Fonksiyonel Tıp İzmir

Fonksiyonel Tıp İzmir Fonksiyonel Tıp kronik hastalıklara bütüncül bakış açısı ile yaklaşılan bir sistematiktir. Bilgilendirme amaçlıdır,
tanı&tedavi için kullanılmaz.

Tansiyon problemi genellikle “tuzlu yeme”, “genetik yatkınlık” veya “yaş” gibi yüzeysel sebeplerle açıklanır. Oysa fonks...
21/11/2025

Tansiyon problemi genellikle “tuzlu yeme”, “genetik yatkınlık” veya “yaş” gibi yüzeysel sebeplerle açıklanır. Oysa fonksiyonel tıp bakış açısıyla değerlendirildiğinde kan basıncının regülasyonu tek bir faktöre bağlı değildir. Hormonlar bu dengeyi etkileyen en önemli unsurlardan biridir ve çoğu zaman göz ardı edilir.

👉Özellikle kortizol, insülin, tiroid hormonları, aldosteron ve östrojen-progesteron dengesi kan basıncını doğrudan ya da dolaylı olarak etkiler. Stres hormonu olan kortizol, kronik düzeyde yüksek seyrettiğinde damar tonusunu artırarak yani damarların sürekli dar kalmasına neden olarak tansiyonu yükseltir. Bu nedenle hipertansiyon değerlendirilirken bireyin stres yükünü ve HPA ekseni fonksiyonunu mutlaka dikkate alınmalıdır.

✔️İnsülin direnci, sodyum tutulumu ve damar sertliğini artırarak inflamatuvar bir ortam oluşturur ve bu da hipertansiyon riskini yükseltir.
✔️Tiroid hormon dengesizlikleri hem düşük hem yüksek hormon düzeylerinde tansiyonu etkileyebilir; bu yüzden TSH tek başına yeterli değildir.
✔️Kadınlarda östrojen-progesteron dengesi, özellikle menopoz sonrası dönemde tansiyonu doğrudan etkiler ve kardiyovasküler sağlığın izlenmesinde önemlidir.

Tansiyon bir sayıdan ibaret değildir. Altta yatan hormonal dengesizlikler düzeltilmeden sadece ilaçla baskılanan bir tansiyon, aslında bize vücudun yardım çağrısını susturmak anlamına gelir. Bu çağrıyı duymak, anlamak ve kök sebebe yönelmek gerekir. Çünkü gerçek iyileşme, bedenin doğal dengesine geri dönmesiyle mümkündür. 🌸

•••
👩‍⚕️Prof. Dr. S. Deniz Özzeybek
🌐www.denizozzeybek.com
📞0 (532) 054 04 32
☎️0 (232) 202 69 46
📩bilgi@denizozzeybek.com
📍Alsancak/Konak/İZMİR
•••

Beslenme, sadece makro ve mikro besin hesaplamasından ibaret değildir. Her bireyin yaşına, hormon düzeyine, kas-kemik sa...
17/11/2025

Beslenme, sadece makro ve mikro besin hesaplamasından ibaret değildir. Her bireyin yaşına, hormon düzeyine, kas-kemik sağlığına, bağırsak fonksiyonuna, stres yüküne ve hatta genetik yapısına göre değişen bir protein ihtiyacı vardır. Bu nedenle “herkes protein takviyesi almalı mı?” sorusunun cevabı, koşulsuz bir “evet” ya da “hayır” olamaz.

🔶Protein, kas onarımı ve bağışıklık sistemi kadar detoksifikasyon, nörotransmitter üretimi, enzim fonksiyonları ve hücresel yenilenme gibi birçok sistemde temel yapı taşıdır. Özellikle yaş ilerledikçe düşük protein alımıyla kas kaybı hızlanır. Menopoz sonrası dönemdeki kadınlar, kronik stres altındaki bireyler veya iyileşme sürecindeki hastalar için proteinden zengin beslenme hem bağışıklık sistemi hem de hücresel yenilenme açısından hayati önemdedir.

🔶Ancak günlük hayatta yeterli ve kaliteli protein alımı her zaman mümkün olmayabilir. Günlük protein gereksinimi kabaca kilogram başına 1 gram olarak hesaplanabilir. Özellikle bitkisel ağırlıklı beslenen kişilerde, spor yapan bireylerde, yaşlılarda veya sindirim sorunları olanlarda bu gereksinim artar. Bu noktada protein takviyesi devreye girer. Ancak burada da önemli olan rasgele bir protein tozuna yönelmek değil; sindirilmesi kolay, katkı maddesi içermeyen ve amino asit profili dengeli bir ürün tercih etmektir.

