BİZ'den BİR'e Dönüşüm ve Şifa

BİZ'den BİR'e Dönüşüm ve Şifa Senem Özkan ve Erhan Çatı ile kadim bilgiler ve ruhsal öğretiler ışığında, ruhsal, bedensel şifalanma, farkındalık ve dönüşüm amaçlayan bir oluşumdur

Senem Özkan & Erhan Çatı ile
BİZ'den BİR'e Dönüşüm ve Şifa

Konular:

- Enerji Nedir? Şifa Nedir?
- Hastalıkların Ruhsal Nedenleri
- 7 Beden ve Enerji Merkezleri
- Nefesin Önemi & Modern Şifa Nefes Terapisi
- Negatif Enerji Nedir? Nasıl Temizlenir? Mekanları arındırma
- Reiki Enerjisi ve Şifası
- İçsel Çocukla Temas ve Duygusal Arınma
- Kendini Sevme ve Öz Onurlandırma Çalışması
- Dişil ve Eri

l Enerjiyi Anlama / İlişkileri Şifalandırma
- Sarkaç ile Şifa ve Rehberlik Eğitimi
- Numeroloji: Sayıların ve Harflerin Dili ile
Yaşam Amacınızı Keşfetme
- Sesler ve Frekanslar ile Şifa
- Şamanik Yolculuk
- Melek enerjilerine uyumlanma ve melekler ile çalışma
- Psişik Korunma Teknikleri
- İlahi Rehberlik
- DNA ile iletişim ve gençlik aktivasyonu
- Ruhsal katlar, planlar ve sözleşmeler
- Ejder Reiki 1 ve 2. seviye
- İlahi Dokunuş
- Eterik Şifa
- Tanrıça Enerjisi & Kutsal Kase'nin sırrı
- Matrix Enerjisi
- Bolluk ve Bereket aktivasyonu


İletişim: Erhan Çatı 0553 500 82 76

09/05/2024

MODERN ŞİFA (SANATLARI) NEDİR?

Sevgili Dostlar,

Bazen oluyor, Modern Şifa deyince insanlar bu nedir diye soruyor. Bu yazımda size bunun detaylıca açıklamasını yapmak istedim.

Reiki, bulan kişinin soyismidir. Hipnoz Latince kökenli maksadına uygun bir kökten gelmiştir. Başka enerji grupları çağrışım yaptığı kelime grupları, dil kökeni veya bulan kişinin kişisel adlandırmasıyla doğmuştur.

sonsuz şifa, evrensel enerji, kozmik şifa vb. gibi MODERN ŞİFA da Kurucumuz Erhan Çatı tarafından adlandırılan bir tekniktir. En genel mantığı ve mânâsı ile şifa, iyileşmek, bağ kurmak, düzeltmek demektir. Dolayısı ile iyileşme alanında kullanılan her şey şifadır. Hekimler şifa sağlar. İlaçlar şifa sağlar. Psikoterapi, hipnoterapi kişilerin iyileşmesi yani şifa bulması için vardır. Hoş bir sohbet, hissedilen bir mutluluk anı, dinlenilen makamsal müzikler de şifa sağlar.

Modern Şifa, içinde birçok tekniği, soruna özel birçok farklı çözüm önerisi ile şifa sağlanan; Erhan Çatı tarafından 20 yıla aşkın bir sürede bulunan, sürekli geliştirilen bir tekniktir. Bu yazıda okuyacağınız birçok faydasından ziyade, MODERN ŞİFA, ŞİFACININ Y'OL'UDUR. Bu yolda en önemli katkı FAR-KIN-DA-LIK'TIR. Örneğin birini kaybettiğinizde veya birisinden ayrıldığınızda hissettiğiniz acıyı, sadece hücrelerinizden silmez; aynı zamanda benzer durumlar ile karşılaştığınızda artık eski acıları yaşamamanız için size yol gösterici olur. Sizi olumlu ve olumsuz her duyguya bağışık hâle getirir. Eşsiz bir tecrübe katar. Kendinize ve çevrenize doğru açılımlar yapmanız konusunda en yüksek katkıyı sağlar. MODERN ŞİFA, her şeyden önce SEVGİ, GÜÇ, BAĞIŞIKLIK, DENGE aşılar.

Erhan Çatı tarafından Almanya ve Türkiye'deki çalışmalarının, eğitimlerinin sonucu olarak doğmuş; kısaca imgeleme, odak, kuantum nefes, bilinç ve farkındalık terapisi olarak tanımlanabilir. Doğası gereği Modern şifa sürekli gelişmeye açıktır.

Bugün Modern Şifada herhangi bir dil, din, ırk, mezhep, yaş, cinsiyet, coğrafik konum, uzaklık/yakınlık sınırlaması yoktur! Aynı zamanda modern şifa, çalışma konusu sınırı da koymaz. Aklınıza ne geliyorsa, MODERN ŞİFANIN ilgi ve çalışma konusuna girer ve Modern Şifa sorunların çözümünde son derece etkilidir.

ŞUNU ÖZELLİKLE SÖYLEMEK İSTERİM: modern şifa nefesin ve imgelemenin gücüdür. Eğer problemi ortadan kaldıracak hayali kurabiliyorsanız, modern şifa onu çözümleyebiliyor demektir!

Sevgili Dostlar, size modern şifayı kullanma yerlerimizden çok küçük bir miktarını isimlendirmek istiyorum. Çünkü soyut olarak okuduğunuz değil, somut olarak gördüğünüz daha etkili olacaktır.

Modern Şifa,
✓ İlaca bağımlı olduğumuz, kronik veya akut birçok hastalığın doğal arınmasını sağlar.
✓ Doğası gereği, birçok sorundan kaynaklı ruh ve vücut problemlerine karşı doğal bir arınmadır.
✓ Beden enerjisi dengeler, vücudu arındırıp temizler
✓ Yaşam enerjinizi ve doğal gücünüz ile bağışıklığınızı artırır.
✓ Bedeninizin zayıf düşmüş organlarındaki bozulmuş hücre yapısını yapılandırır, düzene sokar.
✓ Dokularınızın nefes almasını sağlar.
✓ Organlarınızın ve bedeninizin manyetik eterik alanlarını dengeler.
✓ Bağışıklık sisteminizi ve metabolizmanızın içsel gücünü güçlendirip harekete geçirir.
✓ Bedeni toksinlerden temizler.
✓ Meridyenlerimizdeki kutsal enerji noktalarındaki blokajları açar.
✓ Enerji merkezleri olan çakraları dengeler.
✓ Auranızı parazit, negatif enerjilerden arındırır.
✓ DNA aktivasyonunu harekete geçirir.
✓ Hücresel ve moleküler düzeyde dengeleme sağlar.
✓ Bedeninizdeki tıkanmış enerji blokajlarını kaldırır.
✓ Doğal yaşam enerjinizi (Chi) yenileyip canlandırır. Hücreleriniz özgür ve yüksek enerjili olarak dans eder.
✓ Eterik enerji bedeninizin titreşimlerini, frekansını dengeleyip olması gereken en iyi seviyeye uyumlar.
✓ Korunmaya yönelik olarak fiziki ve eterik enerji bedeninizi güçlendirir.
✓ Negatif Enerji, Nazar gibi olumsuz frekanslara duygusal, fiziksel, manyetik doğal kalkan ve koruma oluşturur.

