psk.veyseldemirkol

psk.veyseldemirkol Hacettepe Üniversitesi Psikoloji Bölümü (2016)

Van Gogh'un Tutuklular Çemberi tablosunu görüyorsunuz. Ressam tabloyu yaptıktan kısa bir süre sonra intihar ederek hayat...
08/11/2024

Van Gogh'un Tutuklular Çemberi tablosunu görüyorsunuz. Ressam tabloyu yaptıktan kısa bir süre sonra intihar ederek hayatın son vermiş. Resim ve ressam hakkındaki açıklamaları sanat tarihi sayfalarına havale edip resimdeki depresif havadan yola çıkarak birkaç şey yazmak istiyorum.

Zorbalık, iflas, ayrılık, taciz, ölümden dönmek vb. başa çıkılması zor herhangi bir olay yaşayanlar genellikle bu yaşadıklarına sağlıklı bir bakış açısı geliştirmekte zorlanır. Sanki hayat bir hapishaneye dönüşür de travmatik olaya dair düşünceler de o kişiyle beraber içeridedir. Beraber dönüp duruyordurlar artık. Bu düşünceler arasında ne yoktur ki? Haksızlığa uğramışlık, değersizlik, başarısızlık, yetersizlik, güvensizlik... ve daha başkaları.

Ancak sağlıklı düşünmeyi kitap, psikolojik destek veya tavsiye yoluyla öğrenmeye başladığında gelişmeye ve hayata katılmaya başlayabilse bile bir anlam boşluğuna düşebilir. Bunca zamandır boşuna mı yanlış şekilde yaşamıştır? Kendisini geliştirememesine sebep olan şeylerin etkisi kaybolduğuna göre şimdi neden ve nasıl yeni bir yol seçmelidir? Ya da eskisindeki gibi artık şikayete, isyankârlığa, eleştiriye herhangi bir hakkı kalmamış mıdır?

Dünya çift kutuplu bir yer. İyiliklerle ve kötülüklerle dolu. Ancak sağlıklı olabilmemiz için birkaç şey gerekiyor:
- Hayatı iyisiyle ve kötüsüyle kabul etmek
- Düşüncelerimizle savaşmadan onları yönetmeyi öğrenmek
- Geçmişe veya geleceğe değil şu ana odaklanmak
- Bütün tatsızlığına rağmen kendi olumsuz duygu ve düşüncelerinin farkında olmak
- İhtiyaç duyduğumuz ilkelere (cesaret, çalışkanlık gibi) belirlemek
- belirlenen değerler doğrultusunda gerekli aksiyonu almak





Romantik ilişkinizde veya arkadaşlık ilişkilerinizde ne kadar sık problem yaşarsınız? Eğer anne babaysanız çocuklarınızl...
23/03/2024

Romantik ilişkinizde veya arkadaşlık ilişkilerinizde ne kadar sık problem yaşarsınız? Eğer anne babaysanız çocuklarınızla ilişkileriniz nasıl? Peki eşinizle, arkadaşlarınızla veya kendi anne babanızla? Hayatınızın geneline baktığınızda kendinizi güvensiz, sevgiyi hak etmeyen, suçlu vs. hissettiğiniz olur mu?

Psikopatolojik problemlerin birçoğunun kökeninde bebekliğimizde ve çocukluğumuzda ebeveynlerimizle kurduğumuz bağın niteliği yatar. Eğer bebek beslenme, tehlike hissi, temizlik, ısınma gibi sebeplerle ihtiyaç duyduğunda rahatlık ve desteği sağlarsa bebeğin güvenli bağlanmayı kuracağını söyleyebiliriz.

Bağlanma aslında iki taraflı ve her iki tarafın birbirinin ihtiyaçlarını karşılaması üzerine kuruludur. Bebek/çocuk annesinden bakımı emme, gülümseyen bakışlar, sarılma gibi davranışlarla sevgi ve güveni aldıkça içselleştirir. Ebeveynler de aynı şekilde çocukla ilgilendikçe şefkati ve mutluluğu hissederek doyum alırlar.

