Zehra Eczanesi

Zehra Eczanesi Contact information, map and directions, contact form, opening hours, services, ratings, photos, videos and announcements from Zehra Eczanesi, Pharmacy / Drugstore, Atatürk Mahallesi 31118 Sokak 10-B Medikal Hastenesi Arkası, Mersin.

20/09/2025

KOLSUZ AGOP DİYE BİRİ !!!...

Agop’un babası Kirkor Kotoğyan, 1911 doğumlu. 1915 yılında, yani Anadolu’daki o büyük kaos döneminde henüz dört yaşındayken babasını kaybetmiş. Köyünü basan çeteler köydeki tüm erkekleri öldürmüş. Küçük Kirkor’u annesi, onu madendeki mağaralara kaçırarak kurtarabilmiş. Sonra da bir yakınlarının yanına sığınmışlar. Olaylar yatışıp saldırılar durunca yanmış, yıkılmış, talan edilmiş köylerine dönebilmişler.

Kirkor Bey, 25 yaşındayken Yozgat’ın İğdere Köyü’nde yaşayan Makruhi Hanım’la evlenmiş. Aile 1938’de İstanbul’a gelmiş ve Samatya’ya yerleşmiş. Bir yıl sonra da ilk çocukları Agop, İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi’nin Cerrahpaşa’daki hastanesinde doğmuş. Dünyaya gözlerini açtığı, ilk görüntüleri, ilk sesleri duyduğu bu hastane ile ömür boyu sürecek kader birliği de böylece başlamış.

Babası Kirkor Bey, inşaatlarda kalfa olarak çalışır, annesi de Samatya yakınlarında bir fabrikada işçilik yaparmış.

Çok yoksullarmış. Küçük Agop, Samatya Sahakyan Ermeni İlkokulu’na başladığı yıl, babası ona bir ceket almış. Bir bahar günü arkadaşlarıyla Samatya sahilinden denize girip çıkmış ve bir bakmış ki ceketin yerinde yeller esiyor. Anasından bir ton dayak yediği gibi tam üç yıl boyunca da ceketsiz kalmış. ‘Bana yeni bir ceket almaları mümkün değildi. Ekmeği karneyle alıyor, aylarca et ve şeker yüzü görmüyorduk’ diye annesinin köteğine hak veriyor şimdi.

Küçük Agop, daha ilkokuldayken işe başlamış. Mezun olduğu yıl bir gümüş atölyesinde çalışıyormuş. Sıcak, çok sıcak bir yaz günü, gümüş kalıpları plaka haline getirmek için kullanılan presin silindiri iş önlüğünün kolunu kapmış. Sonra da elinin tamamı omuzuna kadar presin altında un ufak olmuş. Hastaneye vardığında doktorlar, ‘Bu çocuk yaşamaz’ demiş. Ameliyat olmuş, günlerce komada kalmış ve bir gün gözlerini açıp hayata yeniden merhaba demiş. Kaderin cilvesi bu ya, yine Cerrahpaşa Hastanesi’ndeymiş.

O yaz sonunda kendisini tamamen toparlamış ama çevresindekilerin acıyarak bakması kalbini çok kırıyormuş. Bu yüzden kayıt yaptırdığı halde okula gitmeyeceğini söylemiş babasına. Okula gitmemiş ama aldığı ders kitaplarını her gün muntazaman okuyarak kendine göre bir tedrisat yapmış. Okulsuz geçen bu yıl boyunca hep düşünmüş. O küçük ve artık tek kollu bedeniyle bir meslek sahibi olamayacağına karar vermiş. ‘Okumalıyım, her ne pahasına olursa olsun okumalıyım’ demiş. Ve dönem başlayınca Kumkapı Bezciyan Ortaokulu’nda eğitime geri dönmüş.

Bütün okul hayatı boyunca, yazları ve hafta sonları çalışmaya devam etmiş. Tahtakale’de işportacılık yapmış. Konfeksiyon atölyelerinde ilik makinelerinde çalışmış. Eve katkı olsun diye çalışırken çok sevdiği kız kardeşleri Hripsima ve Maryam’a da küçük hediyeler almayı ihmal etmezmiş.

