Nurettin Güne

Nurettin Güne Bu: Eğitimin temellerinden olan Din ve Aile üzerine maddi, manevi her türlü destek alabileceğiniz bir sayfadır! Lütfen beğenin ve takibi "Başta gör" yapınz

2006-2015 arası gönüllü, sonrasında ise ek ücret karşılığı olmak üzere Silopi de Kuran Kursu eğitimciliği yapmaktayım. Bunun yanı sıra; Diğer eğitimci arkadaşlarımla oluşturduğumuz bir ekip olarak bayanlara ve topluma yönelik bir çok sosyal etkinlik ve gelişim programları düzenledik ve devam etmekteyiz çok şükür. Bunlarla beraber ihtiyaç duyulan Camii ve Okullara haftalık sohbetlerde düzenlemekteyiz elhamdulillah. Bu sayfamızla da sosyal medayada aktif olmayı hedefliyoruz inşallah!

Lüks yaşantımızdan bir şeyler eksilince "EKONOMİK SIKINTI" diye feryadı basıyoruz. Oysa ekenomik sıkıntılar yokluklarda ...
01/02/2024

Lüks yaşantımızdan bir şeyler eksilince "EKONOMİK SIKINTI" diye feryadı basıyoruz. Oysa ekenomik sıkıntılar yokluklarda yaşanır, bir şeylerin eksilmesiyle değil!
((🤔🤔🤔))
Mesela; biz 90 larda ekonomik krizleri ve maddi sıkıntıları çok yaşadık.
O zaman bir şehirde en fazla iki ayakkabı satıcısı veya butik konfeksiyon olurdu ama her koşe başında ayakkabı tamircileri ve terziler vardı. Çünkü millet yenisini almaz, eskisini tamir eder, onarır, yamalardı.
Şimdi her koşe başında ayakkabı ve konfeksiyon mağazaları var ama iki tane tamirci veya terzi yok artık.
Eskiden hiç bir şeyin satıcısı tamiecisinden çok değildi. Şimdi her şeyin sadece satıcısı var, neredeyse hiç tamirci yok!
Eskiden yetişkinler bir elbiseyi bir ömür giyerdi, çocuklar da kardeşine devr ederek aynı elbiseyi bazen 7 kardeş giyerdik.
Şimdi elbiseleri neredeyse tek kullanımlık hale getirdik. Fabrikadan yamalı çıkmış elbise giymeyi bile moda yaptık ama eskiyen elbisemize gerçekten yama yapmayı gururumuza yediremedik.
Ayakabbı tamirciliği ise zaten tarihe karışmış... ..
Eskiden en fazla bir iki elbisemiz olurdu, bazen elbisemizi yıkadığımızda ya emanet elbise giyer, ya da çarşaf gibi bir şeyle idare ederdik...
Şimdi neredeyse elbise mağazası açacak kadar elbiselerimiz var... ..
Bir de eskiden Bit pazarları vardı, en eski elbisenin bile mutlaka bir alıcısı olurdu bu pazarda.
Yani Bitli elbiselerin bile satılabildiği çarşıya Bit pazarı derdik!
O bit pazarlarından ikinci, üçüncü hatta dördüncü el elbiseler ile bile giyinen bir neslin evlatları: Şimdi dekorasyonu en güzel ve ihtişamlı olmayan mağazayı beğenmez olmuş, sırf markası veya mağazanın gösterişi için fazladan para bile öder olmuş...
Sanki mağazayı giyecek veya elbisenin markası ile ısınacak- örtünecek gibi(!)
((🤔 🤔 🤔))
Asıl yokluğu biz 90 larda yaşadık, (bizden önceki nesil de kıtlığı yaşamıştı) şimdi bolluğun zirvesindeyiz ama bir türlü şükür etmeyi beceremediğimiz için...
İsrafın dibine vurduğumuz için...
Elimizdekinin kıymetini bilemediğimiz için...
Bolluğa rağmen yokluk yaşıyoruz, sıkıntı çekiyor ve mutlu olamıyoruz bir türlü..
Oysa eskiden onca yokluk ve sıkıntıya rağmen bolluk ve mutluluk içindeydik, huzur içindeydik.
Çünkü şükür

