Uzman Klinik Psikolog Serdar Doruk Avunduk

Uzman Klinik Psikolog Serdar Doruk Avunduk Psikolog, Psikoterapist & Aile Danışmanı Biyografi


Psikolojik destek ve psikoterapi çalışmalarını sürdüren Serdar Doruk Avunduk 1989 İstanbul doğumludur.

Psikoloji lisans eğitimini Doğuş Üniversitesi’nde gerçekleştirmiş, lisans kapsamında Doç. Dr. Müjgan İnözü ile gerçekleştirdiği “Duygusal Zekânın, Sosyal Anksiyetedeki, Düşünce Bastırmadaki ve Düşünce Kontrolündeki Rolü.” çalışması 33. STAR (Stress and Anxiety Research Society) Kongresi, Palma de Mallorca/İspanya'da yayınlanmıştır. Eğitim süresi boyunca gerek sosyal destek gerek psikoloji öğrencil

erine yönelik çalışmaları üniversite tarafından ödüllendirilmiştir.



Öğrencilik sürecinde ve daha sonrasında John Hopkins University, Bloomberg School of Public Health ve Kadir Has Üniversitesi’nin halk sağlığı projelerinde yer almıştır. Askerlik görevini Rehberlik ve Danışmanlık Merkezi sorumlu personeli olarak yapmış bu kapsamda askeri personele ve ailelerine psikolojik destek sağlamıştır. Bu görevinin ardından Bursa Nilüfer Belediyesi Kadın ve Çocuk Merkezi’nde psikolojik destek, eğitim çalışmaları yürütmüş bu süreçte aktif olarak çalışmıştır. Yanı sıra endüstriyel ve kurumsal ihtiyaçlara yönelik eğitimler vermiş, çeşitli medya organlarında yer almıştır.


Şu an İstanbul'da Kim Psikoloji, Bursa'da Psikoloji Akademisi olmak üzere iki farklı şehirde çalışmalarına devam etmektedir. Uzmanlık eğitimini Maltepe Üniversitesi Klinik Psikoloji Tezli Yüksek Lisans programında gerçekleştirmektedir.



“Danışan çeşitliliği kadar psikoterapi çeşitliliği vardır” anlayışını benimseyen, danışana yönelik ve danışan merkezli bütünleşik bir yaklaşım ile görüşmelerini sürdüren Serdar Doruk Avunduk bu görüşünün etkinliğini ve güncelliğini sağlamak adına farklı birçok psikoterapi ekolü ile ilgilenmekte ve bu alanda eğitimler almaya devam etmektedir.

Negatif önyargı, insan beyninin olumsuz bilgileri, deneyimleri ve duyguları olumlu olanlardan daha güçlü işlemesi eğilim...
13/03/2025

Negatif önyargı, insan beyninin olumsuz bilgileri, deneyimleri ve duyguları olumlu olanlardan daha güçlü işlemesi eğilimidir (Baumeister et al., 2001). İnsanlık tarihi boyunca tehlikeleri fark etmek ve olumsuz olaylardan ders almak hayatta kalma açısından kritik öneme sahiptir. Bu nedenle, beynimiz tehditleri öncelikli olarak algılar ve olumsuzlukları daha uzun süre hatırlama eğilimindedir.

Bu eğilim, geçmişte avcı-toplayıcı atalarımızın tehlikelerden kaçınmasına yardımcı olmuştur (Rozin & Royzman, 2001). Ancak modern dünyada, bu sistem olumsuz düşünceleri güçlendirerek stres, kaygı ve depresyon gibi psikolojik rahatsızlıkları tetikleyebilir. Örneğin, bir iş gününde aldığımız onlarca olumlu yoruma rağmen tek bir eleştiriyi saatlerce düşünmek, negatif önyargının günlük yaşamımızı nasıl etkilediğini gösterir.

Kahneman ve Tversky’nin (1979) araştırmalarına göre, insanlar kazançlardan çok kayıpları daha güçlü bir şekilde hissederler. Örneğin, 100 TL kazandığımızda hissettiğimiz mutluluk, 100 TL kaybettiğimizde hissettiğimiz üzüntü kadar güçlü değildir. Bu durum, beynimizin olumsuzu nasıl büyüttüğünü açıkça gösterir.

Negatif önyargı, günlük yaşamımızda kendimize dair algımızı, başkalarıyla ilişkilerimizi ve geleceğe yönelik beklentilerimizi şekillendirir. Bir sosyal ortamda yaşanan küçük bir utanç verici an, aylarca zihnimizde kalabilirken, güzel bir iltifat birkaç dakikada unutulabilir. Bu durum, özsaygıyı ve psikolojik iyi oluşu olumsuz yönde etkileyebilir.