Fakat emzirme döneminde anne çocuk bağının; annenin çalışması, diğer kardeşlerle ilgilenme zorunluluğu, vefat, hastalık gibi sebeplerle erken bitmesi, kesintiye uğraması, bakım verenin değişmesi güvenli bağlanmayı zedeler.

Güvenli bağlanama bebeklikte, çocuklukta, ergenlik ve hatta yetişkinlikte de birbirine paralel sonuçları meydana getirir. Akran zorbalığı, özgüvensizlik, dikkat eksikliği, dürtüsüllik, duygusal dalgalanmalar, romantik ilişkide/arkadaşlık ilişkilerinde problemler, depresyon veya diğer psikopatolojiler vs. Dahası uzun vadede ebeveynleriyle ilişkileri düzelse bile diğer alanlardaki problemleri bir hasarın uzantısı olarak onarılmayı bekler şekilde kalır.

Kavga, tartışma, eleştiri, ebeveynlerin birbirine sadakatsizliği, taciz gibi durumlar da ne yazık ki önce ebeveynlere sonra da arkadaşa veya eşe bağlanmanın niteliğini kötü etkileyebilecek diğer şeyler.

Çocukların dünyasında istikrarlı sağlıklı tavırlara diğer yaşlara göre daha çok ihtiyaç vardır. Bakım verenin değişmemesi, bakım verenin ruh dünyasının sağlıklı olması önemlidir. Eğer sağlıksız süreçler söz konusuysa bunu çocuğun anlayacağı bir dille empati kurularak anlatılması gerekir. Tabii sevgi ve güvenin kendisine sürekli verilmesi de diğer bir şart olacaktır.

Gündelik hayatta neşelendiren veya keyfimizi kaçıran birçok şey yaşıyoruz. “Neşelenmek iyi de keyfimizi kaçıran olaylar ...
22/03/2024

Gündelik hayatta neşelendiren veya keyfimizi kaçıran birçok şey yaşıyoruz. “Neşelenmek iyi de keyfimizi kaçıran olaylar neden?” dediğinizi duyar gibiyim. Hayatı bazen bir sarkacın salınımına benzetiyorum. Asla sabit değil. Başımıza iyi bir şey geldiyse, kötü başka biri de bir yerlerde bekliyor.

Aslında sadece zenginlik, başarı, şansımızın yaver gitmesi gibi hoşumuza giden şeyleri yaşayacak olsak yani acının olmadığı bir senaryoda tırnağımızın kırılması dahi bizi travmatize ederdi. Halbuki başarıyı istediğimiz kadar başarısızlığı kabul edip çabalamamız da kolaylaşsın. Huzuru istediğimiz kadar tartışmayı da kabul edip uzlaşabilelim.

Hayatın zorluklarına tabiri caizse “Hoş geldin” diyebilmek bizi daha psikolojik olarak daha dayanıklı kılar. Aksi halde psikolojik veya fizyolojik olarak hazımsızlık vb. problemler yaşama ihtimalimiz artar.

"Sadece mutlu olmak istiyorum. Çok şey mi istiyorum?" Bu veya benzeri cümleleri herhalde duymayanımız yoktur. Peki mutlu...
21/03/2024

"Sadece mutlu olmak istiyorum. Çok şey mi istiyorum?" Bu veya benzeri cümleleri herhalde duymayanımız yoktur. Peki mutluluk nedir, hiç düşündünüz mü?

Şu an çoğumuz ekranların karşısına geçip boş vaktimizi sadece oyun oynayarak, sosyal medyada vakit geçirerek, mesajlaşarak... geçiriyoruz. Yeni bir bildirim, yeni bir içerik varsa ne güzel hayat birkaç dakikalığına güzelleşebiliyor. Fakat o içeriği tükettiğimizde içimizde hazza dair bir şey kalmıyor. Hatta bir pencereden diğerine geçiyor, aynı anda birçok şeyle ilgileniyoruz ki keyfimiz yerine gelsin. Üzgünüm ama bunun adı mutluluk değil, zevk. Ve zevk gelip geçer.