Osman Efendi Uşakın ileri gelenlerindendir.Bir sabah başağrısıyla uyanır. Doktor gelir muayene eder, ağrı kesiciler veri...
31/01/2024

Osman Efendi Uşakın ileri gelenlerindendir.
Bir sabah başağrısıyla uyanır. Doktor gelir muayene eder, ağrı kesiciler verir. Lakin bu ağrı zamanla artar, yanısıra gözleri de yaşarmaya başlar. Başka doktorlar çağrılır ama nafile...
Osman Efendi ağrıyı kesene büyük servetler vaadeder.
Doktorların hiçbiri ağrıyı durduramadığı gibi sebebini de bulamaz. Ev halkı birbirine karışır, baş ağrısından geceleri uyuyamayan Osman Efendi'yi Avrupanın en iyi doktorlarına götürürler. Röntgenler, beyin tomografileri çekilir, testler yapılır...
Görünüşe bakılırsa Osman Efendi turp gibidir.
Oysa dayanması gittikçe zorlaşan başağrısı ve gözyaşları hayatı çekilmez hale getirmiştir.
Osman Efendi'ye artık sadece ağrı kesici iğneler ile yatıştırılır, ve ülkesine dönüp son günlerini evinde geçirmesi tavsiye edilir.
Osman Efendi bitkin, aile perişan. "Kader" denilir, Uşak'a dönülür...
Osman Efendi yayla evinde bir odaya yatırılır ve ağrı kesici iğnelerle ölümü beklemeye başlanır.
Saçı sakalı birbirine karışan Osman Efendi'yi traş etmek için şehirden; Kendi halinde Mehmet üsta diye emektar bir berber getirtilir.
Berber yataktan kalkamayan Osman Efendi'yi tıraş ederken, adamcağız derdini anlatır ve ölümü beklediğini söyler.
Mehmet üsta bir an düşünür ve: "Beyim, Sakın sizin burnunuzda kıl dönmüş olmasın?” der ve burnun içine bakar bakar ve "Hah işte... Kıl dönmüş, bu kıl burnunuzun iç kısmında şişmiş, artık nefes almanız da zorlaşır.“ diye konuşmasını sürdürürken bu arada Osman Efendi'nin şaşkın bakışlarına aldırmaksızın çantasından cımbızı kaptığı gibi kılı çeker.
Ev halkı, Osman Efendi'nin köyü ayağa kaldıran çığlığıyla odaya koşar. Berber Mehmeti, Osman Efendi'nin elinden zor alırlar ve cımbızın ucunda tuttuğu 8-10 santimlik kıl ile kapı dışarı edilir.
Osman Efendi'nin kanayan burnuna pansumanlar ve ağrı kesici iğnesi yapılıp, tekrar yatağına yatırılır...
Ertesi sabah Osman Efendi aylardır ilk defa rahat bir uykudan uyanır.
Gözlerinin yaşarması geçmiştir.
Başağrısından ise eser kalmamıştır...
Dönen kılın sinire yürüyüp gittikçe dayanılmaz ızdıraplara yol açtığını doktorlar ancak o zaman keşfeder.
Çözümün bu kadar basit olabileceği kimsenin aklına gelmemiştir. Sapasağlam

Yıl 1932. Sadettin Kaynak Süleymaniye Camii'nde üstünde cüppe yerine smokin ve yakasında da papyon ile hutbe veriyor.Şaş...
30/01/2024

