20/09/2025
AAHHH ÇOCUKLUĞUMUZ, AAHHH ÇOCUKLUK ARKADAŞLARIMIZ...
Aahhh bizim o eski günler diyerek başlıyorum yine bugünkü yazıma. Aaaah çocukluğumuz! Aaahhh çocukluk arkadaşlarımız... Nerede o dönemin güvenilir insanları, nerede o dönemin güler yüzlü çocukları?
Geçen eşim "Duru'nun arkadaşı Berat gelecek bize" dedi. Tabi gelsin dedim ama birden kendi çocukluğumda yolculuğa çıktım yine. Yüksel Şahin diye çok sevdiğim bir arkadaşım vardı benim de. Bazen o bize gelirdi bazen ben onlara giderdim. Lisede Taner Çetinkaya diye bir arkadaşım vardı. İsimlerini hiç unutmuyorum. Bazen o bize gelir bazen ben onlara giderdim. Bazen eve yemek söyler bazen annesinin yaptığı leziz yemeklerden yerdik.
Bizim zamanımızda arkadaş ilişkileri çok farklıydı, insan ilişkileri çok farklıydı. Rahmetli annemi hatırladım sonra. O da karınca kararınca bir şeyler yapar ya da bakkaldan bir şeyler alırdı arkadaşlarım gelecek diye. Baktım eşim de bir şeyler hazırlamış Duru'nun arkadaşı için. Havuza götürmüş onları. Çok eğlenmişler.
Bizim zamanımızda havuz, sosyal tesis, gezme tozma yoktu. Benim çocukluğumun yarısı gecekonduda yarısı apartmanda geçti. Ama biz çok sosyal çocuklardık. O sosyal çocuklar şu anda maalesef yok. Maddi durumu iyi ya da kötü olsun, fark etmiyor. Tüm çocuklar beton yığınlarının içinde yalnızlığa mahkumlar. Kimse komşusu ile bile muhatap olamıyor artık. Çocukların ellerinde tablet ya da akıllı telefonlar... Arkadaş bile edinemiyorlar artık. Kızımın arkadaşı gelince bu yüzden çok sevindim. Çocuk öyle mutlu oldu ki. Enerjisini atmış, koşmuş, yorulmuş erkenden uyudu bu yüzden.
Hatırlarsınız! Biz sokakta büyüdük. Dizlerimiz yara bere içindeydi hep. Koşturmaktan yorgun düşerdik. Ona rağmen annem "Yusuf koş baban geldi" dediğinde anne biraz daha oynayayım" diyecek kadar tatlı gelirdi arkadaşlarımla oyun.
Şimdi öyle mi? Çocukları sokağa çıkarmaya korkuyoruz. Biz 80'li yıllarda memleketin en zor zamanlarında bile sokakta güvenle oynayabildik. Geçen haftaki yazımda da söyemiştim. Biz Çin yapımı Amerikan malı bir ülke olduk çıktık. Bundan çocuklar da nasibini aldı. Aileler çocuğun elinden tuttuğu gibi pedagoğun kapısında soluğu alıyor. Gerekçe ise çocuk ya hiperaktif, ya yaramaz, ya konuşamıyor... Siz bizim annelerimizin, anneannelerimizin, dedelerimizin bizi psikiyatriste götürdüğünü hatırlıyor musunuz? Ben hatırlamıyorum. Çocuğun bir sıkıntısı varsa en önemli eksiği ilgi ve sevgidir. O çocuğu bir öp, bir kokla, bir sarmala, masal anlat, oyun oyna... Bak bakalım kalıyor mu bir şeyi?
Biz hiçbir imkanımız olmadığı için kendi kendimize beş taş oynardık, saklambaç oynardık, ip atlardık, yakan top oynardık, çelik çomak, uzun eşek, misket oynardık. Gazoz kapağı biriktirirdik. Herkesi yüterdim ben. Yütmek kelimesini bile unuttuk. Var mı hatırlayanınız? Maç oynamak için yola iki taş koyup kale yapmak yeterli olurdu bizim için. Sapanla oynamanın keyfini hala unutmuyorum. Geçen bir mağazada gördüm vallahi bu yaşta özendim. Şimdi ikili üçlü oyunlar bitti. Biz bazen yazlıkta çocuklarla hep beraber yakan top oynuyoruz. Öyle mutlu oluyorlar ki.
Biz yetişkinler bile sosyalleşmeyi unuttuk artık. Vakit geçirmeyi kafede oturmak ya da restoranda buluşmak sanıyoruz. Herkesin bir bahanesi var ayrıca görüşmemek için. "Çok yoğunuz" bahanesi. Neyin yoğunluğu? Dost paylaşımının, dost sohbetinin yoğunluğu, bahanesi mi olur? Dostlar evde ağırlanır, sofralar hazırlanır karınca kararınca, sohbetler edilirdi bizim zamanımızda. Biz yetişkinler iletişim kurmayı unuttuk o yüzden çocuklarımız da iletişimsiz kaldı, kablete sarıldı. Kaç ana-baba bugün çocuğuna Cin Ali'yi, Dede Korkut Hikayelerini, Nasrettin Hoca'yı, Kel Oğlan'ı anlatıyor. Çocuklar Youtuberleri izliyor şimdi: Onlardan ne mi öğreniyorlar derseniz; kocaman bir hiç. Hiç etmeyelim çocuklarımızı. Zaman bizim yoğunluğumuzu tolere edebilecek yapıda değil. Onun işi akıp gitmek. Şu hayatta sevdiklerimizden daha önemli bir şey olamaz, olmamalı.
Kalın sağlıcakla...