Uzun süreli bir mutluluk için kendimizi meşgul edeceğimiz bir şeylere ihtiyacımız var. Bir iş, bir meşgale olmalı ki boş kalmayalım. Boş kalmayalım ki başıboş şeylerle ilgilenip sağlıksız meyillere fırsat kalmasın. Fakat boş vaktinizi bir konuyu tek başınıza veya birileriyle tefekkür ederek, mütalaa ederek geçiriyorsak veya vakit ayırdığımız içerikler bu şekilde düşünmeye fırsat veriyorsa kârdayız. Sonuç çıksın veya çıkmasın sorduğumuz sorular, aldığımız cevaplar bize bir seviyede tatmin eder.

Hatta uzun süreli mutlulukların peşindeysek kendimizi adayacağımız bir davaya ihtiyacımız var. Bu dava üç beş senede tükenecek kadar kısa süreli değil ömür boyu devam edecek kadar uzun süreli olmalı. Mesela bilinçli yeni nesiller yetiştirmek, faydalı yeni teknolojiler üretmek, doğrunun yanında durmak örnek olarak verilebilir. Davanıza eğer gerçekten sarılabilirseniz belki başarısız olabilirsiniz ama düştüğünüz yerden kalkması da kolay olur. Bu sayede de mutluluktan ziyade huzuru elde edebilirsiniz.

Şimdiye kadar muhtemelen en az bir kez doktora gitmişsinizdir. Şikayetiniz reflü, hemoroid, egzama, migren, kilo veremem...
25/12/2023

Şimdiye kadar muhtemelen en az bir kez doktora gitmişsinizdir. Şikayetiniz reflü, hemoroid, egzama, migren, kilo verememe gibi birçok problemden biriydi. Görünürde her ne kadar ilaç kullanarak bunların üstesinden gelsek de bir zaman sonra nüks edebiliyorlar. Yahut bir yerde biten problem başka bir uzuvda/organda kendisini gösterebiliyor. Evet, cümlelerim iddialı gelebilir ancak psikolojik ve bedensel sağlığımızı birbirinden tamamen ayrı görmemizin neticesinde belki eksik diyebileceğimiz bir tedavi sürecine dahil oluyoruz.

Örnekler üzerinden gitmek gerekirse Freud bundan 100 sene kadar öncesinde cimriliği bağırsak problemleriyle bir arada ele almıştı. Gördüklerimden yola çıkarak tekrar ifade etmeye çalışayım. Maddi kaynaklarını yönetemediğini ve yetersiz kaldığını düşünen birisinin mesela stres düzeyi yükselir. Yükselen stresi de bağırsaklarına vurabilir ve tuvalet ihtiyacını gidermede zorlanır. Halbuki bedeninin söylemek istediği cümle şudur: “Ben elimdeki kaynakları kendime saklamalıyım, boşa harcamamalıyım.” Yani kişi hayatında bile isteye yapamadığı/yapmakta zorlandığı şeyi bedenselleştirerek yapmaya çalışır.

Bütün sağlık problemlerini bu şekilde açıklayabileceğimi söyleyemem ama içinden gelenleri muhatabına söyleyemediği için çenesi ağrıyan, karşılaştıklarına anlam veremeyip yediklerini sindiremeyen, sevdiklerini kaybetme kaygısı taşıdığı zamanlarda egzama geliştiren insanlar biliyorum. Çok daha basiti stresli zamanlarda saçları ağaranlarımız da bu örneklere dahil edilebilir.

Ruh ve beden sağlığı bir bütündür. İkisi de birbirini etkiler. Hayatımız bakış açımızı, bakış açımız düşüncelerimizi, düşüncelerimiz hayattan ne denli tat alacağımızı, ne kadar tat aldığımız da ne kadar huzurlu ve sağlıklı olacağımızı belirler. Yaşadıklarımızı değiştirmek mümkün olmasa da bakış açımızı değiştirerek, olanı olduğu şekilde kabul edip gücümüz yettiğince yapabildiklerimize odaklanarak daha sağlıklı bir seviyeye yükselmemiz mümkün.

