uzmanpsikologkubilayersanli

  • Home
  • uzmanpsikologkubilayersanli

uzmanpsikologkubilayersanli Contact information, map and directions, contact form, opening hours, services, ratings, photos, videos and announcements from uzmanpsikologkubilayersanli, Psychologist, .

Tüm bu perspektifleri göz önünde bulundurduğumuzda, başkalarının yaşadığı zorluklar üzerinden bir mutluluk inşa etmenin ...
23/06/2025

Tüm bu perspektifleri göz önünde bulundurduğumuzda, başkalarının yaşadığı zorluklar üzerinden bir mutluluk inşa etmenin hem ahlaken sorunlu hem de psikolojik olarak kırılgan olduğu sonucuna varabiliriz. Mümkün müdür? Evet, insan doğası böyle bir duyguyu tamamen dışlamıyor; kıyaslama yaparak, rakip gördüğümüz kişilerin düşüşünden pay çıkararak haz duymamız mümkün. Ancak bu haz, tıpkı şekerli bir atıştırmalık gibidir: Anlık bir enerji patlaması sağlar ama besleyici değildir. Hatta fazlası uzun vadede sağlığınızı bozar. Benzer şekilde, başkalarının mutsuzluğuna dayanan bir “mutluluk” da kısa süreliğine egonuzu okşar, fakat ruhsal açıdan besleyici değildir ve uzun vadede tatminsizlik bırakır.
Sürdürülebilir mi? Pek sayılmaz. Çünkü böyle bir mutluluk sürekli dış koşullara bağlıdır – etrafınızda hep başarısız, mutsuz insanlar olmasına muhtaçsınızdır. Kendi mutluluğunuz için bilinçli ya da bilinçsiz, çevrenizdeki insanların kötü gitmesini istersiniz. Bu hem gerçekçi değildir (er ya da geç biri başarılı olacak ya da hayatını düzene sokacaktır), hem de tehlikelidir. Sürekli başkalarının mutsuzluğunu istemek, sizi paranoyak bir rekabet duygusuyla baş başa bırakabilir. Dahası, empati eksikliğinin getirdiği yalnızlık kaçınılmazdır: İnsanlar, kendilerini sürekli yargılayan veya düşüşlerini bekleyen birini yakınlarında istemez. Uzun vadede, schadenfreude ile beslenen kişi, güvenilir dostluklar kuramadığı, samimi paylaşımlar yapamadığı için derin bir boşluğa düşebilir. Dostoyevski’nin işaret ettiği gibi, sevmeyi bilmeyen bir ruh hali aslında kendi cehennemini yaratır.
Unutmamak gerekir ki mutluluk bir pasta değildir, başkasının payı büyüdüğünde sizinki küçülmez. Aksine, paylaştıkça çoğalabilen bir duygu durumudur. Felsefeci Kant, mutlu olma hakkını tüm rasyonel varlıkların ortak arayışı olarak görürken, Schopenhauer merhameti bu mutluluğun temel koşulu sayar. Yazar Tolstoy ise insanın ancak kendisi dışındaki bir amaç uğruna yaşadığında kalıcı bir doyuma ulaşabileceğini söyler. Modern psikoloji de bu görüşleri destekler nitelikte: Anlam duygusu (meaning) ve başkalarıyla derin bağlantılar, sürdürülebilir mutluluğun en güçlü belirleyicilerindendir.

Empati yoksunluğu, başkalarının mutsuzluğundan zevk alma eğilimini artıran temel etkenlerden biridir. Karanlık Üçlü olar...
30/05/2025

Empati yoksunluğu, başkalarının mutsuzluğundan zevk alma eğilimini artıran temel etkenlerden biridir. Karanlık Üçlü olarak bilinen narsisizm, makyavelizm ve psikopati özellikleri yüksek olan kişilerde schadenfreude duygusu daha sık görülür. Bu tür kişiler, başkalarının acısına karşı daha kayıtsız veya duyarsız olabilirler. Örneğin narsist bireyler, kendilerini sürekli başkalarından üstün görme ihtiyacı duyar. Başkalarının başarısızlıkları, narsist birey için üstünlük duygusunu besleyen bir yakıt gibidir. Araştırmalar gerçekten de schadenfreude’un narsisizm ve saldırganlıkla pozitif, hoş görülü ve empatik karakterle ise negatif ilişkili olduğunu ortaya koymuştur. Bir başka deyişle, şefkatli ve empati düzeyi yüksek kişiler başkalarının kötü hissetmesinden mutlu olmaya daha az yatkındır.
Sosyal medya ve günümüzün rekabetçi kültürü de bu durumun sebepleri arasında sayılabilir. Sürekli kendini sergileme ve diğerleriyle kıyaslama ortamı, başkalarını birer “rakip” olarak görme eğilimini güçlendiriyor.