Bunun dışında Modern Şifa Sanatları ile, her türlü hastalıkta Tıbba yardımcı şifa vardır. Asla tıbba alternatif değil, hayatın kimyasal akışının manevi, ruhsal bir tedavi tamlamasıdır. İlaç kullanırken yaşadığınız istenmeyen/yan etkilerin gücünü azaltarak daha iyi hissetmenize yardımcı olur.

Sevgili Dostlar,
Hangi terapi olursa olsun asla tıbbi tedavinin muadiliymiş gibi düşünmeyin. Bugün tıbbi teknikler Allah'ın ilmi olarak ortaya çıkmış, uzman hekimlerce de uygulaması yapılmaktadır. Ancak görünen alanımız kadar görünmeyen alanımız olduğu da bilim tarafından kanıtlanmıştır. Bilincimiz kadar bilinçaltı gibi karanlık ve kolay çözülemeyen bir alanımız olduğu da doğrudur. O nedenle şifa teknikleri her zaman tıbbın en büyük destekçisidir. Modern Şifa, tıbbi uygulamaları reddetmez, tıbbi tedavinizi aksatmaz aynı zamanda tıp bilimi ile beraber manevi, ruhsal, eterik dünyanıza ışık tutar.

Maalesef Modern Şifa'yı anlayabilmek ve anlatabilmek böyle yazılarla okunulduğunda tam idrak edilemez. Çünkü binlerce sayfa yazı çıkar ortaya. Ayrıca bir soru-cevap olmadığı için de mutlaka sorularınızın yanıtlanmadığı bir yer kalır. Bu nedenle Modern Şifamızın kitaplaştırılma çalışması başlamıştır ve büyük titizlikle devam etmektedir. Ancak Modern Şifa ancak öğretici kişilerce size tam ve etkili bir şekilde aktarılabilir.
Erhan Çatı
Çağatay Gürkan Çakmak

02/11/2021

Evrende varolanların kendi görebildiklerinden ve bilinmesi gerekenlerin kendi algılayabildiklerinden ibaret olduğunu zannedenler derler ki, ejderha diye birşey yokmuş! Hayal gücü geniş ve zamanı bol şairlerin uydurduğu, cahil halkı korkutup sindirmek isteyen hükümdarların ve genç kızları abartılı cesaret öyküleri ile etkilemek isteyen delikanlıların pohpohlayıp, püfpüfledikleri masal yaratıklarıymış onlar... Varsın Çin'in, Maçin'in, Mezopotamya'nın ve Mısır'nın, Orta ve Batı Avrupa'daki Germen topluluklarının, Vikinglerin, İrlandalılar'ın, hatta Kızılderiler'in ve Azteklerin kadim efsaneleri, yerin, göğün ve suyun korku salan büyüklükteki, gizemli hakimlerini anlatadursun. Üstelik bunlara ilişkin verilen ayrıntılar ve çizilen resimler çarpıcı bir benzerlikte olsun. Gel gör ki, şu yaşlı, şu sırlarla dolu dünya varolduğundan beri, üzerinde yaşamış her canlı türünün bir fosili bulunsun da, insanlarla aynı dönemde yaşadıkları rivayet edilen şu ejderhalardan, bir tanecik çene kemiği, bir parçacık kuyruk kıkırdağı bile kalmasın geriye. İşte bunu ne akıl ne mantık almaz ve hal bu iken de, ejderhalara var demek olmazmış...

Varsın olmasın! Varsın bir sır perdesinin ardında saklı kalsın koca dünyanın o bilge ve cefakar bekçileri. Hala bilinmek, görülmek ve duyulmak isteselerdi, öyle de olurdu zaten...
Şimdi size anlatacağım öyküyü ne bir anlatan oldu bana, ne de bir yerde okudum. Ejderhalar fısıldadı onu benim yüreğime. Tıpkı çoook eskilerde olduğu gibi...

Nice zamanın gerisinde, insanlara dair anlatılmış nice varoluş ve yokoluş öyküsünün öncesinde, dünyanın merkezindeki ateşi besleyen binbir elementin özünden yoğrulmuş ve yanardağlardan fışkıran lavlarla birlikte toprağın üstüne doğmuş ejderhalar. Altın renkli gözlerinin derinlerinde evrenin tüm bilgeliğini ve kalplerinin yerinde ‘’herşeyin esası olan’’ın kristalleşmiş halini taşırlarmış. Konuştukları bir dil yokmuş onların. Yerin üstündeki ve altındaki, canlı ve cansız tüm varlıkların yaydığı titreşimleri algılar ve genlerinde taşıdıkları bilgelikle ne anlama geldiğini bilirlermiş. Onlar bir mesaj iletmek istediklerinde ise, canlı ve cansız her varlığın ta özünde hissettiği bir titreşim yayarlar, ve hepsi yerleri ve gökleri titreten bir ses zihinlerine dolmuşcasına, ejderhanın ne dediğini bilirlermiş.

Geniş mavi göklerde haşmetle süzüldükleri, uçsuz bucaksız ormanların kuytularındaki pınarlardan su içtikleri, yüce dağların tepelerindeki kovuklarda yaşayıp, çoğaldıkları uzun zamanlar boyunca, nice haline şahit olmuşlar bu yorgun dünyanın. Herşeyden oldukları için, herşeyi bilmişler. Ne olanlar, ne de olacaklar şaşırtmış onları.

İnsanların yeryüzünde varoluşuna da şahit olmuşlar zamanı geldiğinde. İnsan oğullarının ve kızlarının önce ürkek sonra küstah adımları ile dünyanın varılmadık bir sahilini, çıkılmadık bir tepesini, girilmedik bir kovuğunu bırakmamacasına ilerleyişlerine, sonra da her birini şu senin bu benim diye sahiplenişlerine, canlı ve cansız tüm varlıklar ve birbirleri ile kavga edişlerine, bazen yenilişlerine bazen de zafer kazanıp kutlayışlarına, kendilerini herşeyden çok önemseyişlerine ve yine de evren karşısındaki kırılganlıklarını, çaresizliklerini bilip içten içe acı çekişlerine şahit olmuşlar. Altın renkli gözlerinin derinlerinde bilgece bir şefkat ve kimilerinin dehşet verici buldukları kadim yüzlerinde muzip bir gülümsemeyle, öylece izlemişler olan biteni...

Ve hep bilmişler! Taa başından beri, sonunda olacağı bilmişler... Yine de sadece yüreklerine dolan sesin söylediklerini yapmışlar her zaman olduğu gibi.
''Bu işte'' demiş iyi tanıdıkları bu ses onlara... Benim kendime seçtiğim varis, bu ürkek, bu küstah, bu hırslı, bu inançsız, ama bir de karar verdi mi bir de inandı mı tüm dünyayı karşısına alacak kadar kararlı, azimli ve cüretkar, bu bencil, bu iki yüzlü, bu kaygısız, bu vefasız ama bir de koydu mu yüreğini ortaya ancak bir ejderhanın yüreğine denk olacak kadar saf ve katıksız... İşte budur senin el verip, yol yordam bildireceğin, budur bildiklerini devredeceğin. Benim dünyadaki yansımam diye seçtiğim insanoğludur.