Ortaokulda başarılı olmuş ama esas zirveyi Galata Getronogan Lisesi’nde yapmış. Her yıl okul birincisi olmuş, takdirlerle dönmüş evine. Agop Bey, hasta Fenerbahçeli. Tam 26 yıldır Fenerbahçe Kulübü üyesi. Basketbolu çok seviyormuş. Ama tek kollu olduğu için oynayamamış. ‘Ben de sahada top koştururum’ demiş ve lisede futbola başlamış. Oynayamazsın demişler, aldırmamış. Çok da güzel oynamış. Ve hatta, o devrin ünlü takımı Samatya Gençler Kulübü’nün kadrosuna girmeyi başarmış.

1957’de İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi’ni kazanınca doğduğu, yeniden hayata döndüğü Cerrahpaşa Hastanesi’nde bulmuş kendini. Kapısından içeri girdiği ilk gün ‘Bir zamanlar beni kurtardı bu hastane, şimdi nöbet sırası bende’ diye düşünmüş. Bu dönemde lise öğrencilerine özel dersler vererek okul parasını kazanmaya devam etmiş. Ayrıca, Cerrahpaşa’nın futbol takımında oynamayı da ihmal etmemiş.

1963’te okul birincisi olarak doktorluk diplomasını almış. Bir yıl Çapa’nın Deri ve Frengi Hastalıkları Kliniği’nde çalışmış. 1964’te Cerrahpaşa’daki Dermatoloji Kürsüsü’nde asistan olarak göreve başlamış. Uzmanlık tezinin başlığı, ‘İmpetigo Herpetiformis Vak’aları Üzerinde Klinik ve Biyoşimik Araştırmalar.’ Ben başlığından bir şey anlamadım, Agop Hoca açıkladı: ‘Uçukla ilgili çok önemli bir çalışmaydı.’

1967’de uzman olmuş. Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’nde başasistan olarak çalışırken üniversite tarafından Ekim 1969’da Almanya’ya gönderilmiş. Dört ayda Almanca’yı öğrenmiş. Hamburg Saar Üniversitesi Dermatoloji Kliniği’nde ünlü dermatolog Prof. Dr. Nödl’ün yanında çalışmaya başlamış. Ayrıca aynı üniversitenin alerji ve histoloji bölümlerinde çalışmış. Kliniklerde gösterdiği başarıdan dolayı, Alman Üniversite Kurulu’nun talebiyle okulda kalma süresi bir yıl daha uzatılmış.

Dr. Kotoğyan, 1952’de geçirdiği kazadan önce çoğu kişi gibi sağ elini kullanırmış. Onu kaybedince sol eliyle iş görebilmek için çok çalışmış. En büyük zorluğu da üniversitedeyken çekmiş. Tek eliyle tüplerden şırıngaya ilaç çekmeyi, bu ilacı hastaya enjekte etmeyi öğrenmek için geceleri hastanede nöbete kalmış, evde portakallara su şırınga edermiş. Dikiş atmayı öğrenmek için ise, evde ne kadar sökük ve yırtık varsa dikermiş. İki yıl içinde tüm bu işleri kimseden yardım almadan tek başına yapıyor hale gelmiş.

1972’de Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’ne geri döndükten bir yıl sonra doçentlik sınavını başarıyla vermiş. 1979’da ise, ‘Akne Vulgaris Vak’alarında İmmunolojik Araştırmalar’ başlıklı teziyle profesör kadrosuna atanmış. Almanca’dan sonra yine kendi çabasıyla, Fransızca ve İngilizce öğrenmiş. Dünyanın birçok ülkesinde dersler, konferanslar vermiş, nam salmış. Özellikle son iki yılda dışarıdan gelen hasta sayısında büyük bir artış olmuş. Uluslararası tıp dergilerinde yayımlanan makalelerinin sayısı 300’ü aşmış, cilt hastalıkları üzerine iki kitap yazmış.

