15/11/2025
İnsan, çoğu zaman bedeninde saklı bir alfabe taşır.
Konuşulamayan duygular, ertelenmiş ihtiyaçlar,
bilinçdışının sessizce biriktirdiği kırılmalar…
Beden, bütün bunları kendine özgü bir dille kayda geçirir.
Bir gerilimde, bir nefes darlığında, ufacık bir ağrıda bile ruhun görünmez tarihini fısıldar.
Bir psikolog olarak her gün daha net görüyorum ki;
beden insanın en dürüst tanığıdır.
Zihin inkar edebilir, sözler susabilir;
ama beden, psikolojinin en kadim arşividir.
Geriye itilmiş her duygu,
tamamlanmamış her süreç,
bedenin hafızasında ince bir iz bırakır.
Bir ağrı, çoğu zaman yalnızca fizyolojik değildir;
bazen yıllardır ertelenmiş bir yüzleşmenin kenarından seslenir.
Bir belirti, insanın kendi iç dünyasında
cevap bekleyen bir sorunun gölgesidir.
Bir sessizlik ise…
Bazen savunmanın, bazen yorgunluğun,
bazen de “artık beni de duymalısın” diyen
içsel bir çağrının yankısıdır.
İnsan, kendi bedeninin dilini çözmeye başladığında
psikolojik süreçlerin karmaşıklığı da
bir anda anlaşılır bir haritaya dönüşür.
Çünkü beden; duygunun, belleğin ve davranışın kesiştiği en sade yerdir. Orada kandırma yoktur, kısayol yoktur, bahane yoktur. Sadece hakikat vardır, sessiz ama ısrarcı.
Ve iyileşme…
Çoğu zaman ileriye doğru büyük bir adım değil,
tam tersine içeriye doğru küçük bir dönüştür.
Durmayı bilmek, bedenin ritmine kulak verebilmek,
o fısıltıya “Tamam, seni duyuyorum” diyebilmektir.
En büyük dönüşüm, çoğu zaman dışarıda değil,
içeride duyulan o cümlenin ardından başlar:
“Artık senden kaçmıyorum.”