Sadece evrenin bilgeliğine boyun eğen kristal kalplerinin tüm saflığıyla kabul etmiş ejderhalar bu görevi. Ürkütücü görünümlerinin arkasındaki tüm sevecenlikleriyle sahip çıkmışlar özünden yaratıldıkları dünyanın, bu zayıf, bu şaşkın, bu sağı solu belli olmaz çocuğuna...

İşlerinin çok zor olduğunu bilmişler. Ve uğrayacakları hayal kırıklıklarını... Ve ihaneti... Ve unutulmayı ya da alabildiğine yanlış anlatılmayı ve hatırlanmayı. Evet hepsini göze almışlar. Ve herşeyi bildikleri gibi, bunu neden yapmaları gerektiğini de bilmişler... İnsanlar da tıpkı ejderhalar gibi evrendeki herşeyin bilgisine sahip olarak yaratılmışlar çünki. Ancak onlar ejderhalar gibi bunu her an hatırlamanın verdiği güven duygusuyla gelmemişler buraya. Onlar analarının rahminden uzatıp da kafalarını gözleri günün ışığıyla ilk kamaştığında, bütün bildiklerini unutmak ve bir ömür unuttuklarını hatırlamak üzere çaba ve emek sarfetmek üzere gelmişler. İnsanların, unutmanın karanlığı ile kör ve sağır olmuş hallerine, korkularını daha derin, dirençlerini daha zayıf hale getiren savunmasız bedenlerine bakıp, yine de taşımak zorunda oldukları o koca yüke saygı duymuşlar ejderhalar. Ve bazı zamanlar kendilerinin mi, yoksa insanların mı daha yürekli olduğuna karar vermekte güçlük çekmişler. Sonra da ne olması gerekiyorsa, öyle olmuş...

O günden sonra gece yattıkları yerden kalkıp ormana yürür olmuş insanların bazıları. Kimileri günün orta yerinde bırakıp elindeki işi, yolunu tutmuş taa uzaktaki karlı bir tepenin. Kimilerinin karşısına bir ırmaktan su içerken çıkmış ejderhalar. Kimilerinin avlanırken... Sesi duyup da gitmeyenler zaten o yolun yolcusu olmadığı belli olanlarmış. Gidenlerin içinden de korkup geri dönenler olmuş olmasına, hem de ne çok… Ama zaten bu yola girecekler, aynı zamanda baş koyacaklar olmalıymış.

Ejderhanın cezbesine kapılıp gidenlerin hikayeleri anlatılır olmuş köylerde. Kadın, erkek, çocuk demeden, ta yüreğinde duyduğu bir sesin çağrısına doğru yürüyüp, yıllar yılı ailesinin yanına dönmeyenler olmuş. Nice zamanların ardından bir gün eskiden evlerinin olduğu yerlere gelip kimliklerini bildirenler de zaten artık giden kişi gibi değillermiş. Bambaşka biri olarak dönmüşler ejderhanın yolundan. Ya da dönmemişler de, geçerken bir uğramışlar. Çünki bu yol onları çok uzak diyarlara, çok farklı yaşamlara götürmüş.

O kadar çok şey yaşamışlar ki, eskiden bildiklerini unutup, bilmediklerini sandıkları birçok şeyi hatırlamışlar. Onlar da ejderhalar gibi, ekinlerin toprağın altında filizlenip sürgün verişinin sesini, çok uzaklardan gelen yağmur bulutlarının kokusunu duyar, gelen ayak sesinin bir dosta mı yoksa bir düşmana mı ait olduğunu, karanlık gecenin örttüğü izlerin nereye gittiğini bilir, az konuşur, çok dinler ve söylenmeyeni de anlar olmuşlar.

‘’Ejderha İnsanlar’’ diye bilinir olmuşlar dünya yüzünde. Nerede görünüp ne zaman kaybolacaklarını diğerleri hiç bilememiş. Bazen bir ejderha sırtında gezdikleri görülmüş gökyüzünde, bazen tabana kuvvet benim diyen babayiğidin yürüyemeyeceği yolu tepip geldikleri. Hepsinin farklı marifetleri varmış. Kimisi şifacıymış, kimisi savaşçı… Kimisi bitkilerin nasıl ekilip yetiştirileceğini öğretirmiş diğerlerine, kimisi hayvanlara nasıl daha iyi bakılacağını. Kimileri kimsenin yapamadığı kadar keskin kılıçlar yapar ve yeterince sabırlı ve çalışkan olanlara bunun nasıl yapılacağını gösterirlermiş. Kimileri çocuklara toprağın, göğün, ışığın, suyun ve onlarda saklı olan simgelerin sırlarını anlatırmış uzun uzun.

Ejderhalar ve onların yetiştirdikleri ejderha insanlar, uzun zamanlar boyunca evrenin bilgeliğini yaymak için çalışmışlar yeryüzünde. Bilgiyi ve gücü herkesin ve herşeyin iyiliğine kullanmayı öğretmeye çalışmışlar. Bazen yerini bulmuş yaptıkları, bazen de tam tersi olmuş. Dönüp onları vurmuş insanlara verdikleri güçler. Hırslı ve bencilmiş insanların çoğu. Onlara verileni alırken açgözlü, başkaları ile paylaşırken cimriymişler.

Ejderha insanların yol göstericiliğiyle yıkılan medeniyetlerin üstüne yeni medeniyetler, ve yokolan bilgileri yeniden yeşertip yaymak için yeni öğrencilerin yetiştirildiği okullar inşa edilmiş. Bilginin ve gücün ağırlığını taşıyabilecek olanları seçip, diğerlerini bu yükten muaf tutmak için, gizemlerle örtülmüş öğretilerin üzeri. Korunan ve koruyanların sorumluluğu kendilerinden sonra geleceklere aktardıkları bir eğitim sistemi kurulmuş ve okulların adı tapınak olmuş. Mısır rahipleri, Roma’nın bilge filozofları, Ahiler, Masonlar, Sufiler, yüzyıllar boyu bu kaynaktan sızan ışıkla beslenmişler. Kimileri temiz tutmuş ve iyi aktarmış kendisine öğretileni, kimileri biraz bozmuş, biraz kendine yontmuş, biraz çığrından çıkartmış.