Süt ürünü tüketmesinde sakınca olmayan bireylerin peynir altı suyu olarak da bilinen Whey Protein tüketmesi bir çok açıdan yararlı olur. Süt ürünü ya da hayvansal gıda tüketmeyenlerde ise bezelye pirinç proteini içeren bitkisel proteinlerin kullanılması önerilebilir.

•••
👩‍⚕️Prof. Dr. S. Deniz Özzeybek
🌐www.denizozzeybek.com
📞0 (532) 054 04 32
☎️0 (232) 202 69 46
📩bilgi@denizozzeybek.com
📍Alsancak/Konak/İZMİR
•••
,

12/11/2025

Fonksiyonel tıp hastalığı baskılamaktan çok, hastalığı oluşturan biyolojik süreçleri anlamaya ve bu süreçleri geri çevirmeye odaklanır. Kanser söz konusu olduğunda da yalnızca genetik değil; çevresel tetikleyiciler, inflamasyon düzeyi, insülin direnci, mitokondriyal fonksiyonlar ve bağışıklık dengesi gibi birçok faktör dikkate alınır. Bu çerçevede beslenme, özellikle de bitkisel bazlı beslenme, sadece destekleyici değil; önleyici bir strateji olarak değerlidir.

🌿Bitkisel besinler, antiinflamatuvar etkileriyle öne çıkar. Renkli sebzeler, meyveler, kurubaklagiller, tohumlar ve baharatlar, hücresel düzeyde oksidatif stresi azaltan ve DNA hasarını onarmaya yardımcı olan fitokimyasallar içerir. Örneğin brokolideki sulforofan, zerdeçaldaki kurkumin ya da yeşil çaydaki EGCG gibi maddeler araştırmalarla kanser hücrelerinin büyümesini baskılayan etkiler göstermiştir.

❗❗Ancak burada kritik bir ayrım yapmak gerekir: Bitkisel beslenme, sadece hayvansal gıdalardan kaçınmak değildir. Önerilen model, besin yoğunluğu yüksek, işlenmemiş, lif oranı yüksek ve metabolik yanıtları olumlu yönde etkileyen gıdaların tüketilmesi şeklindedir. Çünkü bitkisel de olsa işlenmiş ürünler, rafine karbonhidratlar ve trans yağlar kanser riskini artırabilir.

Bağırsak sağlığı da kanser riskinde önemli rol oynar. Bitkisel lifler, bağırsak mikrobiyotası için temel bir yakıttır ve kısa zincirli yağ asitleri (özellikle bütirat) üretimini teşvik eder. Bu maddeler, bağırsakta antiinflamatuvar ortamı destekler, bağışıklık fonksiyonlarını güçlendirir ve hücre yenilenmesini düzenler. Özellikle kolon kanseri açısından bu mekanizma büyük önem taşır.

🌿Beslenme, elbette tek başına bir "koruyucu kalkan" değildir. Ancak kronik inflamasyonun baskılanmasının, hücre içi detoksifikasyon yollarının desteklenmesinin ve metabolik denge açısından bitkisel bazlı beslenmenin kanser gelişimini önlemede önemli bir yeri vardır.

•••
👩‍⚕️Prof. Dr. S. Deniz Özzeybek
🌐www.denizozzeybek.com
📞0 (532) 054 04 32
☎️0 (232) 202 69 46
📩bilgi@denizozzeybek.com
📍Alsancak/Konak/İZMİR
•••

Atatürk’ün izinde, bilimin ve insan sağlığının yanında olmaya devam edeceğizMustafa Kemal Atatürk’ü saygıyla anıyoruz. 💖...
10/11/2025

Atatürk’ün izinde, bilimin ve insan sağlığının yanında olmaya devam edeceğiz

Mustafa Kemal Atatürk’ü saygıyla anıyoruz. 💖

Hemen herkes zaman zaman gaz, şişkinlik veya düzensiz dışkılama sorunları yaşar. Ancak bu belirtiler kronik hale geldiği...
05/11/2025

Hemen herkes zaman zaman gaz, şişkinlik veya düzensiz dışkılama sorunları yaşar. Ancak bu belirtiler kronik hale geldiğinde ve yaşam kalitesini düşürmeye başladığında, altında yatan sebep mutlaka araştırılmalıdır.