Başkalarının mutsuzluğundan mutluluk duymak, yalnızca psikolojik değil ahlaki bir meseledir de. Felsefe tarihinde birçok düşünür, kişinin mutluluğunu başkalarının acısına dayandırmasının erdemli bir yaşamla bağdaşmayacağını vurgulamıştır.
Örneğin İmmanuel Kant, ahlak felsefesinde insan onuruna ve özdeğerine özel bir vurgu yapar. Kant’a göre insan, asla yalnızca bir araç olarak görülmemeli, daima “kendi başına amaç” olarak muamele görmelidir. Bir insanın acısını kendi mutluluğumuzun aracı haline getirmek, Kantçı deyişle onu bir araç gibi kullanmaktır ve ahlaken kabul edilemez. Hepimiz, aynı ahlaki yasaya tabi, değeri kendinden menkul varlıklarız. Dolayısıyla bir başkasının kötü durumunu kişisel haz için fırsata çevirmek, evrensel ahlak yasasıyla çelişir.

Schadenfreude, yani zarardan duyulan sevinç… Almanca kökenli bu kelime, psikoloji literatüründe başkalarının uğradığı za...
27/05/2025

Schadenfreude, yani zarardan duyulan sevinç… Almanca kökenli bu kelime, psikoloji literatüründe başkalarının uğradığı zarardan mutlu olma durumunu ifade eder.
Peki, başkalarının yaşadığı zorluklar ve mutsuzluklar üzerinden kendi mutluluğumuzu inşa etmek gerçekten mümkün mü? Eğer mümkünse, bu tür bir mutluluk ne kadar sürdürülebilir ve kalıcı olabilir? Bu yazıda bu soruları farklı açılardan ele almaya çalışacağım.

Leon Festinger’in Sosyal Karşılaştırma Teorisi, bireylerin kendi durumlarını ve başarılarını başkalarıyla kıyaslayarak anlamlandırdığını öne sürer. Bu kıyaslamanın aşağı yönlü olması – yani kendimizi daha kötü durumda olanlarla karşılaştırmamız – kısa vadede egomuza iyi gelebilir. Örneğin, bir iş arkadaşınızın bir projede başarısız olması, “Benim başıma gelmedi, demek ki ben daha iyiyim” şeklinde örtük bir mutluluk yaratabilir.

Nitekim araştırmalar, insanların bazen empati yapmayı başaramayıp, aksine başkalarının talihsizliklerinden haz duyabildiğini gösteriyor. Özellikle rekabet duygusunun ve kıskançlığın devreye girdiği durumlarda – örneğin çok başarılı veya imrenilen bir kişinin tökezlemesi – çevresindekilere gizli bir sevinç verebiliyor. Bir görüşe göre, bu tür duygular evrimsel açıdan, rakipler geride kaldığında kaynakların artacağı ilkel düşüncesiyle bile ilişkili olabilir.

Ancak başkalarının acısından beslenen bu sevinç, genellikle uzun sürmez. Kısa süreli bir zafer hissinin ardından, çoğu kişi suçluluk veya utanç duyabilir. Araştırmalar, schadenfreude yaşayan bireylerin sonrasında kendilerini kötü hissedebildiklerini, çünkü bu hissin toplumsal normlarla ve vicdanla çeliştiğini göstermektedir.

Dahası, bu “başkasının kötü haline sevinme” hali, genellikle sağlıksız benlik algılarıyla bağlantılıdır. Örneğin, Leiden Üniversitesi’nde yapılan bir araştırmaya göre, özgüveni düşük kişiler kendilerini tehdit altında hissettikleri için başarılı insanların başına gelen talihsizliklerden daha fazla keyif alabiliyor. Bu durum, kişinin kendi değersizlik hissini bastırmak için başkalarının başarısızlığına tutunma çabasını yansıtıyor olabilir.

29/03/2025
Sisyphus’un yolculuğu ve mücadelesi elde edeceği sonuçtan her zaman daha önde yer aldı.
27/03/2025

Sisyphus’un yolculuğu ve mücadelesi elde edeceği sonuçtan her zaman daha önde yer aldı.