Ancak, bu önyargıyı dengelemek mümkündür. Bilinçli farkındalık (mindfulness), minnettarlık pratikleri ve olumlu deneyimlere bilinçli odaklanma, beynimizin olumlu bilgileri de güçlü şekilde işlemesine yardımcı olabilir (Fredrickson, 2004). Olumlu anıları hatırlamak, küçük başarıları kutlamak ve olumlu geri bildirimleri içselleştirmek, negatif önyargının etkisini azaltabilir.

Negatif önyargı, beynimizin hayatta kalma mekanizmalarının bir sonucudur. Ancak, farkındalık ve bilinçli zihinsel pratiklerle, bu önyargıyı dengelemek ve daha sağlıklı bir psikolojik yapı geliştirmek mümkündür.

Kendini gerçekleştiren kehanet, bireyin bir olaya dair beklentilerinin farkında olmadan bu beklentinin gerçekleşmesine n...
11/03/2025

Kendini gerçekleştiren kehanet, bireyin bir olaya dair beklentilerinin farkında olmadan bu beklentinin gerçekleşmesine neden olmasıdır (Merton, 1948). Düşünce, duygu ve davranışların etkileşimi, bir inancın gerçeğe dönüşme olasılığını artırabilir. "Bu sınavda başarısız olacağım" diyen bir öğrenci, yeterince çalışmayarak veya kaygıdan dolayı hata yaparak gerçekten başarısız olabilir.

Bu kavramın toplumsal yansıması Pygmalion etkisi olarak bilinir. Rosenthal ve Jacobson (1968), öğretmenlerin öğrencilerine dair beklentilerinin, öğrencilerin başarısını doğrudan etkileyebileceğini göstermiştir. Eğer bir öğretmen belirli bir öğrencinin başarılı olacağına inanırsa, ona daha fazla destek sağlayarak gerçekten başarılı olmasını sağlayabilir.

Kendini gerçekleştiren kehanet sadece bireysel değil, toplumsal düzeyde de işler.

Örneğin:

Ekonomik kriz beklentisi, insanların harcamalarını kısmasına neden olabilir ve bu da gerçekten ekonomik durgunluğa yol açabilir (Madon et al., 2001).
Bir futbolcunun "Bu maçı kaybedeceğiz" düşüncesi, motivasyon kaybına yol açarak takımın yenilmesine sebep olabilir.
Doktorların bir hastaya verdiği iyileşme umudu, hastanın tedaviye daha olumlu yanıt vermesini sağlayabilir.
Bu psikolojik süreç bilinçli olarak olumlu yönde kullanılabilir. İnsanlar, kendilerine dair olumlu inançlar geliştirerek başarıya daha kolay ulaşabilirler (Weinstein, 1980).

Örneğin:

Girişimciler, "Başarılı olacağım" düşüncesiyle daha fazla risk alıp yenilikler yaparak işlerini büyütebilirler.
"Bugün harika bir gün olacak" diyerek güne başlamak, daha olumlu bir ruh hali yaratabilir.
"Sosyal becerilerim güçlü" inancına sahip biri, daha rahat iletişim kurarak gerçekten daha sosyal hale gelebilir.

Sonuç olarak, kendini gerçekleştiren kehanet, bireyin beklentilerinin doğrudan yaşamını şekillendirdiği güçlü bir psikolojik süreçtir. Bilinçsiz bir şekilde olumsuz sonuçlara yol açabileceği gibi, farkındalıkla yönlendirilerek bireyin başarı ve gelişim yolculuğunda olumlu bir araç haline gelebilir.

Kabul ve Kararlılık Terapisi (ACT), bireylerin rahatsız edici duygu ve düşüncelerle savaşmak yerine, onları kabul ederek...
09/03/2025

Kabul ve Kararlılık Terapisi (ACT), bireylerin rahatsız edici duygu ve düşüncelerle savaşmak yerine, onları kabul ederek hayatlarına devam etmelerini hedefleyen bilimsel bir yaklaşımdır (Harris, 2009). Bu terapinin temel metaforlarından biri olan davetsiz misafir, kişinin istenmeyen düşüncelerle nasıl ilişki kurması gerektiğini anlatır.