Yıl 1932. Sadettin Kaynak Süleymaniye Camii'nde üstünde cüppe yerine smokin ve yakasında da papyon ile hutbe veriyor.
Şaşırmak ve kızmak için acele etmeyin. 1928 yılında hükümetin isteği ile bir komisyon toplanır ve şu kararlar alınır:
1- Camilere sıralar konulacak ve ayakkabı ile girilecek.(Kliselerde olduğu gibi)
2- Camilere enstrümanlar konulacak ve ibadetler müzik eşliğinde yapılacak.
3- Osman Nuri Çerman meclise 40 maddelik bir teklif sunar ve teklifin bir bölümünde Kuran'ın bir kısmının atılarak Atatürk'ün söylev ve demeçlerinin konulmasını ve bunlarla ibadet edilmesini teklif eder.
Hatta şunu da ilave eder: Cuma namazları pazar günleri saat 09.00'a alınsın.
Kaynak: Osman Nuri Çerman, Mutlu Bir Vatan İçin Düşünceler.
((🤔 🤔 🤔))
Cumhuriyet devrinde sarıksız, cübbesiz, fraklı ilk Türkçe hutbe,
5 Şubat 1932’de Sadettin Kaynak tarafından Süleymaniye Camii’nde okundu.
Hutbede okunan Kur’an ayetleri, Fransızca Kur’an çevirisinden hareketle hazırlanan “Türkçe Kur’an-ı Kerim”den seçilmişti.
1932 Ramazan ayı, Cumhuriyet tarihinin en çarpıcı toplumsal mühendislik projelerinden birinin tatbik sahasına konulduğu yıl oldu.
“Dinde reform”, “Türkçe ibadet”, “İslam’ı Türkleştirme” ve “Milli Müslümanlık” adlarıyla anılan bu inkılap hamlesi,
Reisi cumhur Mustafa Kemal'in teşvik ve desteği ile başladı.

22 Ocak 1932 günü Yere batan Camii’nde “Hafız Yaşar Okur”un ilk Türkçe Kur’an’ı okumasını, 30 Ocak 1932’de “Hafız Rıfat” tarafından Fatih Camii’nde seslendirilen ilk Türkçe Ezan takip etti.
3 Şubat 1932 Kadir Gecesi, Ayasofya Camii’nde Türkçe Tekbir icrasından sonra, ibadet dilinin Türkçeleştirilmesi teşebbüslerinin son adımı atılarak, 5 Şubat 1932 tarihinde Süleymaniye Camii’nde “tamamı” Türkçe olan ilk hutbe irad olundu.
((🤔 🤔 🤔))
Sadeddin Kaynak’ın: Türkçe hutbeye sıra gelmişti.
Atatürk:. “Haydi bakalım. Türkçe hutbeyi de Süleymaniye Camii’nde mukabele oku. Amma okuyacağını önce tertip et, bir göreyim” dedi.
Yazdım, verdim. Beğendi.
Fakat: “Paşam, bende hitabet kabiliyeti yok. Bu başka iş, hafızlığa benzemez” dedim.
“Zarar yok, tecrübe edelim” buyurdu.
Bunun üzerine tekrar sordum:
“Hutbeye çıkarken sarık saracak mıyım?”
Hayır, sarığı bırak…
Benim gibi başı açık ve

KADINLARI ANLAYAMAYANLAR BERİ GELSİN.!İnsanlık var olduğundan beri Erkekler Kadınları anlamak için türlü türlü girişimle...
29/01/2024