Ejderha adamlar kurmaya başladıkça kendi sistemlerini, ejderhalar hep biraz daha gerilere, biraz daha derinlere doğru çekilmişler usul usul. İstemişler ki, öğrencileri başkalarına da öğretecekleri yolu, kendileri bulsun. Bulan ve bulduran da olmuş aralarında, bulduktan sonra kaybedip başkalarının yolunu saptıran da… İnsan bu! Ejderhanın öğretisinden de geçse, yürüyeceği yol hep kalbinin döndüğü yöne doğru olmuş. Boşuna dua etmezmiş Hazreti Muhammed evrenlerin tek sahibine ‘’Ey kalpleri dilediği tarafa döndüren, kalbimi hak yol üzerinde sabit kıl’’ diye…
Doğu medeniyetlerinin hep derin bir saygısı olmuş ejderhalara. Doğunun erkekleri ejderhanın emanetine layık olmak için birbirleriyle yarışmışlar. Ama kolay değilmiş emaneti taşımak. Onur boş gurura, bilgelik ukalalığa, güç zalimliğe dönüşüverirmiş kolayca. O zaman ejderhanın emaneti, bir kor gibi içten içe onun hakkını veremeyeni yakarmış. Yine de olmuş bunu başaranlar. Evrenin geniş zamanları içinde bir gün kadar olan ömrünü bir ejderhanın asaleti, azameti ve alçakgönüllüğü ile yaşayanlar olmuş…

Ejderhalar bu dünyayı terkedip gittikten sonra ise, onun adının arkasına saklanıp, ona duyulan saygıyı kendi erklerinin aracı haline getirenler de olmuş elbet... Belki biraz da bu yüzden ejderhalara ve ejderhanın varisi olabilenlere duyulan hayranlık ve hürmet, bu kültürlerde hiç kaybolmamış. Turistik bir değer gibi yaşayıp gitmekte hala türlü şekillerde…

Batıda ise, gücü ve bilgeliği elde edenler daha çabuk dönmüşler çıktıkları yoldan. Ayaklarının dibine serilen dünya nimetlerine duydukları şehvet, ayrıcalıklı olmaya duydukları tutku, onları bencilleştirmiş. Bilgeliğin kaynağının üstünü örtmeyi, onu kendi sahip oldukları ve ancak kendilerine kölelik edenlerle paylaştıkları bir alışveriş aracına dönüştürmeyi tercih etmişler. Evrenin bilgeliği, gizem okullarına, gizem ise dine dönüşmüş. Ve dinin bekçiliğini yapıp, insanları bilgiden uzak tutan koca koca kurumlar oluşmuş… Sonuçta herşey ekonomi ve politikadan ibaret olmuş!

Kiliseler ve onların gücüyle güçlenip, onlara kol kanat gererek meşruiyet kazanan krallıklar, kimse gerçeği bilmesin diye ejderhaları bir düşman gibi göstermişler herkese. Ejderhalarla yapılan savaşlara kurban etmişler en cengaver gençlerini. Etmişler ki, nefret ve korku büyüdükçe büyüsün insanların arasında. Gerçekten ve bilgelikten uzaklaşıp, tüm cahillikleriyle, zalime sığınsınlar.

Ejderhalarla savaşa gitmek, nice destanın konusu olmuş. Bir ejderha ile boy ölçüşmek adına yola çıkanlar içinden, pek azı dönmüş geriye. Oysa pek azı ejderhalarla savaşacak kadar ileri gidebilmişler. Ejderha inlerinde saklı olduğu rivayet edilen hazinelerin hayaliyle gözü dönmüş olanların nicesi, soğuk, karanlık ve sisli doruklarda ejderha ini ararken yolunu yitirmiş. Açlıktan, yorgunluktan, korkudan mecnun olmuş. Ve sinsi bir rüzgarla kaybedip dengesini, zavallı hayallerinin uçurumlarına doğru kayıp gitmiş. Kayalıkların dibinde akbabalar tarafından parçalanmış olarak bulunmuş cesetleri. Mağrur ve hırs dolu bir kalple gelip, hile ve desiseyle ejderhaları tuzağa düşürmeye çalışanların bazıları, ejderhayı karşılarında görür görmez paniğe kapılıp yalvarmaya başlamışlar. Ejderhalar ateş püskürtüp üzerlerine yakmamışlar onları. Aman dileyip azad edilmelerine rağmen, boş gururlarını ayaklar altına alamadıkları için, evlerine geri dönmek yerine, başka şehirlere başka ülkelere doğru yola koyulmuşlar. Ejderhaya kurban gitti diye ağıtlar yakılmış arkalarından. Onun gibi bir yiğide gelin olaydım diye nice kız peşlerinden ağlamış.

Bazı yiğitler ise, gerçekten hizmet aşkıyla düşmüşler yollara. Altının, zümrütün, şanın, şöhretin değil, canlarını inandıkları değerler ve sevdikleri uğruna kurban edip, şehit düşmenin hevesiymiş onları ejderhaların yaşadığı yücelere yönelten. İşte bunlar olmuş bir tek ‘’ Ejderha öldüren kahraman’’ diye anılanlar. Karşısında görüpte o azametli, o dehşet verici ejderhayı, yine de çekip kılıcını kınından, yine de onun üzerine yürüyüp, adalet ve iman adına meydan okuyanlar olmuş o şerefe nail olanlar. Korkularını cesarete dönüştürüp, kalplerini ejderhanın önüne atanlar, ejderhayla değil kendileriyle olan savaşlarını kazanmışlar. Tıpkı şu şiirdeki gibi;

‘’Dün sabaha karşı kendimle konuştum
Ben hep kendime çıkan bir yokuştum
Yokuşun başında bir düşman vardı
Onu vurmaya gittim
Kendimle vuruştum’’
Ozdemir Asaf

Bu yiğitlere, yiğitliklerini bilsinler diye bir fırsat vermiş hep ejderhalar. Savaşır gibi yapıp yenilmiş ve ölümsüzlüğe doğmuş bedenlerinden vazgeçmişler onların zaferi için. Acımadan ortaya koydukları insan kalplerinin yerine, bir ejderhanın kalbiyle ödüllendirildiklerini bilmeden gitmiş o yiğitler evlerine. Ejderhalar ise, kalplerini hakeden bir insana teslim ettiklerini bilmenin huzuru ile, göklerdeki evlerine doğru süzülerek yükselmişler o vakit. Cesur ve temiz bir kalple yola çıkan kişi, karşı durduğu şey bir ejderha bile olsa onu yenebileceğini bilsin, korkaklığına ve zalimlere asla teslim olmasın, insanlık onurunu kimsenin önünde yere sermesin diye, o ihtişam dolu varlıklar, insanoğluna boyun eğmişler.

Bir de ejderhalara kurban edilen bakireler konusu vardır malum… Tarlalardaki ekinlerin üzerine lavlar püskürtüp, ineklerini koyunları çalınca ejderhalar, köyün en akıllı ve güzel genç kızlarını onlara verip, mallarını korumaya çalışmış bazı insanlar. Oysa aslında ejderhalar, akıllı ve güzel kızları bu korkak bu aptal erkekler sürüsüne kurban olmaktan korumaya çalışmış. Ejderhalara kurban verilen sunaklarda, bir alacakaranlık vakti elleri kolları bağlanıp, tir tir titreyerek bekledikleri ölüme terkedilen tazeler, önce tüm haşmetiyle göklerden süzülürek gelen ejderhanın büyülü nefesiyle bayılmış ve sonra da yine sunaklara bırakılan ipekler, atlaslar, altınlar, zümrütlerle süslenmiş olan yataklarında, tatlı tatlı esneyerek ayılmışlar.

