKASI İÇERİSİNDE MİKROPLASTİK PARTİKÜLLERİN DİŞETLERİNDEN EMİLİP VÜCUDA YAYILDIĞI İDDİA EDİLMEKTEDİR.

Chewing Gum Contributes to Microplastic Ingestion
Edited by Manasi Talwadekar
March 31, 2025
Chewing gum released up to 637 microplastic particles per gram, with most particles released within the first 8 minutes. Both natural and synthetic gums released similar amounts.
METHODOLOGY:
Chewing gum contains plant-based or synthetic plastic polymers, making it a potential source of microplastics; however, the quantity of microplastics that a person might ingest from gum has not been measured.
Researchers conducted a pilot study to examine the release of microplastics from gum during chewing; 10 types of chewing gum — five brands each of natural and synthetic gum — were chewed by a single participant.
Participants chewed the gum for a specified duration of 2-20 minutes.
Saliva samples were collected during chewing and analyzed using Fourier-transform infrared microscopy and a smartphone-enabled method to quantify microplastics.
TAKEAWAY:
Each gram of chewing gum could release up to 637 microplastic particles, with 94% released within the first 8 minutes of chewing.
Synthetic and natural plant-based gums released similar amounts of microplastics (P > .8).
Four main plastic polymers were found in saliva, with polyolefins being the most frequently detected.
IN PRACTICE:
“These findings suggest that chewing gum may lead to the direct ingestion of microplastics, potentially posing health risks,” the authors wrote.
“Our goal is not to alarm anybody,” said the project’s principal investigator in a press release. “Scientists don’t know if microplastics are unsafe to us or not. There are no human trials. But we know we are exposed to plastics in everyday life, and that’s what we wanted to examine here.”
SOURCE:
These findings by Lisa Lowe and Sanjay Mohanty, engineering professor, from the University of California, Los Angeles, were presented at the American Chemical Society (ACS) Spring 2025 meeting on March 25, 2025.

Address

John F. Kennedy Caddesi No: 148/9 Ankara
Ankara
06700

Opening Hours

Monday 12:00 - 18:00
Tuesday 12:00 - 18:00
Wednesday 12:00 - 18:00
Thursday 12:00 - 18:00
Friday 12:00 - 18:00
Saturday 12:00 - 18:00

Telephone

+903124277181

Alerts

Be the first to know and let us send you an email when Prof. Dr. Kutay Biberoğlu posts news and promotions. Your email address will not be used for any other purpose, and you can unsubscribe at any time.

Contact The Practice

Send a message to Prof. Dr. Kutay Biberoğlu:

Share

Share on Facebook Share on Twitter Share on LinkedIn
Share on Pinterest Share on Reddit Share via Email
Share on WhatsApp Share on Instagram Share on Telegram