KADINLARI ANLAYAMAYANLAR BERİ GELSİN.!
İnsanlık var olduğundan beri Erkekler Kadınları anlamak için türlü türlü girişimlerde bulunmuştur.
Bu konuda bilimsel araştırmalar dahi yapmış, ancak sonuç hep hüsran olmuştur!
Çünkü ciddi bir hata yapıldığını düşünüyorum: Kadınları çoğul ele alıyorlar, fakat hiç bir kadın, kadınlar arasında anlaşılamaz.!
KADIN ANCAK TEKİL OLARAK ELE ALINIRSA ANLAŞILIR!
Mesela iki kızın varsa ve sen ikisini birden anlamaya çalışırsan sonuç alamazsın.
Eşini ve Anneni ya da kaynananı birden anlamaya çalışmak büyük bir hata olur...
Anlamak istediğin kadını; önce diğer bütün kadınlardan ayır ve bunu ona his ettir, onu önemse, ona değer ver ve başını yastığa koy onu dinle; O sana kendini anlatır zaten. Onu anlamak için yırtınmaya hiç gerek kalmaz.
Bir kadına asla "Kadınlar" demeyeceksin ve ona herhangi bir kadın gibi davranmayacaksın!
O kadın Annen ise Cennetin anahtarı bileceksin...
Kızınsa prensesin...
Baldızın, yengen falansa sılai rahim bileceksin...
Yaşlınsa velinimetin...
Eşin ise de, o zaman: Yoldaşın, sırdaşın ve dünya ahiret saadetin bileceksin!
Yani o kadına kadın değil; Eş, Anne, Evlad, Abla, Hala, Teyze, baldız, yenge vb olarak bakacaksın...
Herkesi ayrı ayrı bir yere oturtacaksın.
Ve en önemlisi: Bir kadından değer görmek istiyorsan, tek çözüm ona değer vermektir.
((🤔 🤔 🤔))
Tabii ki; Asl olan sadece eşin, annen ve kızındır. Gerisi bunların alt kollarıdır...
Sen bu üç kadını anla gerisini de onlar anlatır...
Ne olursa olsun: Anlamak istediğin kadın ateş olduğunda sen su olacaksın.
Kadınlarda gizli ve kısa süreli delilikler vardır o an sabırla veli olabilirsen saadete ereceksin, İnşallah!!!
Yani her kadının mutlaka mecazen cinleri vardır. Yani mutlaka hırçınlaştığı, içini boşaltması gerektiği anları olacaktır.
İşte cinlerinin tepesine çıktığı o anlarda, sen sabır gösterip, kibir ve gururdan da azcık taviz verdin mi. Gerisi tmm dır.
Gerisi çorap söküğü gibi geliyor.
Sonra saygı da sevgi de, değer de karşılık bulmaya başlıyor...
Not: Beni tanıyanlar bu taktik ile başarılı olduğumu çok iyi bilirler.
((🤔🤗😃))
Kadınları değil; kadınımızı, annemizi, kızımızı v.s anlayabilmemiz duası ile...

Nurettin Güneş / Güncel ve Dini mevzu

Eskiler iyi bilir: 90'larda özgürlük ve demokrasi ülkesiydik. Çünkü o zaman; "DİKTATÖR" kelimesini kullanmya kimse cesar...
28/01/2024