Ejderhaların öğrencileri olmuş bu genç kızlar. Ay her dolun halini aldığında yenilenen kanlarının taşıdığı dişi bilgeliği farketsinler, doğa ananın dilini çözmeyi, otların çiçeklerin taşıdığı şifayı sezmeyi ve evrenin onlara bahşettiği kadınlığı en güzel en değerli şekilde kullanmayı öğrensinler diye, ejderhalar onlara rehberlik etmişler. Altın rengi gözleriyle seyrederken bu güzelleri ve tıpkı bir fidanı büyütür gibi korur kollar ve geliştirirken, içlerinden bazılarına gönül düşürenleri de olmuşmudur bilinmez. Kuzey yıldızlarının sağanak olup yağdığı büyülü bir gecede, genç bir erkek suretinde görünüp bu tazelere, tenin hazlarını da onlarla paylaşmışmıdır bu gizemli yaratıklar, işte orası tam bir muamma. Ama bu genç kızların, hiç biri tutsak olmamış ejderhaların yanında. Onlar alacaklarını aldıklarında, verebileceklerini versinler diye salıverilmişler dünya yüzüne. Ejderhalar artık hepsi birer bilge olan bu güzel kadınları, dertlere deva, insanlara şifa ve ejderha yürekli evlatlara ana olsunlar diye, yaşamın yüreğine bırakmışlar. Ne acıdır ki, birçoğu bağnazlar tarafından cadılıkla suçlanıp, tıpkı ateşten gelen hamilerine bir methiye gibi ateşe atılarak sonlandırmışlar yaşamlarını. Yine de herbiri yaşadıkları ana değer katıp, anların değerini yüreklerinde duyan, çok az sayıdaki şanslı insanlardan olmuşlar. Ve kendilerinden geriye çok güzel izler bırakmışlar…

Ne ilginçtir ki, kadınlardır yine en güzel ejderha öykülerini yazanlar. Ursula LeGuin, Anne McAffrey ve Margaret Weiss’ın kitaplarında hakettikleri onurlu yeri bulmuştur ejderhalar. Yazdıkları romanlarda ejderhaları sinsi, saldırgan ve açgözlü zalimler olarak betimleyip, baş kahramanlarını onlarla savaştıran erkek yazarların tam tersine, bu dişi kalem üstatları, belki de genetik hafızalarında taşıdıkları bir bilgelikle, büyük büyük annelerinin sevgili öğretmenlerini, olduklarına en yakın haliyle betimleyebilmişlerdir.

Bir fosil, bir kuru kemik, bir aşınmış kıkırdak parçası bırakmadan çekip gitmişler yeryüzünden. Çünki onlar, yeryüzünün o cefakar bekçileri, ne bir katliama kurban gitmişler, ne de ecelleriyle ölmüşler. Ateşin derinliklerinden çıkıp geldikleri dünyayı, ışığın sonsuzluğuna doğru yükselerek öylece terketmişler.

Onlardan geriye nesli tükenmiş hayvanların bıraktığı türde izler kalmamış. Ama dikkatle bakarsanız hala bizlerle birlikte yaşayan hayvanların en nev-i şahsına münhasır olanlarında, onlardan birşeyler bulursunuz…

Bilgeliklerini yılanlara
Tartışılmaz erklerini aslanlara
Sadece ahde vefa nedeniyle, insandan kat kat üstün olan beden güçlerini, zerafet ve asaletlerinden hiçbirşey yitirmeden insanların hizmetine sunma görevini atlara
Göklerin sonsuzluğunda özgürce uçmanın ve kayalıkların tepelerinde yuva tutmanın onurunu kartallara
Herşeyi gören gözlerini kedilere
Yüzyıllar boyu dünyaya korku salan suretlerini ise o minicik, masum, alabildiğine zararsız ve kırılgan deniz atlarına bırakarak, çekip gitmişler bu yaşlı yeryüzünden.
Eşsiz kalplerini taşımak görevi de, varoluş amaçlarını hatırlamak için çabalamaktan vazgeçmeyen, dürüst, inançlı, kararlı insanlara kalmış…

Kendilerini bilmeye ve bencilliklerinden sıyrılıp, onları ve ejderhaları aynı bilgelikten yaratana hizmet etmeye çalışan tüm insanlar – ki onlar dışarıdan baktığımızda çoğu kez bu dünyanın cefasını en çok çekenlerdir - hiç bilmeden, hiç farketmeden bir samurai kılıcı gibi ateşle şekillendirilen ve bir kristal gibi ışığı damıtabilen, o eşsiz ejderha kalbine sahiptirler. Onlardır artık bu yaşlı dünyanın cefakar bekçileri…

Ejderhalarsa, ışığın krallığını bizim insan gözlerimizden uzak tutan o incecik perdenin arkasında çekildikleri derinliklerden, hala gözler dururlar insanoğlunu. Ve emaneti taşımaktan vazgeçmeyenlerin kalplerine, tam en ihtiyaç duydukları anlarda bir küçük fısıltı gönderirler… HATIRLA!

13/10/2021

13 Ekim Çarşamba gecesi
saat 23.00 de başlayıp 23.23 de bitecek.
ÜÇ SARMAL enerji ÇALIŞMAM
Ücretsiz

RUH....

ZİHİN....

BEDEN şifasi yoğun bir şekilde hissedeceğiniz enerji çalışmam.

M edical.A sistans.P rogramme
Map team ile hastalarımıza şifa çalışması. .. Modern şifa

Sevgi Kısmet Aşk ok u atacağım.

Benim ve bütünün en yüksek hayrına gelecek enerjiyi sevgi ile kabul ediyorum demeniz yeterli.

Bulunduğunuz ortamı çalışma öncesi tütsüleyip havalandırılması önemli.
Ağrıyan sızlayan bölgelerinizi yazarsanız çalışmam için Yararlı olur .
Bulunduğunuz Şehri yazmanız çok önemli o bölgede şifa yoğunlaşması için yazmanız önemli

26/09/2021

Her işinizin en güzel şekilde hal olması dileklerimle.
Sevgi'nin en yücesine sahipsiniz. Anı kullanın.

10/08/2021

Dört Anlaşma

“Gözler kapalı yaşamak kolaydır. Görebildiğiniz tek şey yanlış yorumlardır.”
John Lennon


Kendinizle, başka insanlarla, Tanrıyla, toplumla, anne ve babanızla, eşinizle, çocuklarınızla, yaşam rüyanız ile binlerce anlaşma yaptınız. Bu hayata gelirken ve geldikten sonra.. Ama bunların içindeki en önemli anlaşmalar, kendinizle yaptığınız anlaşmalardır. Bu anlaşmalarda kendinize kim olduğunuzu, ne hissettiğinizi, neye inandığınızı ve nasıl davranacağınızı belirlediniz. Sonuca kişiliğiniz diyorsunuz.

Bu anlaşmalarda şunları söylüyorsunuz: “Ben buyum. Bunlara inanıyorum. Bazı şeyleri yapabilirim, bazı şeyleri yapamam. Bu gerçek, bu fantazi. Bu mümkün, bu imkansız”.

