15/11/2025
🌾Sinop’a her gelişimde tuhaf bir şey oluyor: Zaman çizgisi düz bir hat olmaktan çıkıyor; ben, “ben” dediğim bütün hâllerimle aynı anda yürüyorum sanki. Ankara’da geçirdiğim yıllar Sinop'takini geçti ama Sinop’a misafir olamıyorum. Çünkü insan bazı yerlere sonradan ait olmuyor; bazı yerler onun varoluşunun dokusuna çoktan işlenmiş oluyor.
🌾Burada nefes alırken fark ediyorum ki bu şehrin havasına ben de karışmışım. Yollarında ayak izim, denizinde çocukluk sesim, sokaklarında ilk kaygılarım, ilk sevinçlerim… Sartre’ın dediği gibi, “bilinç daima bir şeye yönelir” benim bu şehirde yöneldiğim şey dış dünyadan ibaret değil aynı zamanda kendi geçmişime açılan kapılar.
🌾Bir köşeyi dönüyorum, liseli Başak çıkıyor karşıma. Başka bir sokakta birinci sınıfa giden o küçük kız beliriyor. Bazen ilk defa yalnız kaldığım, bazen ilk defa cesur hissettiğim hâlim beliriyor. Hepsi benim; ama her biri başka bir “ben-oluş”. Heidegger’in zamansallık dediği şey tam da bu: Kişi tek bir an değil, geçmişiyle-şimdiyle-geleceğiyle birlikte açılan bir varlık.
🌾Bu şehirde yüzünü gördüğüm her insan, birlikte büyüdüğüm o ortak hikâyenin tanıkları. Her biri beni bir zamanlar olduğum hâle geri çağırıyor, ama aynı anda bugün olduğum kişiyi de aydınlatıyor. Kierkegaard’ın o sessiz hakikati gibi: İnsan kendine ancak dolaylı bir yoldan, başkasının bakışıyla yaklaşabiliyor.
🌾Minnetim de tam burada duruyor. Bana eşlik etmiş, bana ayna olmuş, beni bende saklı kalandan biraz daha çıkaran herkese… Eşlik edilmek — bütün varoluşsal ağırlığıyla — insanı kendine doğru yolculuğunda en sıcak tutan şey belki de.