
11/05/2025
Bir gün bir yılan, bir tavşan ailesinin yuvasına sessizce süzüldü.
Korku içinde, tavşanlar kendilerini köşeye sıkıştırdılar. Daha önce böyle bir misafirle hiç karşılaşmamışlardı.
Ama yılan, yumuşak ve neredeyse hüzünlü bir ses tonuyla konuştu:
“Korkmayın. Ben yalnızım. Hiç arkadaşım yok. Sadece biraz sıcaklık arıyorum.
İçimde yüzyılların bilgeliği var, bunu sizinle paylaşmak istiyorum.”
Tavşanlar birbirlerine kararsızca baktılar.
Sonunda, merhamet duygusuyla, ona bir şans vermeye karar verdiler.
O akşam, onun anlattıklarını dinlediler – hikâyelerini, efsanelerini, büyüleyici sesini.
Bir filozof gibi konuşuyordu, hayatı anlamış yaşlı bir ruh gibiydi.
Ve aniden, içlerinden birini ısırdı.
Sonra geceye karışıp kayboldu.
Ertesi akşam geri döndü.
“Beni kovmayın,” diye yalvardı. “Bir yılan olduğumu biliyorsunuz. Isırmamak benim için zor, ama çabalıyorum.
Arkadaşlık, birbirini kusurlarıyla kabul etmek değil midir?”
İyi yürekli tavşanlar tereddüt etti ve ona ikinci bir şans daha verdiler.
Yeniden sohbetler oldu, birlikte gülündü, biraz sıcaklık paylaşıldı.
Sonra yine ısırdı.
Üçüncü gece, yuvanın girişi ağır bir taşla kapatılmıştı.
Dışarıda yılan, girişin etrafında kıvrıldı, tısladı, fısıldadı:
“Lütfen! Bu sefer her şey farklı olacak. Sadece son bir şans daha.”
Ama içeriden kimse cevap vermedi.
Bunun üzerine yılan öfkeyle zehrini kustu:
“Derin ruhlara bu dünyada yer yok artık!” Ve karanlıkta kayboldu.
Bazen en zehirli varlıklar dişlerini göstererek gelmezler; güzel sözlerle, sahte bilgelikle, değişim vaatleriyle gelirler.
Ama yine de ısırırlar. Hep.
Bunu asla unutma:
Eğer biri seni defalarca incitiyorsa – dürüst görünse bile, akıllıca konuşsada onu artık asla hayatına alma.
İyilik, her şeyi sineye çekmek değildir.
Bazen en büyük sevgi, kapıyı kapatmaktır.