Tek bir anlaşma büyük bir problem yaratmaz, ama bizim acı çekmemize, yaşamda başarısız olmamıza neden olan bir çok anlaşmamız var.(binlerce) Bu anlaşmaların çoğunu büyürken farkında olmadan toplumsal ve aile içindeki şartlanmalarla yaptık. Hepsinin tek tek farkına varabilmek ve teker teker değiştirebilmek zor ve çok uzun bir süreç. Ama genel olarak bu anlaşmaları dört temelde toplayabiliriz. Ve onların yerine geçecek olan dört yeni anlaşmayı kendimizle yapabilirsek değişim başlar. Eğer olumlu ve haz dolu bir yaşam sürmek istiyorsanız, korku temelli anlaşmalarınızı feshetmek ve ve sevgi temelli anlaşmaları hayatınıza yerleştirmek zorundasınız. Bireysel gücünüze sahip çıkabilmenin yolu buradan geçiyor. Korku temelli anlaşmalar sizin enerjinizi tüketmekle meşgulken, bireysel gücünüze sahip çıkabilmeniz, hatta anlaşmaları fark edip değiştirebilmeniz bile mümkün değil. Bu dört sevgi temelli anlaşmayı yapabilirseniz bireysel gücünüze sahip çıkabilirsiniz.

Kullandığınız Sözcükleri Özenle Seçin.

En temel ve en zor anlaşma budur. Kullandığınız sözcüklerde kusursuz olabilmek. Sözlerimiz arı, kusursuz, eksiksiz olmalıdır.

Sözler sizin yaratma gücünüzdür. Sözleriniz, size doğrudan Tanrıdan gelen armağanlardır.

Bir tek söz ile savaşlar çıkabilir, gönüller kırılabilir veya kalpler fethedilebilir. İnsan zihni sürekli tohumların ekildiği verimli topraklar gibidir. Tohumlar düşünceler, fikirler ve kavramlardır. Söz tohum gibidir. Bu verimli topraklara korku tohumları ekmeyin ve ekilmesine izin vermeyin!

Günah, kendi doğana karşı yaptığın herşeydir. Kendi varlığına karşı hissettiğin, inandığın ya da söylediğin her şey günahtır. Herhangi birşey için kendini yargıladığında veya suçladığında kendine karşı olmuş olursun. Günahsız olmak bunun tam karşıtıdır. Saflık, arılık, kendine düşmanca davranmamaktır. Günahsız olmak, davranışlarının sorumluluğunu üstlenmek ama kendini yargılamamak ve suçlamamak anlamına gelir. Bu bakış açısıyla günah kavramı ahlaki ve dinsel bir şey olmaktan çıkar, sağduyunun sesine dönüşür. Günah kavramı kendini reddediş ile ortaya çıkar. Bu insanı ölüme götürür ve günahsız olmak ise yaşama yöneliktir. Kendimizi sevmek, yaptığımız her şeyi kendimiz adına onaylamak, kendimiz hakkında yargılarda bulunmamak günahsızlığı ve saflığı getirir.

Başkalarına karşı onların kendilerini yargılamalarına neden olmayacak sözleri kullanmak, kendimiz için günahsız sözler kullanmak demektir. Onlarında bana karşı sözleri aynı şekilde olacaktır. Enerjinizi sevgi dolu ve günahsız sözlerden yana kullanırsanız, çoğalır ve büyürsünüz. Özgürleşirsiniz. Kendinizi yargılayacağınız sözler size gelmemeye başlar, bu günahsızlaşmaktır. Bu sözler sizi arındırır ve özgürleştirir.

Oysa bizler tam tersi bir davranışı alışkanlık edinmiş durumdayız. Sürekli kendimizi yargılarız, kendimize bile yalan söyleriz, duygularımızı reddederiz, toplumun bizi yargılamasından korkar, önce kendimiz kendimizi yargılarız. Duygularımız saf bir sevgi içerikli bile olsalar bazan bizi korkutur ve biz onları yalanlamayı, reddetmeyi seçeriz. Oysa kızgınlıklarımızı, kıskançlıklarımızı, çekememezliğimizi ve nefretimizi ifade etmekten çok çekinmeyiz. Toplum bunlar nedeni ile bizi çok yargılamaz nasılsa diye, ifadelerimizdeki yönelişlerimiz daha çok bu yoldadır. Oysa bu tip ifadelerimiz ne büyük etkilere ve günahlara sahiptir, farketmeyiz.

Çocuklarımıza bile farkında olmadan olumsuz ifadeler kullanır ve genellikle, bu yaptığımızla onların hayatları boyunca etki altında kalacakları, yaptığımız neredeyse kara büyünün farkında bile olmayız. Örneğin çocuğumuzun bir şarkıyı söylerken, şaka yollu ne çirkin sesin var, ya da aman hiç beceremiyorsun tipli takılmalarımız onun hayatı boyunca kendi sesine olan güvensizliğine, toplum önünde konuşmaktan çekinmesine, kendine güvenmemesine neden olacak bir anlaşmayı kendiyle yapmasına neden olur. Bu anlaşmayı çocuklarına aktaracak, toplum içinde pek çok kişinin konuşmalarını, şarkılarını beğenmeyerek hayatı da zevk alınır bir şekilde yaşamaktan uzaklaşacaktır.

Siz etrafınıza bu tip olumsuz ifadeleri yaydığınızda, etrafınızında yaratımları hep bu şekilde olumsuz olacağından, dönüp size ulaşan gene sizin yaydığınız benzerleridir. Yıllar boyu hem başkalarının sözleri aracılığı ile dedikodu ve kara büyünün etkisine gireriz, hemde kendimizle ilgili kendimizin söylediği sözlerle aynı olumsuz etkiyi yaratırız. Kendi sözlerimizle kendimizi esir eder, kendimizi yargılar, mutsuzluğumuzu yarattığımız gibi günahkarlığımızı ilan eder ve kendi cehennemimizi yaratırız.

Birinci anlaşmaya uyar ve sözlerimizi özenle seçersek, bir süre sonra zihnimiz ve bireysel ilişkilerimizdeki iletişimimiz duygusal zehirden arınacaktır. Mutluluk, özgürlük, başarı ve bolluk bilincine doğru ilerleyiş sadece sözlerimizi özenle seçmeyle bize gelir.



hiç Bir Şeyi Kişisel Algılamayın

Etrafınızda olan biten hiç bir şeyi kişisel algılamayın. Örneğin biri size aptal demiş olsa bile, bu sizi değil karşınızdakini ilgilendirir. Çünkü herhangibiri sizin aptal olduğunuz yargısını ortaya koyacak bir güce ve yetkiye sahip değildir. Bu ancak kendi karşılaştırmaları, kendi hayat algılayışı, kendi bilgi, duygu düşünce düzeyi ile yaptığı bir yargılamadır. Genel olarakda kendi yetersizliğini görerek sizi yargılamıştır. Bu nedenle size söylenen bu sözü bile kişisel algılamayın! Size söylenen şeye katılırsanız, kişisel olarak algılamış olursunuz ve bu sözle anlaşma yapmış olursunuz. Zaten bu güne kadar hep böyle olumsuz anlaşmalar yapmıştınız! Bundan sonra yapmayın!! Hiç bir şeyi kişisel algılamayın!!