19 Mart 2025... Bu tarihe kadar yazmayı düşünmediğim, ancak yaşanan yaklaşık bir haftalık süreç, içimde yıllardır birike...
25/03/2025

19 Mart 2025... Bu tarihe kadar yazmayı düşünmediğim, ancak yaşanan yaklaşık bir haftalık süreç, içimde yıllardır biriken şeyleri koyacak yerim kalmadığını fark ettiğim bir başlangıç noktası oldu adeta.

Bugüne kadar haftalık yazılar yazıp sizlerle paylaşmaya çalıştım fakat bu sefer diğerlerinden farklı olarak kendimden bir şeyler paylaşma ihtiyacı hissettim.

Genelde “nasılsın?” diye sorulduğunda, “genel olup bitenleri saymazsak, her şey yolunda, kontrol edemeyeceğim şeyler için kendimi zorlamıyorum” minvalinde cevaplar verirdim. Gel gör ki bugünler pek huzurlu geçmiyor. Evet, hayatımın bana özel diyebileceğim alanlarında her şey yolunda gibi görünüyor; ancak parçası olduğum, ait hissettiğim çevrede, toplumda, topraklarda yaşananlar kendimi ayrıştırabileceğim, görmezden gelebileceğim türden değil. Bir yandan düşünüyorum, sanki zihnimizden, yaşantılarımızdan uzaklarda bir yerlerde benzer şekilde tekrar tekrar yaşanan şeyler, radyoaktif bir maddenin etkilerine zamanla maruz kalmış gibi kendini göstermesine mi benziyor, diye. Diğer yandan da düşüncemin zaman aralığını genişletip baktığımda, neredeyse on yılı bile aşmayacak periyotlarla yılda bir darbelerle, toplumsal olaylarla bu ülkenin nesillerinin her seferinde nasıl yitip gittiğini görüyorum. Bu nesillerle birlikte nelerin yok olup gittiğini varın siz hesaplayın. Ve hayret ediyorum, biliyor musunuz, hâlâ bu toplum nasıl güçlü ve bir arada durabiliyor diye ve hüzünlü bir umutla baş başa kalıyorum.
Yazının tamamı postun devamında ⏩ ve web sitemde🌐

Bölüm: 3 - Basit Olana Nasıl Yaklaşmalıyız? 1. Basiti Küçümsemeyin: Sade ve anlaşılır olan bir çözümün gerçekten işlevse...
24/03/2025

Bölüm: 3 - Basit Olana Nasıl Yaklaşmalıyız?
1. Basiti Küçümsemeyin: Sade ve anlaşılır olan bir çözümün gerçekten işlevsel olup olmadığına bakmadan onu değersiz görmemek gerekir.
2. Minimalizm ve Sadelik: Gereksiz nesneleri, bilgi kalabalığını ve fazla iş yükünü azaltmak, insanın zihinsel ve duygusal iyi oluşunu artırabilir.
3. Sosyal Kalıpları Sorgulayın: Karmaşıklığın zekâ veya başarı göstergesi olduğu inancını eleştirel bir bakış açısıyla değerlendirin.
4. Etkin Çözümü Hedefleyin: Zor olanı yapmak değil, en verimli çözümü bulmak daha değerlidir. Fazlalıkları çıkarmak, gereksiz karmaşıklığı önleyebilir.



Peki, basit olan gerçekten değersiz midir? Görüldüğü gibi, bu düşünce her zaman doğru değildir. Basitlik, bazı durumlarda verimlilik ve netlik sağlayabilir, ancak aşırı basitleştirme de konunun derinliğini kaybettirebilir.

Zor veya karmaşık olanın tercih edilme eğilimi; kültürel inanışlar, özgüven, sosyal beklentiler ve psikolojik kaygılarla şekillenir. Ancak, her zaman karmaşık çözümler daha iyi değildir; aksine bazen daha fazla stres, zaman kaybı ve kafa karışıklığı yaratabilir.

En iyi yaklaşım, sadeliğin işlevselliğini göz ardı etmeden, içeriğin korunmasını sağlayan dengeli bir düşünce tarzı geliştirmektir. Basitlik bazen içsel derinlik ve zekâyı barındırabilir ve insan hayatında gereksiz yüklerden kurtulmaya yardımcı olabilir.