Suzan Hanım’la 1975’te evlenmiş. Üniversiteden emekli olduğu 21 Kasım 2004 günü yaptığı konuşmada ‘İki kişiye teşekkür etmiyorum: Biri beni bu yolun başına kadar getiren anam, diğeri beni şu kürsüye kadar çıkaran eşim Suzan. Teşekkür etmiyorum değil, aslında edemiyorum. Çünkü onlara her şeyimi borçluyum’ demişti.

Birçok ülkenin üniversitesinden teklif almış: Almanya, Fransa, Kanada, Amerika… ‘Burada kal, kürsünün başına geç’ demişler. O, bunların hepsini elinin tersiyle geri çevirmiş. ‘Ermeni olduğun için dedeni, fukara olduğun için kolunu kaybettiğin o ülkede ne işin var’ demişler, gülmüş geçmiş. Peki ne düşünmüş? ‘Evet doğrudur: Ülkemde çok acı çektim. Sefaletin dibinde yaşadım. Doğrudur: Dedemi, çocukluğumu, kolumu kaybettim. Ama yolumu kaybetmedim. Bu ülkede yaşayan milyonlarca insandan hiçbir zaman farklı olmadığımı düşündüm. Bu topraklarda yaşayan tüm insanları kardeşim olarak benimsedim. Bir ülkeyi sevmek demek, bu topraklarda geçirdiğin güzel ve iyi günleri sevmek demek değildir. İyi günde ve kötü günde burada olmak, vatanın yanında kalmak demektir yurt sevgisi. Boş başak dik, dolu başak ise eğiktir, derler. Ben hep eğik gezdim şu dünyada. Kibirden nefret ettim. Boş başaklar gibi diklenmedim, caka satmadım, her şeyi biliyorum demedim. Burnumun dikine gitmedim, bilginin ve bilimin ipine sarıldım. İşimi şansa bırakmadım. Çünkü, çok çalıştım ve boşluk bırakmadım.’

Bu efsane doktor üniversiteye veda ederken şöyle diyordu: ‘32 yılını öğretim üyesi olarak geçirdiğim, 41 yıl üç ay süren üniversitedeki görevim fiilen sona ermiş bulunuyor. İnsanın hissetttiklerini anlatabilmesi oldukça güç. Ayrılık günü gelip çattığında hiç tanımadığınız bir boşluk hissine kapılıyorsunuz. İlk olarak geçmişin yoğunluğu içerisinde hiç gerçekleşmemiş olan bir şey gerçekleşiyor: Annesinin kuzusu Agop, gümüşçüde çalışan Agop, futbolcu, asistan, Almanya’da görev yapan, doçentlik sınavındaki Agop, ilk dersini veren, profesör olan Agop kafa kafaya verip ‘Şimdi ne olacak’ diyorlar. Neden sonra aynı toplantıya emekli Agop gelip de, ‘Hey geçmişin kimlikleri; utanmasanız Agop öldü diyeceksiniz. Şimdi, en büyüğünüz olarak ben, işte buradayım’ diyene kadar…’

Neyse ki Agop Bey tecrübeleriyle şifa dağıtmaya veda etmedi. Osmanbey’deki mimar oğlunun tasarladığı yeni kliniğinde, yine içten, yine mütevazı, çalışmayı sürdürüyordu.

Ta ki rahatsızlanıp, doğduğu, kolu koptuktan sonra dünyaya yeniden tutunduğu Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Hastanesi'ne kaldırılıncaya kadar…

ümitliyiz ki, yetiştirdiği değerli öğrencileri onu üçüncü kez sağlığına kavuşturacaklar…Maalesef 13 Şubat 2018 de vefat etti.

**************

İŞTE KOLSUZ AGOP BU....

OLUMSUZLUKLAR DA PES ETMEYEN BİRİ....

YOKLUKTA VAR OLMAYI BAŞARAN BİRİ...

BU ÜLKEYİ, BU İNSANLARI SEVEN BİRİ...

BU TOPRAKLARDA YETİŞEN BİZDEN BİRİ...

BİNLERCE HASTAYA ŞİFA VEREN, BİR O KADAR ÖĞRENCİ YETİŞTİREN BİRİ...