Oysa bizler tüm eğitim sürecimiz boyunca her şeyin merkezine kendimizi koyarak (bencilliği öğrendik, egomuzu yükselttik daima), etrafımızda olan her şeyi de kişisel algılamayı öğrendik. Oysa diğer insanlar merkeze sizi koyarak hiç bir şey yapmaz (sizin başkasını merkezinize koyarak bir şey yapmadığınız gibi). Yaptıkları her şey kendileriyle ilgilidir. Yani herkes kendi rüyasını yaşar. O zaman etrafınazda olan biteni, size doğru bile olsa söylenenleri nasıl kişisel algılayabiliyorsunuz ki? Bunun kadar büyük bir çelişki daha var mı?

Durumun son derece kişiselmiş gibi göründüğü anlarda bile, başkaları size direkt olarak hakaret ediyor olsa bile, yinede sizinle ilgisi yoktur. Söyledikleri ve yaptıkları şeyler, dile getirdikleri fikirler kendi zihinlerinde yaptıkları anlaşmalar doğrultusundadır. Kişilerin bakış açıları, ehlileştirme sürecindeki programlamalarından oluşur.

Aynı şekilde, sizin hissettikleriniz ve yaptıklarınızda kendi bireysel rüyanızın, kendi anlaşmalarınızın bir yansımasıdır. Sizin söyledikleriniz, yaptıklarınız ve sizin fikirleriniz sizin anlaşmalarınız doğrultusundadır. Fikirlerinizin başkalarıyla ilgisi yoktur.
Sizin kim ve ne olduğunuzu bilmeniz yeterlidir. Kabul görmek, onaylanmak gibi bir ihtiyacınız yoktur. Başkalarının size kim olduğunuzu söylemesi imkansızdır. Siz ancak kendiniz kendinizi bilebilirsiniz.

Filminizi, Yaşamla yaptığınız anlaşmalara uygun olarak yaratırsınız. Sizin bakış açınız sizin için kişiseldir, sizin gerçeğinizdir, başka hiç kimsenin değil. Bu yüzden birisine kızarsanız aslında kendinizle uğraşıyorsunuz demektir. Kendi korkularınız var demektir. Karşınızdaki kişi bu kızgınlığın oluşması için sadece bir mazeret yaratmıştır. Korkularınız yoksa, kızmanızda mümkün değildir. Sevgiyle yaşadığınızda, sevgi olduğunuzda, korkularınız silinir ve asla kızmazsınız! Sevgi olduğunuzda mutlu ve huzurluda olursunuz. Bu yaşamla yaptığınız anlaşmalardan mutlu olduğunuz anlamına gelir!

Biri size harika olduğunuzu söylerse kişisel algılamayın, bu o kişinin harika olduğu ya da o anda harika hissettiği anlamına gelir !. Sizin kendinizi harika hissetmeniz için başkasının yapacağı onaylamalara ihtiyacınız yok ki... Siz kendinizle konuşun, zihninizle konuşun ve kendinizin harika olduğunu kendiniz görün!! Zihnimiz, tanrı boyutunda varlığını sürdürür. Bu realiteyi yaşar ve bu realiteyi algılar. Zihin uyanık realiteyide gözlerle görür ve algılar. Aynı zamanda gözle görünmeyenide görür ve algılar. Mantık, bu ikinci algılamanın pek farkında olmaz.

Zihnin programlanmasında yapılan her bir anlaşma ayrı bir varlık gibidir. Çoğu kezde bu anlaşmalar birbiri ile uyum içinde olmaz. Her bir varlığın kendi sesi vardır. Birbiri ile çelişenler çoğaldıkça zihinin içinde büyük bir savaşa dönüşür. Her bir varlık bir ağızdan konuşmaya başlar ve büyük bir problem yaşanır (mitote). İnsanın ne istediğini, nasıl istediğini ve ne zaman istediğini bilmekte zorlanmasının nedeni budur. Zihnin çelişkilerinin üstesinden gelebilmenin tek yolu, tüm anlaşmalarımızın dökümünü yapmak ve çelişkileri bulup ortaya çıkarmaktan geçer.

Hiç bir şeyi kişisel algılamayın. Alay edilme ve reddedilme korkusu olmadan istediğiniz kişiye seni seviyorum diyebilirsiniz. İhtiyacınız olan şeyi rahatlıkla isteyebilirsiniz. Suçluluk duygusu ya da öz-yargılama olmaksızın evet ya da hayır diyebilirsiniz. Daima yüreğinizin götürdüğü yere gitmeyi seçebilirsiniz.


Varsayımda Bulunmayın

Varsayımlarda bulunmanın problemi, varsayımlarımızın gerçek olduğuna inanmamızdır. Varsayımda bulunursunuz ve kişisel algılarsınız. Ve sonuçta kocaman bir dram yaşamaya başlarsınız.

Çünkü doğrunun ne olduğunu bilmemekten, karşımızdaki kişiyi açıklığa davet etmekten korkuyoruz. Gerçeği duymaya cesaret edemediğimizde ya da açıklama istemekten korktuğumuzda varsayımlarda bulunuyoruz. Sonrada varsayımlarımızın doğru olduğuna inanıyoruz. Bu inançlarımızla varsayımlarımızı savunarak, başkalarını yanlış yada haksız kılmaya çalışıyoruz. Ama zihnimizin içindeki, çelişen anlaşmalarımızdan doğan kaos, her şeyi yanlış yorumlamamıza ve yanlış anlamamıza yol açar. Konuşarak sormak ve gerçeği öğrenmek, varsayımda bulunmaktan çok daha iyidir. Böylelikle gerçeğin yakınından teğet bile geçmeyen rüyalar görmekten kurtuluruz.

İlişkide varsayımlar kavgalarımızın, zorluklarımızın, sevdiğimizi iddia ettiğimiz kişileri yanlış anlamamızın nedenidir.
Çocukluğumuzda yaptığımız anlaşmalar genel olrak şöyle der: “Soru sormak güvenli değildir”. “Eğer birisi beni seviyorsa, ne istediğimi, neler düşündüğümü ve hissettiğimi bilmelidir.”. Bu anlaşmaları kabul etmişizdir ama yanlış anlaşmalardır. Herkes hayatı bizim algıladığımız gibi algılamaz. Herkesi rüyası ve gerçeği farklıdır. Sizin onun gerçeğini görebilmek için sormaya, başkalarının sizin gerçeğinizi görmelerini sağlamak için ise anlatmaya ihtiyacınız vardır.
Daima Yapabildiğinin En İyisini Yap
Bu anlaşma, diğer üç anlaşmanın kalıcı alışkanlığa dönüşmesini sağlar. Her koşul altında daima yapabileceğinizin en iyisini yapın. Şunuda daima hatırlayın: An, her an değiştiği için asla “en iyiniz” olmayacaktır. Hep daha iyisi olacaktır

Yapabildiğinizin en iyisini yaptığınızda, harekete geçersiniz. Her eylemi, her hareketi, her çabayı zevk aldığınız için yaparsınız, bir ödül beklediğiniz için değil.