Eskiler iyi bilir: 90'larda özgürlük ve demokrasi ülkesiydik. Çünkü o zaman; "DİKTATÖR" kelimesini kullanmya kimse cesaret edemezdi!
Çünkü Tek Devlet vardı; çok derin bir Devlet idi, o kadar derindi ki, gerçekte Türkiye bile yoktu. Perde arkasında her zaman bir el vardı. Halkı dövüştüren, ötekileştiren...
Kürt şehir ve köylerinin Kürtçe isminin telaffuzu bile yasaktı ve bunlar derin devletin ötekileştirilmiş bölgeleriyidi..
Çünkü; Tek millet vardı; JönTürkler idi.
Duvar ve Dağlarımıza yazılan yazılara göre "Türk-Kürt kardeş, ayırım yapan kalleş"ti ama çarşı ve sokaklarımızda "En iyi Kürt ölü Kürt" idi!
JönTürkler ülkenin sahibiydi; Müslümana hayat hakkı yok idi. Sakallılar, başörtülüler resmi dairelere giremezdi. İçki içmeyene görev verilmezdi.
Namaz irticai bir faaliyet idi.
...
Çünkü; Tek dil vardı "Türkçe konuş(unca), çok konuş(abiliyorduk)"
Tüm Ecnebi dilleri serbestti ama sıra Kürdün ana diline gelince yasaklar başlıyordu.
Rumca, Yunanca ve Wikingçe gibi bütün Gavur dillerini konuşmak çağdaşlık sayılırken, Kürtçe ise işkencelerde çürüme gerekçesiydi. Sırf Kürtçe konuştuğu için yargılanırken bile zabıtlara Kürtçe kelimesinin geçmesi yasaktı. Hep bilinmeyen dil olarak zabıtlara geçti! ..
Çünkü; Tek din Dinsizlikti (Laiklik), Şeytana tapma dahi serbestti, (Hatırlarsanız o zamanlar sokaklarımızda Kedi kalmamıştı) ama Allah'a ibadet zindanlarda ve peygamber ocağı denilen askeriyede bile yasaktı...
Çünkü: Çıplaklık medeniyetin aynasıyken, örtünmek gericilik, ilkellik ve hatta örümcek kafalı olmaktı!
Eğitim ve Devlet kurumlarına don-atlet ile bile girilebilirken başörtüsü ile girmek yasaktı.
Ne kadar çok soyunursan o kadar çağdaş olur, değer görürdün... ..
Çünkü: O zamanlar Hayat sadece dinsizlere(Laikler), Çağdaşlara(Jöntürk), Kemalistlere ve sösyete kokanalara güzeldi. ötekiler hep ötekiydi zaten, o kadar(!)..
Çünkü: 90'larda Kürtlere tezek yediren "JITEM" diye bir yapı vardı ve en düşük rütbeli askeri bile Vali ve Vekil'lerden daha etkili ve yetkiliydi! ..
Çünkü: 90'larda Vekil ve Bakanlar değil, Medya patronları ve Paşa'lar Ülke'yi yönetiyordu.
Onların istediği her yasa meclisten geçmek zorundaydı, istemedikleri de asla geçemezdi! ..
Çünkü: 90

MÜSLÜMANLAR KURANI KERİMDEN UZAKLAŞTIKÇA GERİLEDİLER. ECNEBİLER İSE KURANA YAKLAŞTIKÇA İLERLEDİLER!Ama ne kadar ilerlemi...
28/01/2024

MÜSLÜMANLAR KURANI KERİMDEN UZAKLAŞTIKÇA GERİLEDİLER. ECNEBİLER İSE KURANA YAKLAŞTIKÇA İLERLEDİLER!
Ama ne kadar ilerlemiş olsalar dahi, daha bin yıl önceki İnbi Sina, Lokman Hekim, El-Harzemi ve Mimar Sinan gibi yüzlerce değerlerimizin çok gerisindeler!
Çünkü herkes Kuranı Kerimi okur ve anlar ama herkes aynı anlamaz. Müminlerin gönlünde farklı bir maneviyat olduğundan mümin olabilen Kuranı herkesten farklı bir duygu, yüce bir ilim ile anlar.
Ecnebiler ise Dünyevi amaçla okuduklarından sadece maddi boyutuna vakıf olabilmekteler.
Geçmişte Müminler uhrevi bir duygu ile okuduklarından Kuranın hem maddi ve hem de manevi değerlerine vakıf olabilmişlerdir.
O yüzden asırlar öncesinin Müslüman Bilim, Fen, Tıp ve benzeri alimleri hala dünyaya rehberlik etmektedir
Bu gün de Kurana sarılmadığımız sürece birbirimizin kanını akıtmaktan başka bir arpa boyu yol alamayacağımız açıktır, maalesef.
Ve üstelik de Ecnebilerin Kuran ilmine dayanarak geliştirdiği tıp ve teknolojiye mahkum olarak.
((😢😢😢))
Günümüzde sözde islamı temsil eden bir çok kuruluş, dernek, vakıf, STK ve benzeri yapı var ama aslında bunlar dahi müslümanları uyutmak için kasıtlı kurulmuş kurumlar olduğunu düşünüyorum...
Çünkü İslamın temelinde ümmet yani birlik vardır bunların hepsi suyun üstündeki çer çöp gibi parça pinçik olmuş. Ümettin yararına olacak hiç bir işte daha bir dayanışmaya gittiklerine şahit olmadım.
Yahudi Hahambaşının: "72 tane islami Tarikat Kurduk" sözü üzerine de ayrıca tefekkür etmem gerek!
Zira bu yapılar gerçekten islami olsaydı; Kesinlikle ciddi bazı girişimlerine şahit olurduk ve sahaya bir yansıması olurdu mutlaka.
Bunlar gerçekten islama hizmet etmiş olsaydı bu gün başta gazze olmak üzere tüm islam coğrafyası bu halde mi olurdu?!
Misal: İslam coğrafyasında her gün binlerce Müslüman katl ediliyor, Avrupa da Kuranı Kerimler yakılıyor, İsrail Kudüs’ü işgal etmiş, Gazzeye soykırım yapıyor, Müslüman gençleri deist, atesit falan oluyor...
Peki İslam aleyhine bu ve daha bir sürü olumsuz hadise yaşanırken nerede bu İslami yapılar?!
Geçmişte (İİT) islam işbirliği teşkilatına "İsrail işbirliği teşkilatı" dedim diye baya tepki almıştım...
Peki o zaman gelin bir araştırma yapalım; bakalım bu

