07/06/2025
1938 yılında, ABD’de gıda ve ilaçlarla ilgili kuralları düzenleyen kurum, işlenerek elde edilmiş gıda ürünlerinin pazarlanmasıyla ilgili katı kurallar getirmiş. Bu kurallardan biri, bu tarz bir ürünün ambalajında, “imitation” kelimesinin yer almasını zorunlu kılıyormuş.
Ancak 1973 yılında, gıda endüstrisi etkisini kullanarak bu kuralı değiştirmiş ve eğer besin değeri açısından bir şey ifade ediyorsa “imitation” kelimesi zorunluluğu kaldırılmış. Tabii burada “besin değeri” tanımının ne kadar karmaşık ve istismara açık olduğunu vurgulamak şart.
Gıda biliminin gelişmesiyle ve hatta “alıp başını gitmesiyle” birlikte, geldiğimiz nokta bunun çok daha ötesine erişti:
Üreticiler ürünlerini “sağlıklı katkılar” ekleyerek sağlıklı gibi gösterebilir hale geldi. Oysa tamamen doğal, gerçek yiyecekler arka planda kaldı. Sonuçta, bir kutu “protein, vitamin, mineral” eklenmiş mısır gevreğine “sağlıklı” etiketi yapıştırmak, bir havuca veya elmaya yapıştırmaktan daha kolay artık.
Eğer toprak yetersiz ve düşük kalitede ise (örneğin kimyasal olarak kirlenmiş ya da çeşitli dış etkenlerle doğal minerallerden yoksun kalmış durumdaysa), bu toprakta yetişen ot da sağlıksız/yetersiz olur. Bu ürünleri yiyen inek de tavuk da ve ardından onun sütünü içen, yumurtasını yiyen insan da.
Bu nedenle, yiyeceği bir nesne olarak değil, gıda zincirindeki halkalar arasındaki bir ilişki olarak görmeye başlamamız gerekiyor.
Fiziksel sağlık, bir bakıma bu ilişkilerin bir parçası olmanın sonucu. Gıda zincirindeki herhangi bir halkanın sağlığı bozulursa, diğer halkalar da etkileniyor. Bu yüzden bireyin sağlığı, tüm gıda ağıyla olan ilişkisinden ayrı düşünülemez.
Gıdaların rafine edilmesi, bu gıdaları daha dayanıklı, taşınabilir ve hızlı enerji sağlayan hale getirme çabasıyla yapılır. Besin değeri ise bu süreçte göz ardı edilmiştir.
Beşten fazla bileşen içeren ürünlerden uzak durmak mantıklıdır. Örneğin, geleneksel olarak ekmek sadece un, maya, su ve tuzla yapılırdı. Bugünse 20’den fazla içerik barındıran ekmekler bulmak çok kolay. “Beş bileşen ya da daha az” kuralını takip etmek, sizi yüksek oranda işlenmiş ürünlerden uzak tutacaktır.
Ayrıca, bir gıda ürünü sağlıklı olma iddiasında bulunuyorsa, bu ürünlerden uzak durmanız gerektiğine dair açık bir işaret gibi de görülebilir.
Neden? Çünkü bu sağlık iddialarının çoğu şüpheli ve eksik bilimsel temellere dayanır. Hatırlarsanız, bir zamanlar margarin, tereyağından daha sağlıklı diye tanıtılıyordu ki bugün bunun doğru olmadığını biliyoruz.
Ayrıca, mısır yağı, cips ve şekerli kahvaltılık gevrekler “sağlıklı” olduklarını iddia edebiliyorsa, bu da sağlık iddialarının ne kadar yozlaştığının bir göstergesidir.
Öncelikle bitkilere, özellikle de yapraklı olanlara öncelik verin.
Özellikle sağlıklı olanlar, roka ve ıspanak gibi, topraktan bolca besin emmiş yapraklardır.
Bu tarz bitkiler zararlı kimyasalları etkisiz hale getiren antioksidanlar sağlar. Diyetinizde ne kadar çok antioksidan varsa, o kadar çok, hastalığa neden olabilecek toksini etkisiz hale getirebilirsiniz.
Gıda zincirindeki ilişki çok önemlidir. Bu nedenle et, süt ya da yumurta tüketirken, bu ürünlerin doğru beslenen hayvanlardan geldiğinden emin olmanız da çok önemlidir.
Aynı mantık bitkiler için de geçerlidir: Toprak ne kadar iyi olursa, bitki de o kadar iyi olur. Bu nedenle, aşırı gübrelenmiş ve organik olmayan bitkilerden uzak durmalısınız.
Son olarak, “diverse” bir diyet uygulamak önemlidir. Belirli bir gıdaya odaklanmak, sağlıklı ve dengeli diyet için uygun değildir. Dengeli bir diyetin en iyi yolu, çeşitli bitkiler ve hayvan ürünleri tüketerek bunu çeşitlendirmektir.
Bilgiler ağırlıklı olarak, Michael Pollan’ın “In Defence of Food” adlı kitabından. Şunu eklemeliyim; Pollan direkt bu alanda çalışan, araştırma yapan bir bilim insanı değil, asıl mesleği gazetecilik ve basın alanında bir akademisyen.