Basitlik, tarih boyunca düşünürler, filozoflar ve sanatçılar tarafından ele alınmıştır: •: William Ockham, “gereksiz var...
21/03/2025

Basitlik, tarih boyunca düşünürler, filozoflar ve sanatçılar tarafından ele alınmıştır:
•: William Ockham, “gereksiz varsayımlardan kaçınılmalı ve en basit açıklama tercih edilmelidir” ilkesini savunur. Günlük yaşamdan bilime kadar geniş bir alanda geçerli olan bu yaklaşım, gereksiz karmaşıklıktan sakınmayı önerir.
• Einstein “Her şey mümkün olduğunca basit yapılmalı, ama daha basit değil” sözüyle, sadeliğin değerine dikkat çekerken aşırı basitleştirmenin de içeriği boşaltabileceğini vurgular.
• Wittgenstein “Bizim için en önemli şeylerin yönleri, onların basitliği ve aşinalığı nedeniyle gizlidir” ifadesi, basit olguların içerdiği derinliği fark edemeyişimize işaret eder.
• Thoreau, Walden kitabında, insanın sade yaşama yönelerek daha anlamlı bir hayata ulaşabileceğini savunur. Modern minimalizm akımı da benzer bir anlayışı benimseyerek, “daha az ile daha çok huzur” fikrini destekler.



Bilimsel çalışmalarda da gereğinden fazla karmaşıklık, bazı problemlere yanlış veya aşırı detaycı çözümler getirebilir (over-fitting). Buna karşılık, aşırı sadeleştirme (under-fitting), önemli bilgileri göz ardı ederek yanıltıcı olabilir. Bilimde ve gündelik hayatta “parsimoni” ilkesi, sadeliği koruyarak işlevselliği en üst düzeye çıkarmayı hedefler.

Bölüm: 1 - Günlük hayatta bir şeyi “basit” olarak tanımladığımızda, genellikle onun anlaşılır, yalın ve karmaşıklıktan u...
18/03/2025

Bölüm: 1 - Günlük hayatta bir şeyi “basit” olarak tanımladığımızda, genellikle onun anlaşılır, yalın ve karmaşıklıktan uzak olduğunu ifade ederiz. Ancak basitlik bazen “sıradan” veya “değersiz” olarak algılanabilir. “Basit bir hediye” ifadesi mütevazı bir armağanı anlatırken, “basit bir insan” denildiğinde küçümseyici bir anlam taşır. Yani, bağlama göre hem olumlu hem de olumsuz anlamlar kazanabilen bir kavramdır. Gelin birlikte “basit” kavramını farklı açılardan ele almaya çalışalım.

Beynimiz, sadeliği doğrudan tercih eder. Gestalt Psikolojisi’nin “Basitlik İlkesi”, insanların düzenli ve yalın şekilleri daha kolay kavradığını gösterir. Buna rağmen, bir çözüm üretirken veya bir karara varırken “daha karmaşık olanın daha değerli olduğu” yönünde bir eğilimimiz olduğu da bilinir.

Karmaşıklığa Önyargı ve Zoru Seçme Eğilimi

Psikolojide karmaşıklık yanlılığı (complexity bias) olarak adlandırılan bu eğilim, “kolay olanın değersiz, zor olanın ise daha değerli olduğu” inancıyla ilişkilidir. İnsanlar sıklıkla, zor işleri başarmanın daha fazla saygınlık ve anlam taşıdığına inanır. Bu eğilimin bazı nedenleri şunlardır:
• Kültürel Etkiler: “Zahmet olmadan rahmet olmaz” gibi öğretiler, insanlara zor olanın daha değerli olduğunu düşündürebilir.
• Özgüven ve Statü: Zor veya karmaşık süreçleri başarıyla tamamlamak, bireyin kendisini daha yetkin ve değerli hissetmesine sebep olabilir.
• Sosyal Onay: Basit çözümler bazen “yetersiz” görülürken, karmaşık yöntemler daha “derin” ve “zekice” kabul edilebilir.
• Bilinçaltı Kaygılar: Bir problemi basit bir şekilde çözmek bazen “yetersiz düşünme” olarak algılanabilir. Bu nedenle insanlar, basit çözümleri sorgulayıp karmaşık seçeneklere yönelme eğilimindedir.

Araştırmalar, insanların sorun çözerken karmaşıklığı artırma eğiliminde olduğunu göstermiştir. Çoğu kişi, var olan unsurları azaltmak yerine eklemeler yaparak çözüm üretmeye çalışır, bu da gereksiz detaylara yol açabilir.