Metafor, olumsuz düşünce ve duyguları bir eve izinsiz giren bir misafir gibi görmeyi önerir. İnsan, bu misafiri kapıda tutmak için büyük çaba sarf edebilir ancak sürekli direnmek yorucu ve sürdürülemezdir. ACT, bu mücadeleyi bırakıp, misafirin varlığını kabul ederek yaşamayı öğrenmeyi teşvik eder (Hayes et al., 2012). Bu sayede kişi, duygularına daha sağlıklı bir perspektiften bakabilir.

ACT'nin amacı, bireyin rahatsız edici düşünceleri yok etmeye çalışmak yerine, onları gözlemleyerek yönetmesine yardımcı olmaktır. Davetsiz misafir metaforu, kişinin olumsuz duygularına karşı savaşmak yerine, onları tanıyıp hayatına devam etmesini sağlar. Bu bakış açısı, bireyin zihinsel enerjisini sürekli mücadele etmek yerine, değerlerine odaklanarak yaşamına yön vermesine yardımcı olur (Luoma et al., 2007).

Bu metafor, psikolojik esnekliği artıran önemli bir araçtır. Psikolojik esneklik, kişinin zorlayıcı duygularla katı bir şekilde savaşmak yerine, onların varlığını kabul ederek ilerlemesini sağlayan bir beceridir. Birey, rahatsız edici düşüncelerin gelip geçici olduğunu fark ettiğinde, üzerindeki duygusal baskı azalır ve yaşam kalitesi yükselir.

Günlük hayatta bu metaforun uygulanması oldukça pratiktir. Bir kişi sosyal kaygı, başarısızlık korkusu veya geçmiş pişmanlıklarıyla karşılaştığında, bu duygularını bastırmak yerine onları kabul etmeyi deneyebilir. Olumsuz hislerini yok etmeye çalıştıkça daha fazla kaygı yaşayabilir, ancak onları gözlemleyip anlamlandırdığında duygusal yükü hafifler (Harris, 2009).

Davetsiz misafir metaforu, bireyin rahatsız edici duygu ve düşüncelerle mücadele etmek yerine onları kabul etmesini destekleyen güçlü bir ACT aracıdır. Bu yaklaşım, bireyin psikolojik dayanıklılığını artırarak, daha dengeli ve tatmin edici bir yaşam sürdürmesine katkıda bulunur.

Psikolojik esneklik, bireyin zorlayıcı duygularla başa çıkabilme ve değişen koşullara uyum sağlayarak, değerlerine uygun...
08/03/2025

Psikolojik esneklik, bireyin zorlayıcı duygularla başa çıkabilme ve değişen koşullara uyum sağlayarak, değerlerine uygun hareket edebilme kapasitesidir (Hayes et al., 2006). Bu kavram, Kabul ve Kararlılık Terapisi (ACT) çerçevesinde geliştirilmiş olup, bireyin düşüncelerini baskılamak yerine kabul etmesini ve işlevsel davranışlar sergilemesini teşvik eder.

Psikolojik esnekliğin temel bileşenleri Hexaflex modeli ile açıklanır (Hayes et al., 2012). Bu model, altı temel unsuru içerir:

An'da kalma: Geçmiş veya geleceğe odaklanmak yerine, bilinçli olarak şu anı yaşamayı içerir.
Bilişsel ayrışma: Düşüncelerin yalnızca zihinsel süreçler olduğunu fark ederek, onlara daha az bağlanmayı sağlar.
Kabul: Rahatsız edici duyguları bastırmak yerine, onları fark edip kabullenmeyi içerir.
Bağlamsal Benlik: Bireyin kim olduğunu ve değerlerini anlamasına yardımcı olur.
Değerler: Kişinin hayatında önemli gördüğü prensiplere uygun hareket etmesini sağlar.
Kararlı eylem: Değerler doğrultusunda hareket etmeyi ifade eder.
Bu modelin temel amacı, bireyin stresli ve zorlayıcı durumlarla karşılaştığında düşüncelerine ve duygularına esneklik kazandırarak, daha işlevsel tepkiler vermesine yardımcı olmaktır (Levin et al., 2014). Psikolojik esnekliği yüksek olan bireyler, zorlayıcı yaşam olaylarını daha sağlıklı bir şekilde yönetebilir ve ruhsal iyi oluşlarını koruyabilirler.

Hexaflex modeli, yalnızca terapi süreçlerinde değil, günlük yaşamda da kullanılabilir (Bond et al., 2011). Örneğin, iş yerinde yoğun baskı altında olan biri, an’da kalma ve bilişsel ayrışma tekniklerini kullanarak kaygısını yönetebilir. Değerleri doğrultusunda hareket eden bireyler, içsel tatminlerini artırırken, zorluklara karşı daha dayanıklı hale gelirler.