1971’de Philip Zimbardo hapishane ve şiddet arasındaki ilişkiyi görmek için bir deney yapmak istemişti. Deneye katılmayı...
24/12/2023

1971’de Philip Zimbardo hapishane ve şiddet arasındaki ilişkiyi görmek için bir deney yapmak istemişti. Deneye katılmayı kabul edenleri iki gruba ayırıp birine gardiyan, birine mahkum rolünü veriyor. Katılımcıların şartları tam manasıyla yaşamaları hedeflendiği için kıyafetler, yemekler hep bu koşullara uyacak şekilde. Deney esnasında gardiyanlar kendi kültürlerinin gardiyan rolünü belki haddinden bile fazla benimsiyorlar. Mahkumlara güçlerini kanıtlamaya çalışmak, mahkumlara zulüm vs sözkonusu. Mahkum rolüne girenler de mağduriyeti, kaderciliği kabulleniyor.

Milgram da katılımcıların ne denli itaat edecekleri konusunda Zimbardo’nunkine benzer sonuçlara ulaşmış. Senaryoya göre bir insanın ne kadar elektirğe maruz kalabileceğini ölçecekler. Duvarın öte tarafında sahte bir denek kendisine elektirik veriliyormuş gibi yapacak ve gitgide daha fazla itiraz edecek, acı cekiyormuş gibi yapacak. Elektriğin şiddeti senaryo icabı hayati tehlikeye varsa bile katılımcıların büyük kısmı deneyi yarım bırakmıyor. “Deneyi yapan kişinin emri böyle” deyip devam ediyorlar.

Bu ve benzeri deneylerden şiddete dair bazı sonuçlar çıkıyor. Bir insan neden şiddet uygular?
- Muhatabının bunu hak ettiğini düşünmek herhalde en başta geliyordur.
- Kendisini üstün, güçlü,haklı ve karşısındakini küçük, ezik görüp şiddet için daha da motive oluyorlar.
- Verilen emirlere itaat ederken de kendi benliklerini silip suçu amirlerine veya diğerlerine atıyorlar.
- Bahsettiğim deneylere ek olarak aile, iş ortamı, ağır stres koşulları gibi şeyler de bu koşullara eklenebilir.

En basitinden gündelik kavgalarımızda, bugünkü malum savaşta veya geçmişte kendisini üstün, güçlü, haklı görenlerin ne denli zalim olabileceğini bilfiil görüyoruz. Peki bu tarz şartlarda şiddeti sınırlayacak olan nedir, ne olmalıdır? Sadece başkasından mı bekleyeceğiz her zaman? Hayır tabii ki. Bunu hepimizin içselleştirmesi gereken ahlak ile yapabiliriz/yapmalıyız. Kaldı ki bugün zayıf olan yarın güçlendiğinde eğer ahlakı yoksa hıncını çıkarmak için neler yapmıyor değil mi?

Kimi zaman falanca kişiye veya filanca şartlara dair birtakım duygularımız olur. Bilerek veya bilmeyerek içimizde düşman...
24/12/2023

Kimi zaman falanca kişiye veya filanca şartlara dair birtakım duygularımız olur. Bilerek veya bilmeyerek içimizde düşmanlık, mağduriyet, kaygı… belirir. Nedenini sorsanız belki kendiniz dahi bilemezseniz. Fakat biraz sorgulayınca temelinde şahit olduğumuz yahut bize anlatılan kötü deneyimler olduğu farkına varılır.

Zamanın birinde birileri arasında kavgayı gördünüz mesela. Her ne kadar güven ve güç hislerinizi doğrudan etkileyecek bir kavgaya bulaşmamış olsanız da şiddet dendiğinde tedirginlik kendini gösterir. Hatta mağdurla ne denli yakın olduğunuz onun hislerini o kadar sünger gibi içinize çekmenize bile sebep olabilir.