GURUR DUYDUĞUMUZ AMA ÇOĞUMUZUN BİLMEDİĞİ BİRİ....

yanındaki hanım:Sevil Gök Atasoy, İstanbul Üniversitesi Adli Tıp Enstitüsü öğretim üyesi olan Türk bilim kadını.

19/09/2025

Evet..İNÖNÜ CAMİLERİ KAPATTI..,
Evet; İNÖNÜ CAMİLERİN ÖNÜNE JANDARMA DİKTİ..
Evet; İNÖNÜ HALKIN CAMİLERE GİRİŞİNİ YASAKLADI..
Evet; NİĞDE ve ULUKIŞLA’da oldu bunlar..
Ama neden yaptı..?
Niçin oldu..?
Sebep neydi..?
Bu işin arkasındaki gizem neydi..?
sorusunu kimse sormadı..
Meydanı boş bulan Atatürk ve Cumhuriyet düşmanları 70 yıldır bu propagandayı yaptı.. Maalesef gerçeği bilemeyen ve doğru bilgiye ulaşma imkanı olmayan halkımızın büyük bir bölümü bu yalanlara inandı..
Yalanın siyasi rant sağladığını gören iktidar mensupları dozunu her geçen gün artırarak yalanlarına devam ediyor.
Daha birkaç gün önce diyanetçi bir öğretim görevlisi Tv ekranlarından “ATATÜRK DÖNEMİNDE GENELEV YAPILAN CAMİLER VARDI..” diyebildi..
Onların, yalanlarını günde 40 kere tekrarlayabilecekleri onlarca Tv kanalı var..
Bizim sosyal medyadan başka gerçeği anlatacağımız hiçbir kanalımız yok..
Evet, İNÖNÜ bazı tarihi camileri kapatmış, başına da jandarmalar dikmişti..
Bu camilere kimseyi yaklaştırmıyordu..
Hükümet hakkında aleyhte propaganda alıp yürüyor.. Buna rağmen kimseye de bir açıklama yapılmıyordu..
Peki neydi bu olayın ardındaki sır:
***
Atatürk ölmüş… İkinci dünya savaşı başlamış, İnönü cumhurbaşkanı seçilmişti..
Hitler'in Orduları Avrupa ülkelerini birer birer ezip geçiyordu..
Alman tankları Fransızların asla geçilemez dedikleri Maginot hattını bile geçmişti..
Daha 1941 yılında 13 ülke teslim bayrağını çekmiş, Alman Orduları Türkiye sınırına dayanmıştı..
Türkiye de boş durmuyordu..
Alman tanklarına karşı Trakya’nın altına binlerce KORUGAN yapılmıştı..
Bununla yetinilmemiş, Alman Ordularının İstanbul’a girişini önlemek için Çatalca –Büyükçekmece hattına Maginot hattının bir benzeri ÇAKMAK HATTI inşaa edilmişti..
Alman tanklarına karşı önlem alınmıştı.. Peki ya Alman uçakları..?
Alman uçakları İstanbul’u bombalarsa..?
Tarihimizin maddi manevi en değerli hazineleri, kutsal emanetler ne olacaktı..?
Bir Alman taarruzuna karşı kutsal emanetlerin Alman uçaklarının menzili dışında bir yere taşınmasına karar verildi..
İnönü, herşeyin gizlilik içinde yapılmasını, Almanların kutsal mekanlara dokunmayacağının da hesaba katılmasını istedi..
Düşünüldü taşınıldı.. İstanbul saray ve müzelerindeki tüm değerli eşyaların Anadolu’nun ortasında Niğde ve Ulukışla’da dini mabetlere saklanmasına karar verildi..
Özel tren hazırlandı.
İçi çinko, özel bölmeli sandıklar yaptırıldı.
Topkapı Sarayı, Dolmabahçe Sarayı ve İstanbul Arkeoloji Müzesi’ndeki kutsal emanetler, Hazreti Muhammed’in hırkası, mühürü, kılıcı, oku, yayı, Kabe’nin anahtarı, Hazreti Osman’ın kanlı Kuran-ı Kerim’i, padişahların tahtları, eşyaları, hazine, silah, tablo, porselen, paha biçilmez el yazması eserler, büyük bir gizlilikle ve titizlikle sandıklara yerleştirildi.
1942 yılı.. Alman Ordularının Trakya sınırımıza dayandığı o günlerde… Bir gece 391 sandık… 48 vagona yerleştirildi.. Tren.. paha biçilmez değerdeki yüküyle.. Büyük bir gizlilik içinde ve koruma altında Anadolu’nun ortalarına doğru hareket etti…
Kutsal emanetler ve paha biçilmez değerdeki mücevher ve el yazması eserler Niğde’de Ak Medrese ve Sarı han ile Ulukışla’da bir camiye yerleştirilir..
Herşey gizlilik içinde yapılmak zorundadır.. Yerel yöneticilere bile bilgi verilmez.. Camilerin etrafına özel askeri birlikler konuşlandırılır… Bu ibadet yerlerine kimse yaklaştırılmaz..
1943 yılında İnönü, Churchill ile görüşmek üzere Adana’ya giderken treni Ulukışla’da durdurur.., Kutsal emanetlerin saklandığı 3 binayı teftiş eder.. Kendisi bile içeri girmez, Birliğin komutanından bilgi alır.. Ayrılırken de “-Bize emanet, size emanet.. Gözüm arkada kalmasın..” der..
***
Dört sene geçer, savaş biter.. Dünyaya sükunet hakim olur..
Kutsal emanetler 1947 yılında tekrar getirilir.. Saray ve müzelerindeki yerlerine konur..
Yıllar geçse de ne İnönü, ne CHP bu konudan söz etmez.. Kendilerine bir paye çıkarmaz..
Bunu fırsat bilen cumhuriyet düşmanları 70 yıldan beri “-İnönü camileri kapattı..” yalanını yayarlar.. Hatta daha da azar, kapatılan camilerin çevresindeki koruma askerlerinin atlarını bahane edip “-İnönü camileri ahır yaptı..” yalanını işlerler de işlerler..
Kemal Arı’dan muhteşem bir belge (-“Sizi Gidi Maskaralar Sizi!”)...