Sonuç olarak, psikolojik esneklik, bireyin duygu ve düşüncelerine karşı daha sağlıklı bir yaklaşım geliştirmesini sağlayan önemli bir beceridir. Hexaflex modeli, bu beceriyi kazanmak için bilimsel olarak kanıtlanmış bir çerçeve sunarak, bireyin hem kişisel gelişimine hem de ruhsal sağlığına katkıda bulunur.

İletişimde sınırlar, bireyin kendini koruma mekanizmasıdır ve sağlıklı ilişkiler geliştirmesi için kritik bir rol oynar....
06/03/2025

İletişimde sınırlar, bireyin kendini koruma mekanizmasıdır ve sağlıklı ilişkiler geliştirmesi için kritik bir rol oynar. Kişisel sınırlar, bireyin fiziksel, duygusal ve zihinsel alanını koruyarak, kendini güvende ve değerli hissetmesini sağlar (Cloud & Townsend, 1992). Sınırları belirleyememek, bireyin ilişkilerinde yorgunluk, stres ve tükenmişlik yaşamasına neden olabilir.

İletişimde dört temel sınır türü bulunur: fiziksel, duygusal, zihinsel ve sosyal sınırlar (Hall, 1966). Fiziksel sınırlar, kişinin kişisel alanını belirler ve rahatsız edici fiziksel temasları önler. Duygusal sınırlar, bireyin duygularını paylaşma ve başkalarının duygusal yüklerini üstlenme düzeyini kontrol etmesine yardımcı olur. Zihinsel sınırlar, bireyin kendi inançlarını ve düşüncelerini korumasına olanak tanır. Sosyal sınırlar ise kişinin kimlerle ne tür bir iletişim içinde olacağını belirler ve bireyin gereksiz sosyal baskılardan korunmasına yardımcı olur.

Sağlıklı sınırlar koymak için bireyin kendini tanıması, duygularını ve ihtiyaçlarını anlaması, açık ve net iletişim kurması gerekir (Goleman, 1995). Bireyin "hayır" demeyi öğrenmesi, sınırlarını korumasının en önemli adımlarından biridir. Sürekli başkalarının ihtiyaçlarını önceliklendiren bireyler, zamanla kendilerini tükenmiş ve değersiz hissedebilirler.

Sınır ihlalleri, bireyin psikolojik sağlığını doğrudan etkileyebilir. Aşırı fedakarlık yapmak veya sürekli başkalarına uyum sağlamak zorunda hissetmek, stres ve kaygı seviyelerini artırabilir (Petriglieri & Petriglieri, 2020). Bir ilişkide sınırların ihlal edilmesi, kişinin bireyselliğini kaybetmesine ve bağımlı ilişkiler geliştirmesine yol açabilir. Bu yüzden sınırları belirlemek ve ihlalleri fark edip önlem almak, sağlıklı bir psikoloji için büyük önem taşır.

Psikolojik ve iletişimsel sınırlar, bireyin özsaygısını korumasını ve sağlıklı ilişkiler geliştirmesini sağlar. Kendi sınırlarını belirleyen ve bu sınırları açıkça ifade eden bireyler, kendilerini daha güçlü ve güvende hissederler. Sağlıklı sınırlar oluşturmak, bireyin hem kendisiyle hem de çevresiyle olan ilişkisini olumlu yönde dönüştüren önemli bir beceridir.

Bireylerin romantik ilişkilerinde neden kalmayı seçtikleri, uzun yıllardır psikoloji araştırmalarının temel konularından...
04/03/2025

Bireylerin romantik ilişkilerinde neden kalmayı seçtikleri, uzun yıllardır psikoloji araştırmalarının temel konularından biri olmuştur. Yatırım Modeli (Investment Model), karşılıklı bağımlılık teorisine dayanarak, bireylerin ilişkilerine olan bağlılıklarını belirleyen üç temel faktörü ortaya koyar: ilişki doyumu, alternatiflerin çekiciliği ve yapılan yatırımlar (Rusbult, 1983).

İlişki doyumu, bireyin duygusal ve fiziksel ihtiyaçlarının ilişki içinde ne kadar karşılandığını belirler (Rusbult et al., 1994). Sevgi, destek, cinsellik ve güven gibi temel ihtiyaçların tatmini, bireyin ilişkiye daha fazla bağlı hissetmesine neden olur. Ancak, yatırım modeli, yalnızca ilişki doyumunun bağlılığı belirlemede yeterli olmadığını öne sürer.