“Seni seviyorum Tanrım” demenin en iyi yolu, yaşamınızı en iyisini yaparak yaşamanızdır.

“Teşekkür ederim Tanrım” deminin en iyi yolu, geçmişi özgür bırakarak, anda
yaşayabilmek, şimdi ve burada olabilmektir.

Sonuç:

Yaşam sizden neyi alıyorsa, bırakın gitsin. Aktif bir teslimiyet duygusu içinde geçmişi bıraktığınızda, anda dolu dolu, canlı olmanıza izin verirsiniz. Geçmişi bırakmak demek, şu anki rüyanızdan haz alabilmeniz demektir.

Siz bu dünyaya mutlu olmak için geldiniz. Sevmek için, haz almak için, sevginizi paylaşmak için geldiniz. Bunlar sizin yaşam hakkınız. Şu anda yaşıyorsunuz. Bu haklarınızı kullanın ve yaşamdan zevk alın. İçinizden akıp geçen yaşama tepki duymayın. Çünkü içinizden akıp geçen yaşam Tanrıdır. Sizin varlığınız, Tanrının varlığının kanıtıdır. Sizin varlığınız yaşamın ve enerjinin kanıtıdır.

Yaşamınızdaki canlılık, üretkenlik, sevecenlik Tanrının size “Hey, seni seviyorum” demesidir.

Ayağa kalkın ve insan olun. Kadın ya da erkek olmanın onurunu hissedin ve cinsiyetinize saygı duyun. Bedeninize saygı duyun, bedeninizden haz alın, bedeninizi sevin, besleyin, temizleyin ve iyileştirin. Egzersiz yapın ve bedeninizin kendisini iyi hissetmesini sağlayın. Bu siz ve Tanrı arasında bir iletişimdir.

Bedeninizin her parçasına sevgi gösterdiğinizde, zihninize sevgi tohumları ektiğinizde, bu tohumlar büyüdüğünde tüm varlığınıza sevgi ve saygı duyacak, yoğun bir onurluluk duygusunu ruhunuz, bedeniniz ve zihninizde hissedeceksiniz.

Her an sevecen olabilirsiniz. Bu bir seçimdir. Sevmek için bir neden olması gerekmiyor. Sevmek sizi mutlu kılar. İfade edilen sevgi mutluluk verir. Size dinginlik ve iç barış getirir. Her şeyi sevginin gözleriyle görebilirsiniz. Sevgiyle yaşadığınızda zihninizdeki sis, kaos yok olur.

“Evrenin yaratıcısı. Bana yaşam dediğin armağanı verdiğin için teşekkür ediyorum. Gerçekten ihtiyacım olan her şeyi bana verdiğin için teşekkür ederim. Bu güzel bedeni ve zihni deneyimleme imkanı verdiğin için teşekkür ederim. Tüm sevgin, saf ve sınırsız ruhunla, sıcak ve parlak ışığınla içimde yaşadığın için teşekkür ederim. Gittiğim her yerde sevgini paylaşmak için, sözlerimi, gözlerimi, yüreğimi kullandığın için teşekkür ederim. Seni olduğum gibi seviyorum çünkü ben senin yarattığınım. Kendimi olduğum gibi seviyorum. Yüreğimdeki sevgiyi ve huzuru korumama hep yardım et. Bu sevgiyle yeni bir yaşam yaratmaya ve hayatımın geri kalan döneminde sevgiyle yaşamama yardım et. “

Daima Yapabildiğinin En İyisini Yap


Bu anlaşma, diğer üç anlaşmanın kalıcı alışkanlığa dönüşmesini sağlar. Her koşul altında daima yapabileceğinizin en iyisini yapın. Şunuda daima hatırlayın: An, her an değiştiği için asla “en iyiniz” olmayacaktır. Hep daha iyisi olacaktır:)

Yapabildiğinizin en iyisini yaptığınızda, harekete geçersiniz. Her eylemi, her hareketi, her çabayı zevk aldığınız için yaparsınız, bir ödül beklediğiniz için değil.

“Seni seviyorum Tanrım” demenin en iyi yolu, yaşamınızı en iyisini yaparak yaşamanızdır.

“Teşekkür ederim Tanrım” demenin en iyi yolu, geçmişi özgür bırakarak, anda
yaşayabilmek, şimdi ve burada olabilmektir.
Sonuç:

Yaşam sizden neyi alıyorsa, bırakın gitsin.
Aktif bir teslimiyet duygusu içinde geçmişi bıraktığınızda, anda dolu dolu, canlı olmanıza izin verirsiniz.
Geçmişi bırakmak demek, şu anki rüyanızdan haz alabilmeniz demektir.

Siz bu dünyaya mutlu olmak için geldiniz.
Sevmek için, haz almak için, sevginizi paylaşmak için geldiniz.
Bunlar sizin yaşam hakkınız.
Şu anda yaşıyorsunuz.
Bu haklarınızı kullanın ve yaşamdan zevk alın.
İçinizden akıp geçen yaşama tepki duymayın.
Çünkü içinizden akıp geçen yaşam Tanrıdır.
Sizin varlığınız, Tanrının varlığının kanıtıdır.
Sizin varlığınız yaşamın ve enerjinin kanıtıdır.

Yaşamınızdaki canlılık, üretkenlik, sevecenlik Tanrının size “Hey, seni seviyorum” demesidir.

Ayağa kalkın ve insan olun.
Kadın ya da erkek olmanın onurunu hissedin ve cinsiyetinize saygı duyun.
Bedeninize saygı duyun, bedeninizden haz alın, bedeninizi sevin, besleyin, temizleyin ve iyileştirin.
Egzersiz yapın ve bedeninizin kendisini iyi hissetmesini sağlayın.
Bu siz ve Tanrı arasında bir iletişimdir.

Bedeninizin her parçasına sevgi gösterdiğinizde, zihninize sevgi tohumları ektiğinizde, bu tohumlar büyüdüğünde tüm varlığınıza sevgi ve saygı duyacak, yoğun bir onurluluk duygusunu ruhunuz, bedeniniz ve zihninizde hissedeceksiniz.

Her an sevecen olabilirsiniz. Bu bir seçimdir.
Sevmek için bir neden olması gerekmiyor.
Sevmek sizi mutlu kılar.
İfade edilen sevgi mutluluk verir.
Size dinginlik ve iç barış getirir.
Her şeyi sevginin gözleriyle görebilirsiniz.
Sevgiyle yaşadığınızda zihninizdeki sis, kaos yok olur.



Toltek Bilgelik Kitabı
Don Miguel Ruiz

Address

Kadıkoy

Website

Alerts

Be the first to know and let us send you an email when BİZ'den BİR'e Dönüşüm ve Şifa posts news and promotions. Your email address will not be used for any other purpose, and you can unsubscribe at any time.

Contact The Practice

Send a message to BİZ'den BİR'e Dönüşüm ve Şifa:

Share