Yazıyı okuyanlar yoruma nokta koyabilirler mi?
Bu gerçeklerin gün yüzüne çıkması için sosyal medyayı
kullanmak zorundayız..!
LÜTFEN PAYLAŞ...

18/09/2025

Bu haramzade kadının Allah belasını versin aldığı paralar haram olsun

Abla güya öğrenciymiş. ABD de okumak için 200 bin dolar burs almış, eski AK partili İBB den 2007 yılında işe girmiş ama yıllarca hiç İstanbul da olmamış.

Bacımız 12 yıl boyunca maaş çekmiş atm'den. İsmi Rabia'imiş bacımızın.

18/09/2025
18/09/2025

Önder Sav (87) ve Hikmet Çetin (88) Tandoğan Meydanı'nda... Bizim için, gençlerimiz için, çocuklarımız için mücadeleye devam ediyorlar...

Size minnettarız 👏 👏 👏

18/09/2025
17/09/2025

Koç Üniversitesi Kimya ve Biyoloji Mühendisliği Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Seda Keskin Avcı, “Dünyanın En Seçkin 20 Bilim Kadını” listesine girdi. Türk Kadınının bu büyük başarısı medyada pek paylaşılmasa da bizler Hocamızı yürekten tebrik ediyoruz. İşte Türk Kadını Harikasınız Hocam 👏👏

21/02/2025

Cehalet asla sorgulamaz, daima yargılar.

Cehalet öğrenmez, yalnızca ve hep inanır.

Cehalet asla okumaz ve öğrenmeye gerek duymaz, O hep hatmeder.

Cehalet asla hoş görmez, O hep katleder.

Cehalet ilkeldir, asla sosyalleşmez.

Medeniyet ise;
Kadın ve erkeğin birlikte yürüyebilmesidir.

İşte bu yüzden cehaletin tek korkusu daima ve hep kadındır.
Çünkü kadın ne öğrenirse daima çocuklarına onu öğretir. İşte bu nedenle de cehalet kadının aydınlanmasını ve öğrenmesini asla istemez.