İlişkide kalmayı etkileyen bir diğer faktör, alternatiflerin çekiciliğidir. Eğer birey, mevcut ilişki dışında daha iyi bir romantik partner, arkadaşlık ya da sosyal destek mekanizması bulamayacağını düşünüyorsa, ilişkisini sürdürme eğilimi artar (Berscheid & Reis, 1998). Alternatiflerin tatmin edici olmaması, kişinin mevcut ilişkisinin değerini artırır.

Üçüncü belirleyici faktör ise, ilişkiye yapılan yatırımlardır. Zaman, çaba, ortak finansal kaynaklar, sosyal çevre ve duygusal emek gibi faktörler, bireyin ilişkiye olan bağlılığını güçlendirebilir (Rusbult, 1983). Kişi, ilişkiyi sonlandırmanın getireceği kayıpları göz önünde bulundurarak, ilişkiye devam etme kararı alabilir.

Bir ilişkide kalma kararı yalnızca duygusal doyuma bağlı değildir. Kişi, alternatifleri değerlendirir ve yaptığı yatırımları göz önünde bulundurur. Bu faktörler bir araya geldiğinde, bireylerin ilişkilerine bağlı kalma motivasyonlarını daha kapsamlı bir şekilde açıklayabiliriz.

Kanser teşhisi almak, bireyler ve aileleri için sadece fiziksel değil, aynı zamanda derin psikolojik etkileri olan bir s...
02/03/2025

Kanser teşhisi almak, bireyler ve aileleri için sadece fiziksel değil, aynı zamanda derin psikolojik etkileri olan bir süreçtir. Psikoonkoloji, kanser hastalarının ve yakınlarının ruhsal durumlarını inceleyen ve psikolojik destek sunan bir bilim dalıdır (Holland, 2002). Bu alandaki çalışmalar, kanser teşhisinin bireylerde anksiyete, depresyon, stres ve travma sonrası stres bozukluğu (TSSB) gibi psikolojik etkiler yaratabileceğini ortaya koymuştur (Stanton et al., 2005).

Kanser tanısı alan bireyler, sürecin başında genellikle şok, inkar, öfke, korku ve çaresizlik gibi duygusal tepkiler gösterebilirler. Zamanla, bu duyguların yerini kabullenme ve mücadele etme isteği alabilir. Ancak, bazı hastalar için psikolojik etkiler daha uzun süre devam edebilir ve tedavi sürecini zorlaştırabilir (Spiegel et al., 1989).

Psikoonkolojik destek, hastaların ve yakınlarının bu süreci daha sağlıklı bir şekilde yönetmesine yardımcı olmak için farklı terapi tekniklerini içerir. Bilişsel Davranışçı Terapi (BDT), hastaların negatif düşünce kalıplarını fark etmelerini ve daha sağlıklı başa çıkma stratejileri geliştirmelerini sağlar. Mindfulness temelli stres azaltma teknikleri, hastaların kaygılarını yönetmelerine ve anı yaşamalarına yardımcı olabilir (Carlson & Bultz, 2003). Ayrıca, destek grupları ve bireysel danışmanlık hizmetleri, hastaların yalnız olmadıklarını hissetmelerini sağlayarak sosyal destek ağlarını güçlendirebilir.

Psikolojik desteğin kanser tedavisine olan etkisi bilimsel olarak da desteklenmektedir. Yapılan araştırmalar, psikolojik iyi oluşun bağışıklık sistemini olumlu etkilediğini ve tedavi sürecini destekleyerek hastaların yaşam kalitesini artırdığını göstermektedir (Spiegel et al., 1989). Bu nedenle, kanser tedavisinde sadece fiziksel belirtilerin değil, psikolojik sağlığın da desteklenmesi büyük önem taşımaktadır.

Psikoonkoloji, kanser hastalarının ve yakınlarının psikolojik süreçlerini anlamaya ve desteklemeye odaklanan bir bilim dalıdır. Hastaların duygusal dayanıklılıklarını artırmak ve tedaviye uyumlarını güçlendirmek için psikolojik desteğin sürecin ayrılmaz bir parçası olması gerekmektedir.