Hayatınıza şöyle bir dönüp bakın. Korkularınız, öfkeniz, üzüntünüz tamamen size mi ait? Duygularınıza eşlik eden herhangi bir ses var mı? Eğer varsa bu ses kimin sesine benziyor? Ve eğer size ait olmayan birtakım duygular söz konusuysa bunları sahiplenmek size neye mal oluyor?

"İki arkadaşımla birlikte yolda yürüyordum, güneş battı. Birden gökyüzü kan rengi oldu ve bir hüzün soluğu hissettim. Du...
16/11/2023

"İki arkadaşımla birlikte yolda yürüyordum, güneş battı. Birden gökyüzü kan rengi oldu ve bir hüzün soluğu hissettim. Durdum, çite dayandım, bitkindim. Fiyordun üzerindeki bulutlar kan damlatıyordu. Arkadaşlarım yola devam etti ama ben göğsümde açık bir yarayla, titreyerek oracıkta kaldım. Doğanın içinden kocaman olağandışı bir çığlığın geçtiğini duydum.” Bu cümleler Çığlık tablosunun sahibi Edward Munch’a ait. Hem resmin kendisi hem cümleler bana panik atağı anlatıyor gibi bir geliyor. Bu paylaşımda da biraz panik atak ve panik bozukluktan bahsedeceğim.

Panik atak aniden gelen çarpıntı, boğulma hissi, bulantı, kontrolü kaybetme hissi, delirme veya ölme korkusu gibi belirtilerle gelir. Genel olarak ani ve beklenmedik şekilde çıkar. Ayakları yere basar şekilde bu durumu değerlendirmek pek mümkün olmaz. Nedenleri arasında ebeveynleriyle sağlıklı ve güven odaklı bir ilişki kuramamış olmak, neden yaşadığını bilememek yani hayata güzel bir anlam verememek, aşılamayan iflas gibi krizler vs olabilir.

Panik atak ömür boyunca belki bir kez gelebileceği gibi belli durumlar karşısında sürekli de gelebilir. Kronikleşen bir hal aldıysa durum panik bozukluk olarak isimlendirilir. Mesela günün belli bir saati, yolculuk veya kişinin kendisinin dahi anlayamadığı şekilde nedensizce…

Bu tarz ataklar geldiğinde direkt sakinleşmek veya kontrolü ele almak maalesef kolay olmaz. Ancak ufak bir nefes egzersizi ile bunu yavaşlatmak mümkün. Nabız ve nefesi kol kola giren iki arkadaş gibi düşünün. Biri hızlanırsa diğeri de hızlanır. Atak geldiğinde nabzı yavaşlatmayı veya rahatsızlık hislerinden kurtulmayı değil nefesi yavaşlatmayı hedeflemeli. Nefes alışverişini 15 saniye gibi uzun bir süreye yaymak bir parça yardımcı olacaktır. Bir süre sonra sakinleşme ve gidişatı mantıklı şekilde ele alma imkanı oluşur.

Duygular hakkında ne düşünüyorsunuz? Nasıl hissetmeliyiz sizce? Yahut duygularımıza yön veren düşüncelerimiz nasıl olmal...
29/10/2023

Duygular hakkında ne düşünüyorsunuz? Nasıl hissetmeliyiz sizce? Yahut duygularımıza yön veren düşüncelerimiz nasıl olmalı?

Bazılarımız öfke, kaygı, hüzün gibi duyguları sevmez. Hatta bunları hissetmek kötü, hata, güçsüzlük, yetersizlik gibi yaftalarla yaftalanır. Doğru mudur? Aslında etiketleri sadece kendimiz vermiyoruz. Belki içselleştirdiğimiz başka bir ses tarafından geliyordur. Misal içinde büyüdüğümüz aile nasıl bir ortam sunuyor? Arkadaşlarımız veya diğerleri nasıl? Peki ya toplum?