Karl Marks

Cehalet Felâkettir ..
Öyleyse Oku🙏😊📚

*Alıntıdır

17/02/2025

Diyarbakır'da eğitim gören 18 yaşındaki Gül Karen Aça, dünyanın en prestijli üniversitelerinden Harvard ve Stanford'un da aralarında bulunduğu 9 okuldan tam burslu kabul aldı.
Karen dünyanın en parlak 100 öğrencisi arasında gösteriliyor.

Bu olağanüstü başarıya paylaşarak da olsa bizler de destek olmak istedik…
Yavrumuzu kutluyor ve yolun açık, başarıların daim olsun diyoruz 👏👏👏

04/02/2025

Kent Lokantamızda günün menüsü

➡️ Çeşminigar Çorbası
➡️ Tavuk Sote
➡️ Erişte
➡️ Kemalpaşa Tatlısı
➡️ Kalabak Su
➡️ Halk Ekmek

İhtiyaç sahipleri için sen de askıya bir yemek bırakabilirsin.☺️

📌 kentlokantasi.eskisehir.bel.tr

01/02/2025

Boğazlıyan Kaymakamı’ndan Teğmen Ebru’ya
6’ncı Mehmed Vahdettin, son Osmanlı Padişahı ve 115’inci İslam Halifesidir.
13 Kasım 1918...
Osmanlı’nın Başkenti İstanbul işgal edilir. Padişah Vahdettin direnmez. Makamını korumak için, İngilizlerle adeta ortaklık kurar.
★★★
Vahdettin, İngiltere’yle sorun yaşamamak için, sözde “Ermeni Soykırımı”nı kabul etmekte bile bir sıkıntı görmez.
İngiltere, Padişah’a talimat verir.
İngiliz savaş esirlerine kötü davrananların ve sözde “Ermeni Soykırımı”na karışanların cezalandırılmasını ister.
★★★
16 Aralık 1918...
Sözde “Ermeni Soykırım” yalanıyla, Boğazlıyan Kaymakamı Mehmet Kemal Bey tutuklanır.
Meşhur Bekirağa Bölüğü’ne, askeri cezaevine atılır.
O dönem Silivri yoktu...
Padişah ve Başbakan Damat Ferit, muhalifleri Bekirağa Bölüğü’ne gönderirlerdi.
★★★
5 Şubat 1919...
Mehmet Kemal’in yargılaması başlar. Mahkeme üyelerinden bazıları, Ermeni’dir.
Tesadüf bu ya... Tanıkların da çoğu Ermeni’dir.
İşte bu mahkeme, 8 Nisan 1919’da Boğazlıyan Kaymakamı’nı idama mahkûm eder.
★★★
Türk halkı, idam kararını yoğun gösterilerle protesto eder.
Tek amacı iktidarını korumak olan Padişah Vahdettin, kamuoyunun tepkisine aldırış etmez.
Ve İngilizlere şirin görünmek için, Boğazlıyan Kaymakamı’nın idam hükmünü onaylar:
★★★
10 Nisan 1919...
Suçsuz Mehmet Kemal, Beyazıt Meydanı’nda asılır.
İdam Fetvası da, idamdan bir gün sonra gelir.
★★★
Mehmet Kemal Bey’in asılmadan önceki son sözleri şöyledir:
“Sizlere yemin ederim ki ben masumum! Yabancı devletlere yaranmak için beni asıyorlar. Eğer adalet buna diyorlarsa, kahrolsun böyle adalet!”
★★★
İdamdan 3.5 yıl sonra...
14 Ekim 1922...
Ankara’da, Mustafa Kemal Paşa’nın Başkanı olduğu TBMM, Mehmet Kemal’e “Milli Şehit ünvanı verir.
★★★
Tarih, Boğazlıyan Kaymakamı’nın idamını onaylayan Padişah Vahdettin’i hain olarak kaydeder.
Aynı tarih, Boğazlıyan Kaymakamı Mehmet Kemal Beyi kahraman ilan eder.
★★★
Mehmet Kemal Bey’in idamından 105 yıl sonra...
30 Ağustos 2024...
Kara Harp Okulu mezuniyet töreni.
Birincilikle mezun olan kadın teğmen, resmi mezuniyet töreni sonrası, “Subay Yemini”ni kılıç çatarak ettirir.