İNSANLIĞIN ÖLDÜĞÜ GÜN! Adı Yosef Hobe idi. Kendisi için; "Yahudi" diyenlere  "Hayır, Yahudi değil Müseviyim" der Tevratı...
27/01/2024

İNSANLIĞIN ÖLDÜĞÜ GÜN!
Adı Yosef Hobe idi. Kendisi için; "Yahudi" diyenlere "Hayır, Yahudi değil Müseviyim" der Tevratın tahrif edildiğinden ve Yahudiliğin Hz.Musa ile alakası olmadığını anlatırdı. İzmir Konak'ta Hisar Caminin yanında 50 yıldır esnaftı.
Sabah erkenden dükkanını açardı.
"Selaymün Aleyküm" diyenlere, "Aleyküm selam" derdi. 79 yaşındaydı..
Kendisi müslüman olmamasına rağmen Camiye sığmayan cemaat üstünde namaz kılsın diye her cuma dükkanının önüne kartonlar koyardı.
Müslümanlar gelir, o kartonların üzerinde ibadetini eda ederdi..
Herkes "Allah razı olsun" der, o da "Allah kabul etsin." derdi.
İleri yaşına ragmen namazdan sonra kartonları tek tek toplar, bir sonraki cuma kullanılması için dükkanına geri taşırdı...
Her yıl yaşanan Filist olaylarına müslümanlardan daha çok üzülür, daha bilinçli tepki verirdi.
Özellikle de yardımlaşma konularında çok cömert davranır, herhangi bir yardım toplandığında kendisine haber verilmeyince, sitem ederdi!.....
(14 Nisan 2016) vefat etti..
Yıllarını geçirdiği çevre esnafı çok üzüldü..
Ölüm haberi duyulsun, sevenleri son görevini yapsın diye Hisar Cami'den bir anons yapılmasını rica ettiler.
Minareden sadece şu metin okunacaktı.
"Çarşımızın esnaflarından Yosef Hoba vefat etmiştir. Cenazesi saat 16.00'da Altındağ Musevi mezarlığında defnedilecektir."
Hepsi bu..
Cami imamı Konak İlçe Müftülüğü'ne sordu..
Hayır dediler..
İzmir İl Müftülüğü'ne başvuruldu.
Yine hayır dediler..
Son çare Diyanet İşleri Başkanlığı oldu..
Ankara'dan gelen haber de "Hayır"dı..
Yosef Hobe'nin naaşı Altındağ Musevi Mezarlığı'nda defnedilirken, sevenlerinin çoğu son görevini yerine getiremedi..
Çünkü din simsarlarına göre Yosef Hobe bir kafirdi..
Kafirin selası okunmazdı..
*. *. *
Aynı saatlerde İslam zirvesi İstanbul'da toplanmıştı..
Müslüman ülkelerin liderleri biraraya gelmişti..
İslamın bir hoşgörü, sevgi, saygı dini olduğu vurgulanıyordu..
Zirvenin sonunda dünyaya verilen mesaj şuydu..
"İslam ayrıştırıcı değil birleştirici bir dindir."
*. *. *
Affet bizi Yusuf amca. Affet..
Bu bilgilere ulaşmamda yardımcı olan Atilla Köprülüoğlu ve Ezel Roditi 'ye teşekkür ederim.
------------------
Not: Bu yazı bir internet sayfasından alıntı dır.