👉Bu belirtilerin kronik olarak yaşandığı en sık karşılaştığımız iki tablo, İrritabl Bağırsak Sendromu (IBS) ve SIBO’dur. Bu iki durumun ayrımını yapmak, doğru tedavi planı için oldukça önemlidir.

🔹İrritabl Bağırsak Sendromu, geleneksel tıpta genellikle “sebebi bilinmeyen” bir tanı olarak değerlendirilir. Karın ağrısı, şişkinlik, ishal veya kabızlık gibi belirtiler eşliğinde, altta yatan yapısal bir problem saptanmadığında bu tanı konur. Ancak fonksiyonel tıp yaklaşımı, IBS’i bir “sonuç” olarak görür; bağırsak mikrobiyotasındaki bozulmalar, inflamasyon düzeyindeki artış, mide asidinde yetersizlik ve/veya gıda intoleransları gibi birçok kök nedenin sonucunda gelişen bir sendromdur.

🔹SIBO ise ince bağırsakta bakteri çoğalması anlamına gelir. Normalde ince bağırsakta bakteri bulunmazken, SIBO'da bakteriler ince bağırsakta yerleşir ve çoğalır. Bu bakteriler tükettiğimiz gıdaları fermente ederek aşırı gaz üretimine yol açarlar. Sonuç olarak şişkinlik, ishal veya kabızlık gibi belirtiler ortaya çıkar. IBS tanısı almış hastaların büyük bir kısmında (%90), aslında tanı konmamış bir SIBO tablosu vardır. Bu da yanlış veya eksik tedavilere neden olabilir.
Bu nedenle IBS belirtileri olan, ya da IBS tanısı almış kişilerin mutlaka SIBO açısından araştırılmaları gerekir.

•••
👩‍⚕️Prof. Dr. S. Deniz Özzeybek
🌐www.denizozzeybek.com
📞0 (532) 054 04 32
☎️0 (232) 202 69 46
📩bilgi@denizozzeybek.com
📍Alsancak/Konak/İZMİR
•••

🔺Menopoz sadece hormon düzeylerindeki değişiklik değildir; enerji düşüklüğü, uyku problemleri, kilo direnci, libido kayb...
03/11/2025

🔺Menopoz sadece hormon düzeylerindeki değişiklik değildir; enerji düşüklüğü, uyku problemleri, kilo direnci, libido kaybı, anksiyete ve hatta artmış inflamatuvar yanıt gibi pek çok klinik tabloya zemin hazırlar.

👉Menopozda hormon desteği için biyoeşdeğer hormonlardan yararlanırız. Hedefimiz, vücuda dışarıdan “hormon vermek” değil; doğal fizyolojiyi desteklemektir.

Biyoeşdeğer hormonlar, moleküler yapılarından dolayı insan vücudunda doğal olarak üretilen hormonlarla birebir aynıdır. Bu da onların hücresel reseptörlerle daha sağlıklı bir etkileşim kurmalarını sağlar. Sentetik hormonların aksine biyoeşdeğer hormonlar, metabolizma üzerinde daha öngörülebilir bir etki oluşturur.

🍂Biyoeşdeğer hormon desteğini planlarken yalnızca hormon düzeylerini değil; aynı zamanda karaciğer ve bağırsak detoks kapasitesini, hücresel stres yanıtlarını ve antiinflamatuvar/proinflamatuvar dengeyi de dikkate alırız. Çünkü hormonlar, vücuttaki biyokimyasal ağın bir parçasıdır; sistemden bağımsız düşünmek hatalı sonuçlara yol açabilir.

•••
👩‍⚕️Prof. Dr. S. Deniz Özzeybek
🌐www.denizozzeybek.com
📞0 (532) 054 04 32
☎️0 (232) 202 69 46
📩bilgi@denizozzeybek.com
📍Alsancak/Konak/İZMİR
•••

Başta Gazi Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere tüm Cumhuriyet kahramanlarını saygıyla anıyor, 29 Ekim Cumhuriyet Bayramımı...
29/10/2025

Başta Gazi Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere tüm Cumhuriyet kahramanlarını saygıyla anıyor, 29 Ekim Cumhuriyet Bayramımızı kutluyorum.