Teğmenler, yeminin ardından topluca, “Mustafa Kemal’in askerleriyiz” diye haykırırlar.
Yemin metninde, Cumhuriyet’e, vatana, millete bağlılık sözleri vardır. Her subayın etmesi gereken bir yemindir.
★★★
Normal koşullarda, bu davranışlarından dolayı ödüllendirilmesi gereken teğmenler, neredeyse darbeci ilan edilirler.
Beş teğmen, “Silahlı Kuvvetlerden ayırma cezası” istemiyle, Yüksek Disiplin kuruluna sevk edilir.
“Askeri disiplinin ağır bir biçimde zedelenmesi ve emirlere itaatsizlik edilmesi...” gibi gerekçelerle...
★★★
Türk kamuoyu, teğmenleri yoğun şekilde destekler.
Teğmenlerin yargılanmasına karşı protesto mitingleri yapılır.
Fakat, devletin sivil ve askeri yetkilileri oralı bile olmaz.
★★★
16 Ocak 2025...
Beş teğmen, Kara Kuvvetleri Komutanlığı Yüksek Disiplin Kurulu’nda savunmalarını yaparlar.
Savunmalarına, “Mustafa Kemal’in askerleriyiz” diyerek başlarlar.
Yemini ettiren, dönem birincisi Teğmen Ebru Eroğlu’nun savunmadaki son cümlesi şudur:
“Omzumdaki rütbeyi alabilirsiniz, ama göğsümdeki Harp Okulu brövesini alamazsınız.”
★★★
Çünkü, Teğmen Ebru ve yargılanan arkadaşları gerçek Harbiyelidir.
Giydikleri üniformanın, ne anlama geldiğini bilen Türk subaylarıdır.
★★★
Tarih, Teğmen Eroğlu ve arkadaşlarını şimdiden kahraman olarak nakşetti. Hem de altın harflerle...
Boğazlıyan Kaymakamı’nı kahraman ilan ettiği gibi...
Ve, tarih acımasızdır...
Teğmenleri bu duruma düşürenleri de kaydetti.
★★★
Değerli kardeşim, bu ilk değil ki, hayretle seyrettiğin...
Cumhuriyet tarihinde ilk kez bu dönemde, ABD Türk askerinin başına çuval geçirdi.
Cumhuriyet tarihinde ilk kez bu dönemde, FETÖ ve işbirlikçileri eliyle kahraman Türk Ordusu tasfiye edildi.
Cumhuriyet tarihinde ilk kez bu dönemde, TSK’nın askeri hastaneleri kapatıldı.
Cumhuriyet tarihinde ilk kez, bu dönemde sarıklı amiral boy gösterdi.
Ve, Cumhuriyet tarihinde ilk kez, bu dönemde Andımız yasaklandı.
★★★
Karartılmak istenen, sadece teğmenlerin hayatı değil elbette...
Aslında, hayatı karartılan Türkiye’dir, Türkiye...
Eee, işte hayretle baktığın, “Yeni Türkiye” budur...
★★★
Sizden özel ricam...
Görürseniz...
Mustafa Kemal’in askerleri adına, Teğmen Ebru’ya bir selam çakın...
Topuğunuzu birbirine sertçe vurarak...

Naim Babüroğlu
19 ocak 2025

Address

Atatürk Mahallesi 31118 Sokak 10-B Medikal Hastenesi Arkası
Mersin
33340

Opening Hours

Monday 08:00 - 18:30
Tuesday 08:00 - 18:30
Wednesday 08:00 - 18:30
Thursday 08:00 - 18:30
Friday 08:00 - 18:30
Saturday 08:00 - 13:00

Telephone

+903243594747

Website

Alerts

Be the first to know and let us send you an email when Zehra Eczanesi posts news and promotions. Your email address will not be used for any other purpose, and you can unsubscribe at any time.

Share

Share on Facebook Share on Twitter Share on LinkedIn
Share on Pinterest Share on Reddit Share via Email
Share on WhatsApp Share on Instagram Share on Telegram