Bilişsel Davranışçı Terapi (BDT), psikolojik rahatsızlıkları tedavi etmek amacıyla geliştirilmiş, bireyin düşünce, duygu...
01/03/2025

Bilişsel Davranışçı Terapi (BDT), psikolojik rahatsızlıkları tedavi etmek amacıyla geliştirilmiş, bireyin düşünce, duygu ve davranışlarını anlamasına ve değiştirmesine yardımcı olan bilimsel bir terapi yöntemidir (Beck, 1976). BDT, özellikle depresyon, anksiyete, obsesif kompulsif bozukluk (OKB) ve travma sonrası stres bozukluğu (TSSB) gibi yaygın psikolojik rahatsızlıkların tedavisinde oldukça etkili bir yöntem olarak kabul edilmektedir (Hofmann et al., 2012).

BDT’nin temel felsefesi, düşüncelerimizin duygularımızı ve davranışlarımızı şekillendirdiği üzerine kuruludur. Örneğin, birey bir başarısızlık yaşadığında, “Ben hiçbir şeyi doğru yapamıyorum” şeklinde bir otomatik düşünce geliştirebilir. Bu düşünce, kişinin kendini kötü hissetmesine ve başarısızlık korkusu nedeniyle yeni girişimlerden kaçınmasına neden olabilir. BDT, bu işlev bozucu düşünceyi tanımlayarak, “Her insan zaman zaman hata yapar, bu benim tamamen başarısız biri olduğum anlamına gelmez” gibi daha sağlıklı bir düşünce biçimiyle değiştirmeyi hedefler (Ellis, 1962).

BDT’nin temel teknikleri arasında bilişsel yeniden yapılandırma, bireyin kendine zarar veren düşüncelerini fark edip değiştirmesini sağlar. Maruz bırakma terapisi, bireyin korkularıyla yüzleşmesini destekleyerek kaygıyı azaltmayı amaçlar. Davranışsal aktivasyon, kişinin depresif ruh halinden çıkmasını sağlamak için motive edici etkinliklere yönlendirilmesini içerir (Beck & Dozois, 2011).

Yapılan araştırmalar, BDT’nin kısa sürede etkili sonuçlar veren, yapılandırılmış ve bilimsel olarak en fazla desteklenen terapi yöntemlerinden biri olduğunu göstermektedir (Hofmann et al., 2012). Özellikle ilaç tedavisiyle birlikte kullanıldığında, depresyon ve anksiyete bozukluklarında uzun vadeli iyileşme sağladığı kanıtlanmıştır.

Bilişsel Davranışçı Terapi, bireyin düşünce yapısını dönüştürerek, duygu ve davranışlarını daha sağlıklı hale getirmesini amaçlayan etkili bir psikoterapi yöntemidir. Günümüzde, bilimsel dayanağı en güçlü terapi modellerinden biri olarak psikoloji alanında geniş bir uygulama alanına sahiptir.

Yalan söylemek, insan doğasının ayrılmaz bir parçasıdır ve bireyin kendi çıkarlarını korumak, sosyal uyumu sağlamak veya...
27/02/2025

Yalan söylemek, insan doğasının ayrılmaz bir parçasıdır ve bireyin kendi çıkarlarını korumak, sosyal uyumu sağlamak veya olumsuz sonuçlardan kaçınmak için başvurduğu bir strateji olarak kabul edilir (Vrij, 2008). Çocukluktan itibaren öğrenilen bu davranış, bazen sosyal ilişkileri kolaylaştırırken, bazen de güven duygusunu zedeleyerek ilişkileri bozabilir.

Yalan söylerken beyin birden fazla bilişsel bölgeyi aktive eder. Prefrontal korteks, yalanın planlanması ve uygulanmasını yönetirken, anterior singulat korteks, doğru ile yanlış arasındaki çelişkiyi algılar. Amigdala ise duygusal tepkiyi kontrol eder ve yalan söylerken yaşanan stres seviyesini düzenler (Abe, 2011). Bu süreç, dürüst olmaktan daha fazla zihinsel efor gerektirir ve uzun süreli yalan söyleme alışkanlığı, bireyin zihinsel yükünü artırarak psikolojik stresin yükselmesine neden olabilir.

Yalanların motivasyonu, genellikle koruyucu, çıkarcı veya manipülatif amaçlarla şekillenir (DePaulo et al., 1996). Beyaz yalanlar, sosyal ilişkileri sürdürmek için kullanılırken, çıkarcı yalanlar kişisel fayda sağlamak amacıyla söylenir. Patolojik yalanlar ise çoğu zaman bireyin psikolojik rahatsızlıklarıyla bağlantılıdır ve bireyin gerçeği çarpıtmasına neden olabilir.

