
10/10/2024
İnsan evrimleşdikçe doğaya üstünlük sağlayıp ona egemen olabileceği yanılsamasına kapıldığında hesap edemediği bir şey vardı. Doğadan kopmanın insanı gezegenin en yalnız ve kırılgan varlığı haline getirebileceği. Doğanın yerine başka bir şey koyması gerektiğini fark ettiğinde de kendi tuzağını yaratmış oldu.
Adına uygarlık dediği üst sistemleri geliştirdi ve bu sistemler zamanla insana egemen olup onu kendi mülkü haline getirdi. Bunu yaparken de başlangıçta ki doğa insanının niteliklerini ruhunun derinliklerine kapatıp, bizleri kendi talepleri doğrultusunda şekillenmiş varlıklar haline getirdi. Hayatımızın başlangıcında ki masum ve içgüdüsel varlık derinlerde tutsak, Arada fırsat bulursa kısa süreliğine ya da bir an için gün ışığına çıkıyor, ama genellikle başıboş halde bir görünüp sonra yine kayboluyor. Dolayısıyla kendimiz sandığımız yüzeydeki varlık, Sistemin onayı olmadan varlığını sürdürmeyeceği, istemediği durumlarda bile onu memnun edecek şekilde davranmaya çalışmak zorunda. Dolayısıyla kendimiz sandığımız yüzeydeki varlık, üst sistemin onayı olmadan varlığını sürdüremeyeceği için, istemediği durumlarda bile onu memnun edecek şekilde davranmaya çalışmak zorunda. Üs sistemin ilk tanıştığımız temsilcisi anne. Geleneksel yapısını hala sürdüren Amerika yerlerinde çocuk sadece biyolojik ana babasının değil, tüm kabilenin çocuğudur. Uygar toplumlarda ise, önce sistem sıkıntısının en altındaki annenin mülkü olarak hayata başlar, sonra da tüm sistemin tutsağı olarak hayatı sürdürürüz. çocuk annesine kızsa dahi bu duygusunu bastırıp beklentilere uygun davranmak zorundadır. Yani çoğu zaman öyledir. çünkü ona bağımlılıdır, bakımını, güvenliğini o sağlar. bu yetmiyormuş gibi anneye baba da katılır, kendi talepleriyle. ve uygar insanın iki yüzlülüğü böylece başlamış olur. Dış dünyaya karşı iki yüzlülük, kendimize karşı iki yüzlülüğü de kapsar ve hayatımızın omurgası haline gelir. Bizi kızgın yapan da işte bu iki yüzlülüke katlanmak zorunda olmak…
Engin Geçtan(Orada Bir Arada s*f 30)