Duygularımız, arzularımız, ihtiyaçlarımız doğuştan gelir. Fakat bunların görmezden gelinmesi, istismar edilmek, duygularımıza dair bazı etiketlere maruz kalmak gibi sebeplerle artık arka plana atarız/atmak isteriz. Ancak bu tavır bizi garip bir boşluk hissine veya duygulara tamamen gömülerek yaşamaya götürebilir. Sonraki aşamalarda da sağlıklı ilişki kuramama veya ilişkilerden tat alamama, çeşitli bağımlılıklar, duygusal yeme, doyurucu olmayan ve geçici hedeflerle oyalanmalar bizi bekler.

Şimdiyse bazı öneriler yazalım. Yaşadığınız güncel olaylar karşısında hangi negatif inanç, duygu ve bedensel duyum ön plana çıkıyor? Peki bunlar hangi hatıraları çağrıştırıyor? Sevilmeme, değersizlik, yetersizlik, tehlike vs. belli başlı ihtimallerdir diye düşünüyorum. Yoksunluğunun farkına vardığınız şeyleri kimler alternatif olarak size veriyor? Bu yoksunluk ebeveynleriniz yüzünden oluştuysa öğretmen veya iş yerinizdeki müdürünüz içinizdeki boşluğu dolduruyor mu? İşte size ikame anne veya ikame baba.

Hayatınızın belli başlı zamanlarına dair özel kutular/dosyalar hazırlayıp o yıllarda ihtiyaç duyduğunuz cümleleri içeren bir mektup yazıp bu kutuya bırakın. Bir oyuncak ya da elbise mi eksik? Kutuya temsili bir tanesini koyun. Kutuyu oluştururken arada bu kutuyla yani kendi eksik kalmış yanınızla sohbet edin. Böylece kendinize ebeveynlik yapabileceksiniz.

Şu anki muhataplarınızla sohbet ederken de nerelerde yorulduğundan, kaygılandığından, kızdığından… bahis açın. Güçlü yanlarının da altını çizin. Eğer mahcup olursa bir adım çekilip konuyu dağıtın ki nefes alıp düşünsün. Daha sonra tekrar devam. Sizin gelişen empati yeteneğinizle onlara dokunmanız ve onların da farkındalığını uyandırabilir.

Kimimizin içinde başa çıkmakta zorlandığı bir can sıkıntısı olur. Ne yapsa içi içine sığmaz. İçindeki bu rahatsızlık ver...
13/10/2023

Kimimizin içinde başa çıkmakta zorlandığı bir can sıkıntısı olur. Ne yapsa içi içine sığmaz. İçindeki bu rahatsızlık verici histen kurtulmak için harekete geçmesi gerektiğini düşünür. Nitekim haklıdır da. Fakat bir şeyler yapmak istese de sağlıklı veya doğru davranışlara yönelemez. İçindeki bu his yaramaz bir çocuk gibi dürter durur.

Halbuki içimizdeki bu yaramaz çocuğu ara sıra durup dinlememiz gerektiğini düşünüyorum. Ne söylüyor? Neden rahatsız? Alışveriş yaparken ilginin mi peşindeyiz mesela? Yahut haddinden fazla yemek yerken bir kaygıdan mı kaçıyoruz?

Kendimizi dinlemeden her zaman ne istediğimizin gerçekten farkında olabileceğimizi sanmıyorum. Hep tavsiye edilen o standart günlükler olmasa da bir duygu günlüğü tutmamızda fayda var. Hangi olay karşısında hangi pozitif/negatif düşünceyi duyguyu, kaç puan hissettik ve bunu bedenimizin nerelerinde birtakım değişiklikler oldu?

Bahsettiğim tabloyu yaptığınızda düşüncelerimizin, duygularımızın ve bedensel duyumlarımızın belli başlı noktalarda toplandığını fark edeceksiniz. Tabii bunların geçmişinizden beslenen tarafları da var ama kendinize bir yön vermek için bu kadarı dahi bir parça yeterli gelecektir.

Address

Cumhuriyet Mahallesi Yıldıray Çınar Sk. VIPMCAKADEMİ 35
Istanbul

Telephone

+905392307177

Website

Alerts

Be the first to know and let us send you an email when psk.veyseldemirkol posts news and promotions. Your email address will not be used for any other purpose, and you can unsubscribe at any time.

Share

Category