Sürekli yalan söylemek, bireyin gerçeklik algısını değiştirebilir. Bilişsel uyumsuzluk teorisine göre, bir kişi yalanlarını rasyonelleştirdiğinde, zamanla kendi yalanına inanma eğiliminde olabilir (Festinger, 1957). Bu durum, bireyin kimlik algısını bozarak psikolojik çatışmalara yol açabilir.

Yani, yalan söylemek insan doğasının kaçınılmaz bir parçası olsa da, sürekli ve bilinçli şekilde yalan söylemek, bireyin psikolojisini ve sosyal ilişkilerini olumsuz etkileyebilir. Güven duygusunu koruyabilmek ve sağlıklı iletişim kurabilmek için dürüstlüğün önemini kavramak, bireysel ve toplumsal esenliğin temel taşlarından biridir.

Sigmund Freud, modern psikolojinin kurucularından biri olarak kabul edilir ve insan zihninin bilinçdışı dinamiklerle şek...
25/02/2025

Sigmund Freud, modern psikolojinin kurucularından biri olarak kabul edilir ve insan zihninin bilinçdışı dinamiklerle şekillendiğini savunur (Freud, 1923). Ona göre, insan davranışları ve duyguları sadece farkında olduğumuz bilinçli düşüncelerle açıklanamaz. Bunun yerine, bastırılmış arzular, travmalar ve çözülmemiş çatışmalar, bireyin ruhsal durumunu ve davranışlarını etkiler.

Freud, zihni üç katmanda incelemiştir:

*Bilinç: Şu anda farkında olduğumuz düşünceler ve hisler.

*Bilinçaltı: Kolayca hatırlanabilecek anılar ve bilgiler.

*Bilinçdışı: Bastırılmış arzular, korkular ve travmalar.

Freud'a göre, bireyin kişiliği id, ego ve süperego olmak üzere üç yapıdan oluşur (Freud, 1923). Id, ilkel arzularımızı ve haz dürtülerimizi temsil eder. Ego, gerçeklikle dengemizi kurar ve id’in isteklerini sosyal olarak kabul edilebilir şekilde yönetir. Süperego ise ahlaki değerleri ve toplumsal kuralları temsil eder. Sağlıklı bir bireyde bu üç yapı dengede çalışır.

Freud’un en önemli katkılarından biri, savunma mekanizmaları kavramıdır. Bastırma, yadsıma, yansıtma gibi savunmalar, bireyin rahatsız edici duygularla başa çıkmasına yardımcı olur (Freud, 1936). Örneğin, bir kişi, yaşadığı travmatik bir olayı hatırlamaktan kaçınarak bilinçdışına itebilir.

Freud'un teorileri, günümüzde tartışmalı olsa da, psikoterapi uygulamalarının temelini atmıştır. Bilinçdışı süreçlerin insan davranışları üzerindeki etkisi, modern psikolojide hâlâ geçerliliğini korumaktadır (Westen, 1998).

Nihayetinde Freud'un temel mesajı şudur: Kendi ruhsal dünyamızı anlamak, bilinçdışındaki çatışmaları fark etmek ve bu çatışmalarla yüzleşmek, psikolojik sağlığımızı güçlendirmek için kritik öneme sahiptir.

Asch'in sosyal uyum deneyi, insanların grup baskısı altında kendi doğrularından sapıp sapmayacağını incelemek amacıyla 1...
23/02/2025

Asch'in sosyal uyum deneyi, insanların grup baskısı altında kendi doğrularından sapıp sapmayacağını incelemek amacıyla 1951 yılında gerçekleştirildi (Asch, 1951). Bu deney, bireylerin çevresel baskılar altında bağımsız karar alma yetisini nasıl kaybedebileceğini ve sosyal uyumun gücünü gözler önüne serdi.

Deneyin işleyişi oldukça basitti. Katılımcılar, yedi ila sekiz kişilik bir grup içinde son sırada oturtuldu. Katılımcılara bir referans çizgisi ve üç farklı uzunlukta çizgi gösterildi. Görevleri, bu çizgilerden hangisinin referans çizgisiyle aynı uzunlukta olduğunu belirtmekti. Ancak, diğer katılımcılar aslında deneyi yöneten araştırmacılar tarafından bilgilendirilmişti ve bilinçli olarak yanlış cevaplar verdiler.

Deneyin sonucunda, katılımcıların %75’i, en az bir kez grubun yanlış cevabına uyum sağladı. Doğru cevabı net bir şekilde görebilmelerine rağmen, grup içinde yalnız kalmamak adına çoğunluğa katıldılar. Sadece %25’i, her koşulda doğru cevabı vermeye devam etti (Asch, 1956).