Nice sağlıklı, bilinçli ve özgür yarınlara…

Helikobakter pilori (H. pylori), mide mukozasına yerleşen ve burada uzun süre sessizce yaşayabilen bir bakteri türüdür. ...
27/10/2025

Helikobakter pilori (H. pylori), mide mukozasına yerleşen ve burada uzun süre sessizce yaşayabilen bir bakteri türüdür. Toplumun büyük bir kısmı (%85) bu bakteriyi taşıyor ama çoğu kişi taşıdığını bile bilmiyor. Peki, bu durum ne kadar riskli?

H. pylori özellikle genetik yatkınlığı olan, mide mukozasında atrofi gelişen ya da mide ülseri öyküsü bulunan bireylerde mide kanseri riskini artırabilir. Midesinde herhangi bir sorun bulunmayan durumlarda toplumun %85'inde pozitif olan H Pylori'nin tedavi edilmesi akılcı bir yaklaşım değildir.

•••
👩‍⚕️Prof. Dr. S. Deniz Özzeybek
🌐www.denizozzeybek.com
📞0 (532) 054 04 32
☎️0 (232) 202 69 46
📩bilgi@denizozzeybek.com
📍Alsancak/Konak/İZMİR
•••

24/10/2025

Kortizol, vücudun stres yanıtını yöneten temel hormonlardan biridir. Kısa süreli ve kontrollü salgılandığında koruyucudur ancak sürekli yüksek kalırsa özellikle kadınlarda hassas hormon dengesini ciddi şekilde bozar. Bu bozulma zincirleme şekilde tüm sistemleri etkileyen bir tabloya dönüşebilir.

🔷Kortizol düzeyi uzun süre yüksek kaldığında ilk olarak hipotalamus-hipofiz adrenal (HPA) ekseni baskılanır. Bu ne anlama gelir? Yumurtalıkların düzenli çalışması için beyinden gelen sinyaller zayıflar. Sonuç: yumurtlama düzensizliği, adet gecikmeleri, hatta amenore (adet görememe) gibi durumlar ortaya çıkabilir.

🔷Ayrıca yüksek kortizol, progesteron üretimini baskılar. Progesteron eksikliği ise adet öncesi gerginlik (PMS), huzursuzluk, uyku bozuklukları ve düşük riski gibi birçok problemi beraberinde getirir.

🔷Uzun süreli kortizol yüksekliği aynı zamanda tiroid fonksiyonlarını da bozar. Tiroid hormonlarının aktif forma dönüşmesini engeller ve hücre düzeyinde kullanılmasını zorlaştırır. Bu yüzden bazı kadınlarda tahliller “normal” görünür ama yakınmalar devam eder: yorgunluk, kilo verememe, saç dökülmesi gibi.

🔷İnsülin duyarlılığı da kortizolden etkilenir. Kortizol düzeyi yüksek olduğunda kan şekeri dengesi bozulur, insülin direnci artar. Bu durum östrojen metabolizmasını etkiler, polikistik over tablosunu ağırlaştırabilir ve kilo alımına zemin hazırlar.

🌿bir kadında hormon düzensizliği yakınma varsa sadece östrojen ya da progesterona bakılmamalıdır. Uyku düzeni, stres düzeyi, sabah-akşam kortizol salgılanma ritmi, insülin düzeyi ve tiroid fonksiyonları birlikte değerlendirilir. Çünkü hormonlar tek başına değil, bir orkestranın üyeleri gibi birlikte çalışır. Kortizol dengesi bozulduğunda bu orkestra uyumunu kaybeder.

•••
👩‍⚕️Prof. Dr. S. Deniz Özzeybek
🌐www.denizozzeybek.com
📞0 (532) 054 04 32
☎️0 (232) 202 69 46
📩bilgi@denizozzeybek.com
📍Alsancak/Konak/İZMİR
•••

Karaciğer yağlanması, sadece fazla kilolu bireylerde değil; zayıf ama yanlış beslenen kişilerde de görülebilir. Fonksiyo...
20/10/2025

Karaciğer yağlanması, sadece fazla kilolu bireylerde değil; zayıf ama yanlış beslenen kişilerde de görülebilir. Fonksiyonel tıpta bu duruma "metabolik kaosun sessiz yansıması" diyebiliriz. Çünkü genellikle sinsidir, belirti vermez ama hücresel düzeyde ciddi hasar yaratabilir.

Peki, bu yağlanmayı başlatan ya da tetikleyen besinler nelerdir?