Bölüm: 3-Öte yandan, bazı nöro-gelişimsel farklılıklara sahip bireylerin de iletişimlerinde ayrıntıya daha çok yer verdi...
16/03/2025

Bölüm: 3-Öte yandan, bazı nöro-gelişimsel farklılıklara sahip bireylerin de iletişimlerinde ayrıntıya daha çok yer verdikleri bilinir. Örneğin DEHB (dikkat eksikliği/hiperaktivite bozukluğu) olan kişiler bazen konudan konuya atlayıp uzun açıklamalar yapıyor gibi görünebilir, çünkü zihinlerinde birbiriyle bağlantılı pek çok düşünce hızla akmaktadır. Bu tür bilişsel farklılıklar iletişim tarzımızı şekillendirerek, bazı insanların neden daha fazla ayrıntıya girdiğini açıklayabilir.

Bir konuya dair uzun ve detaylı açıklamalar yapma ihtiyacı, insan psikolojisinin birden çok yönüne dokunan karmaşık bir olgudur. Duygusal olarak, içimizi döküp rahatlama ve anlaşılma arzumuz bizi detaylı konuşmaya iterken, bilişsel olarak, zihinsel yapımız ve düşünme alışkanlıklarımız bu davranışı besleyebilir

Her ne kadar uzun açıklamalar bazen gereksiz veya bunaltıcı görünebilse de, arkasındaki niyet çoğunlukla anlaşılmak ve bağlantı kurmak olabilir. Empati ile baktığımızda, karşımızdaki kişinin neden bu kadar detay verdiğini daha iyi anlayabiliriz. Belki kırılgan bir duygusunu paylaşmaya çalışıyordur, belki zihninde oluşan karmaşayı sözlere döküyordur, belki de ilişkimize değer verip bizi tam olarak “resmin içine dahil etmek” istiyordur. Bu farkındalıkla dinlemek, iletişimi her iki taraf için de zenginleştirebilir.

Öte yandan, kişi kendinde sürekli ve yorucu bir şekilde aşırı açıklama yapma ihtiyacı fark ediyorsa, bu durumu gözden geçirmek faydalı olabilir. Altta yatan yoğun kaygı veya özgüven eksikliği varsa, bunlarla baş etmenin daha sağlıklı yolları bulunabilir.

Unutmayalım ki, anlaşılmak iki taraflı bir süreçtir: Kendimizi ifade etmek kadar, karşımızdakinin de bizi anlamaya istekli olması gerekir. İletişimde denge, ne tamamen susmak ne de durmaksızın konuşmaktır. İhtiyacımız kadarını samimiyetle paylaşıp gerisini karşımızdakinin empati ve anlayışına bırakmak, sağlıklı ve doyurucu bir iletişimin anahtarıdır.

Detaylı konuşmak bazen de kişinin kendi duygusunu işlemeye çalışmasının bir yoludur. Örneğin üzücü veya stresli bir olay...
13/03/2025

Detaylı konuşmak bazen de kişinin kendi duygusunu işlemeye çalışmasının bir yoludur. Örneğin üzücü veya stresli bir olayı tekrar tekrar anlatmak, o olayı anlamlandırmamıza yardım edebilir. Psikolog James Pennebaker’ın çalışmalarında, travmatik veya stresli deneyimleri yazmanın bile fiziksel ve psikolojik sağlığı iyileştirdiği bulunmuştur. Konuşmanın da benzer şekilde bir “rahatlama” sağladığı söylenebilir.

Elbette psikolojik nedenler arasında olumsuz deneyimlerin bıraktığı izler de var. Eğer bir kişi geçmişte sert eleştirilerle veya cezalarla karşılaştıysa, ileride aynı durumdan kaçınmak için savunmacı bir iletişim geliştirebilir. Örneğin, çocukken ufak bir hatasında bile ağır tepki görmüş birinin zihninde “kendini açıklamazsa anlaşılmayacağı veya cezalandırılacağı” inancı yerleşebilir. Bu durumda kişi, en ufak bir eleştiride bile hemen detaylara girerek kendini haklı çıkarmaya çalışır. Hatta bazen bu eleştirinin beklentisi bile benzer bir etki yaratabilir. Bunu bir tür başetme yöntemi olarak da düşünebiliriz .