Asch, bu uyumu “normatif sosyal etki” ile açıkladı. Bireyler, dışlanma korkusuyla grubun içinde kabul görmek için kendi yargılarından vazgeçebilir. Bir diğer etki ise bilgilendirici sosyal etki olarak tanımlandı. Katılımcılar, çoğunluğun doğruyu bildiğini varsayarak kendi algılarından şüphe duydular (Cialdini & Goldstein, 2004).
Bu deney, sosyal uyumun ne kadar güçlü olduğunu ve bireylerin kendi gözlemleri ile grup baskısı arasında nasıl bir çatışma yaşadığını göstermesi açısından önemlidir. Asch’in bulguları, günümüzde de geçerliliğini koruyor. İş yerindeki grup kararları, sosyal medyadaki popüler görüşler ve toplumsal normlara uyum gibi durumlar, bu etkilerin modern yansımalarıdır.

Sonuç olarak, Asch'in sosyal uyum deneyi, bireyin sosyal çevresinden ne denli etkilendiğini ve bağımsız karar vermenin grup baskısı altında nasıl zorlaştığını ortaya koymuştur. Bu tür yanılgılardan korunmanın yolu, eleştirel düşünmeyi geliştirmek ve kendi yargılarına güvenmeyi öğrenmekten geçer.

Günlük hayatımızda olayları nasıl algıladığımız, onlara nasıl tepki verdiğimiz ve kendimizi nasıl değerlendirdiğimiz, şe...
22/02/2025

Günlük hayatımızda olayları nasıl algıladığımız, onlara nasıl tepki verdiğimiz ve kendimizi nasıl değerlendirdiğimiz, şemalar adı verilen zihinsel yapılarla şekillenir. Şemalar, bireyin dünya, diğer insanlar ve kendisi hakkındaki inançlarını ve bu inançlara dayalı beklentilerini organize eden bilişsel kalıplardır (Piaget, 1952).

Bu yapılar, çocukluk döneminde, özellikle ebeveynler ve çevresel deneyimlerle şekillenir (Young et al., 2003). Pozitif deneyimler, işlevsel şemalar geliştirerek bireyin kendine ve dünyaya güvenle bakmasına yardımcı olurken, olumsuz deneyimler işlev bozucu şemaların temelini atabilir. Örneğin, ihmal edilen bir çocuk, “değersizlik” şeması geliştirerek, yetişkinlikte de kendini yetersiz ve sevilmeye layık görmeyebilir (Beck, 1967).

Şemalar, duygularımızı, düşüncelerimizi ve davranışlarımızı otomatik olarak şekillendiren filtreler gibidir. Örneğin, “başarısızlık” şeması olan bir kişi, başarılı olsa bile kendini yetersiz hissedebilir. “Terk edilme” şeması olan bireyler ise, ilişkilerde sürekli reddedileceklerini düşündüklerinden, güven kurmakta zorlanabilir (Young et al., 2003).

Şemalar, hem işlevsel hem de işlev bozucu olabilir. İşlevsel şemalar, bireyin gerçekçi ve dengeli düşünmesine yardımcı olurken, işlev bozucu şemalar olumsuz duygular ve ilişkisel problemlerle sonuçlanabilir. Bilişsel Davranışçı Terapi (BDT) ve Şema Terapi, bu olumsuz kalıpları fark etmeye ve yeniden yapılandırmaya yardımcı olur (Young et al., 2003).

Şemalar, erken yaşam deneyimlerinden beslenen, dünyayı ve kendimizi nasıl algıladığımızı belirleyen zihinsel yapılardır. İşlev bozucu şemaları fark etmek ve bu kalıpları dönüştürmek, daha sağlıklı ve dengeli bir psikoloji geliştirmek için önemlidir.

Address

Caferağa Mahallesi  Sakız Sk. Maksim Apt. No: 2B, , Kadıköy/Istanbul
Istanbul
34710

Opening Hours

Wednesday 14:00 - 21:00
Friday 14:00 - 21:00

Telephone

+905535102220

Alerts

Be the first to know and let us send you an email when Uzman Klinik Psikolog Serdar Doruk Avunduk posts news and promotions. Your email address will not be used for any other purpose, and you can unsubscribe at any time.

Contact The Practice

Send a message to Uzman Klinik Psikolog Serdar Doruk Avunduk:

Share

Category