✔️İlk sırada yüksek fruktoz içeren gıdalar yer alır. Özellikle mısır şurubu ile tatlandırılmış gazlı içecekler, paketli atıştırmalıklar ve hazır tatlılar bu açıdan çok risklidir. Fruktoz, doğrudan karaciğerde metabolize olur ve fazlası trigliseride dönüşerek yağlanmayı başlatabilir. Bu nedenle sadece "şekeri azaltmak" değil, özellikle fruktoz tüketimini sınırlamak çok önemlidir.

✔️İkinci sırada rafine karbonhidratlar ve beyaz un içeren gıdalar gelir. Poğaça, beyaz ekmek, makarna, pirinç pilavı gibi glisemik indeksi yüksek yiyecekler insülin düzeylerini yükselterek yağlanmayı tetikler. İnsülin direnci geliştikçe karaciğer bu fazla glikozu yağa dönüştürmeye başlar. Bu süreç inflamasyonu da artırır.

✔️Üçüncü grup ise trans yağlar ve işlenmiş yağlardır. Margarin, fast food ürünleri, paketli kraker ve gofretler gibi gıdalarda bulunan bu yağ türleri hücre zarına zarar vererek hem inflamasyon düzeyini yükseltir hem de karaciğerde yağ birikimini hızlandırır.

❗❗Ayrıca birçok kişi farkında olmasa da alkolsüz bira, aromalı kahveler, meyveli yoğurtlar, hatta bazı “fit” ürünler içeriklerinde yüksek şeker ve katkı maddeleri barındırabilir. Bu ürünler “sağlıklı gibi” görünse de uzun vadede karaciğer metabolizmasını bozabilir.

•••
👩‍⚕️Prof. Dr. S. Deniz Özzeybek
🌐www.denizozzeybek.com
📞0 (532) 054 04 32
☎️0 (232) 202 69 46
📩bilgi@denizozzeybek.com
📍Alsancak/Konak/İZMİR
•••

D vitaminimiz, demirimiz eksik olduğunda eksiği tamamlıyoruz değil mi? Peki zamanla miktarı azalan ve menopozla yok olan...
18/10/2025

D vitaminimiz, demirimiz eksik olduğunda eksiği tamamlıyoruz değil mi? Peki zamanla miktarı azalan ve menopozla yok olan hormonlarımızı neden tamamlamayalım?

Ergenlikle birlikte kadının hayatına giren östrojen ve progesteron hormonları menopoza yaklaştıkça giderek azalır ve sonrasında da çok düşük düzeylere iner. İşte sorun bundan sonra başlar. Bu hormonların azalmasıyla kemik erimesi, beyin fonksiyonlarında azalma, kalp damar hastalıklarında artma, bir diğer deyişle yaşlanma başlar.

Hormon takviyesi pek çok kişinin sandığı gibi menopoza girişte (sonrasında değil!) yaşanan ateş basması, terleme gibi vazomotor semptomların azaltılması için verilmez. HORMON REPLASMANININ ESAS AMACI BEYNİMİZİ, KALBİMİZİ, KEMİĞİMİZİ KORUMAK.

Yıllardır vücudumuzda çok yüksek dozlarda bulunan ve o dozlarıyla birlikte yaşadığımız biyoeşdeğer hormon replasmanı tedavisi (BHRT)’nin bir risk artışı oluşturmadığını biliyoruz.

Eğer menopoz öncesi/sırası/sonrası dönemdeyseniz doktorunuzdan “Biyoeşdeğer Hormon Replasmanı Tedavisi” talep etmemeniz için hiç neden yok.

14/10/2025

Perimenopoz nedir? Doktora başvurmak için menopoza girmeyi mi beklemeliyiz?

•••
👩‍⚕️Prof. Dr. S. Deniz Özzeybek
🌐www.denizozzeybek.com
📞0 (532) 054 04 32
☎️0 (232) 202 69 46
📩bilgi@denizozzeybek.com
📍Alsancak/Konak/İZMİR
•••

Address

Şair Eşref Bulvarı No: 69/1 Kat:3 Daire: 7 Alsancak/Konak/İZMİR
Izmir
35220

Alerts

Be the first to know and let us send you an email when Fonksiyonel Tıp İzmir posts news and promotions. Your email address will not be used for any other purpose, and you can unsubscribe at any time.

Contact The Practice

Send a message to Fonksiyonel Tıp İzmir:

Share

Share on Facebook Share on Twitter Share on LinkedIn
Share on Pinterest Share on Reddit Share via Email
Share on WhatsApp Share on Instagram Share on Telegram