
04/09/2025
Hayat, bize yaşanacak bunca deneyim sunarken; kitaplar, açılmayı bekleyen dünyalarıyla önümüzde dururken, insan kimi zaman hiçbirine uzanamaz. O kapıların hepsi açıktır ama içeri girmeye gücü kalmamıştır.
Bazen bu, bir tercih değil, çaresizliğin kendisidir. İnsan hiçbir şey yapamadığında, ne okuyabilir, ne yaşayabilir, ne de o içsel kaynaklarına dokunabilir. Zaman akar, fakat kişi durur. İşte tam da bu noktada hissedilen şey, ağır bir donukluktur; yaşamın sunduğu zenginliğin kenarında durmak ama içine adım atamamak…
Çoğu kez umutsuzluk ve tükenmişliğin işaretidir. İçten içe arzu vardır ama harekete geçme gücü yoktur. Hayatın çağrısı kulakta çınlar, ama beden de ruh da cevap veremez. Bu, yalnızca bir eylemsizlik değil, varoluşun ağırlığıyla yere çakılmış olmaktır.
Belki de insanın en zor anları, “nereden başlayacağını bilememek”ten çok, “başlamak istese de yapamamak”tır. Çünkü bu, hayatta olmanın ama yaşayamayışın sancısını taşır..
⁉️Peki insan bu noktada ne yapabilir? Belki de bunun kesin bir cevabı yoktur. Çünkü bazen hayatın ağırlığına karşı verilecek en büyük mücadele, “nasıl ilerleyeceğini” bilmemekle birlikte orada kalabilmeye tahammül etmektir.
İlerleyiş, çoğu zaman büyük bir adım ya da net bir karar şeklinde gelmez. Bazen yalnızca küçük bir kıpırtıdır; içimizde bir sesin fısıldaması, gözün bir satıra kayması, kalbin küçücük bir arzuyu hatırlaması…
Varoluşsal açıdan bakıldığında, insanın yolunu bulması, çoğu kez dışarıdan gelen hazır bir cevapla değil, kendi karanlığında karşılaştığı o küçük işaretlerle mümkündür. Çaresizlik, bütünüyle bir çıkmaz olmayabilir; belki de insanı kendi derinliğine doğru çağıran bir duraktır.
Ve bazen, yaşayamamanın içindeki acı bile, bir gün yaşamın yeniden filizlenmesine zemin hazırlar. Çünkü insan, kendi varoluşunun ağırlığını hissedebildiği ölçüde, var olmanın anlamına da yaklaşır.