Bazı insanlar ise uzun ve detaylı açıklamalar yapmayı alışkanlık haline getirmiştir çünkü zihin yapıları bu şekilde çalışır. Herkesin düşünme biçimi aynı değildir; kimimiz bir konuyu en temel hatlarıyla anlamaya yatkınken, kimimiz de olayların tüm ince noktalarını merak ederiz

Yüksek bilişsel ihtiyacı olan kişiler, düşünmekten, analiz yapmaktan adeta zevk alırlar. Bu tür insanlar bir konuyu derinlemesine ele almayı sever ve neden-sonuç ilişkilerini ayrıntılı kurarlar. Dolayısıyla, herhangi bir olayı aktarırken de arka plandaki tüm faktörleri, bağlantılarıyla birlikte açıklamak isterler.

Bilişsel nedenlere bir diğer örnek de fazla düşünme (overthinking) alışkanlığıdır. Eğer zihin sürekli olasılıkları, ayrıntıları didik didik ediyorsa, bu konuşmaya da yansır. Kaygılı veya mükemmeliyetçi bir kişi, “ya tam anlatamazsam” endişesiyle her noktayı kapsamak isteyebilir. Böylece kendini garantiye almış olacağını düşünür. Aslında burada zihnin amacı belirsizliği azaltmak ve kontrol hissini korumaktır. Ne kadar çok detay verirsem, o kadar az eksik kalır diye düşünülür. Bu bilişsel stil de uzun açıklamalar yapma eğilimini pekiştirebilir.

Hepimiz zaman zaman kendimizi basit bir konuyu bile uzun uzadıya açıklarken bulabiliriz. Belki bir arkadaş buluşmasına g...
11/03/2025

Hepimiz zaman zaman kendimizi basit bir konuyu bile uzun uzadıya açıklarken bulabiliriz. Belki bir arkadaş buluşmasına geciktiğimizde, sadece “Üzgünüm, geç kaldım” demek yerine tüm gün başımıza gelenleri anlatma ihtiyacı hissederiz. Ya da duygusal olarak canımızı sıkan bir durumda, doğrudan hislerimizi söylemek yerine en başından itibaren olayı detaylarıyla paylaşırız. Peki insanlar bir konu veya durum hakkında neden bu kadar uzun ve detaylı açıklamalar yapma gereği duyar? Elbette bu sorunun tek bir cevabı olmamakla birlikte; yazı boyunca olası cevapları beraber arıyor olacağız.

İletişim insanların anlaşılma ihtiyaçlarını gidermek ve duygularını regüle etmek için kullandıkları araçlardan birisidir.. Ayrıntılı şekilde konuşmak, aslında bir duygusal regülasyon (duyguları düzenleme) yöntemi olabilir. Duygusal olarak bunaldığımızda veya bir konuda kaygı hissettiğimizde, detaylı açıklamalar yaparak içimizi dökmek rahatlatıcı gelebilir. Nitekim araştırmalar, yaşanan duygusal deneyimlerin büyük çoğunluğunun başkalarıyla paylaşıldığını gösteriyor.

Ayrıntılı açıklamalar aynı zamanda güçlü bir kendini ifade etme ihtiyacından da kaynaklanabilir. Her insan anlaşılmak ve duyulmak ister. Ünlü psikiyatrist Carl Gustav Jung bu durumu yıllar önce şu sözle dile getirmişti: “Yalnızlık, çevrende insan olmamasından değil; sana önemli gelen şeyleri iletememekten kaynaklanır.” Bu nedenle, özellikle kendimizi doğru ifade edememe endişesi taşıyorsak, karşımızdakinin bizi tam olarak anlaması arzusuyla daha fazla detay verme ihtiyacı duyabiliriz. Psikologlar, kişinin “anlaşılmama korkusu” taşımasının onu daha çok konuşmaya sevk ettiğini belirtir. Bu durum özellikle çocuklukta duygusal ihmal yaşamış veya sürekli kendini savunmak zorunda kalmış kişilerde görülen bir durum olabilir. Yani, geçmişte anlaşılmak için çabalamayı öğrenmiş bir birey, yetişkinlikte de en ufak bir yanlış anlaşılma ihtimaline karşı bile uzun uzun açıklamalar yapabiliyor.

Address


Alerts

Be the first to know and let us send you an email when uzmanpsikologkubilayersanli posts news and promotions. Your email address will not be used for any other purpose, and you can unsubscribe at any time.

Contact The Practice

Send a message to uzmanpsikologkubilayersanli:

Shortcuts

  • Address
  • Telephone
  • Alerts
  • Contact The Practice
  • Claim ownership or report listing
  • Want your practice to be the top-listed Clinic?

Share