BUNLAR SADECE TÜRKİYEDE OLABİLİRDİ!Bunlar uzaktan eğitim meyveleri mi, yoksa klasik halimiz mi bilemedim!Bazıları akla z...
25/01/2024

BUNLAR SADECE TÜRKİYEDE OLABİLİRDİ!
Bunlar uzaktan eğitim meyveleri mi, yoksa klasik halimiz mi bilemedim!
Bazıları akla ziyan ama yapacak birşey yok. Artık idari edeceğiz...
((😅😅😅))

İLİM YUVALARI: CEMAAT VE TARİKATLAR(!)İsmailağa cemaatinin kurduğu bilim enstitüsünde yetişen bilim adamları kansere çar...
25/01/2024

İLİM YUVALARI: CEMAAT VE TARİKATLAR(!)
İsmailağa cemaatinin kurduğu bilim enstitüsünde yetişen bilim adamları kansere çare olacak aşıyı keşfettiler.....
Menzil tarikatı bünyesinde kurulan bilim okulunda siroza çare olacak gen çalışmasında sona gelindigini açıklandı.....
Nakşi ve Kadri tarikatlarının ortaklaşa kurduğu bilim merkezinde yetişen bilim adamları insan vücuduna %95 uyumlu protez kol ve bacak üretimine başlayarak engelli insanlara umut oldular... ..
Nur cemaatleri bünyesinde açılan teknoloji laboratuvarında su ile çalışan otomobil motoru keşfedildi, testlerde %100 başarılı sonuçlar alındı... ..
Süleymancıların bünyesindeki bilim okulunda; evlerin enerji ihtiyacını karşılayacak paneller üretildi, seri üretime geçildi... ..
İskender paşa cemaati sokak çocukları için 345. barınma evini açtı. 3 öğün sıcak yemek ve konaklama imkanı ile dünya sokak çocuklarına umut oldu.....
Diyanet bilim enstitüsündeki yapay zeka çalışmaları göz kamaştırdı. Şuana kadar gerçekliğe en yakın üretilmiş ve alanında lider olan bu yapay zeka; hibrit ameliyathaneler için bir devrim oldu...
Ve günün son haberi; Türkiye Cemaatler ve Tarikatlar birliği başkanı: Tüm Cemaat ve Tarikatlara bağlı bilim adamlarından oluşan bir heyetin Ayda yaşam konileri kurma çalışmaları için Ay yolculuğuna hazır olduklarını ve ayrıca Marstan da iyi haberleri olduğunu açıkladı...
((🤔 🤔 🤔))
Noldu şaşırdık mı?...
Çok mu uçtuk?...
Çok mu absürt bir hayal oldu?...
Bunlar İslam ile bilimi bütünleştirip müslümanlara - insanlığa hizmet edemezler mi?...
İslamın bu yüzünü dünyaya gösteremezler mi?...
Bu işler ibadet sayılmaz mı?...
Bunlar çok mu uzak hayeller?...
O zaman biz de müslümanlar olarak bir o kadar uzağız hayellerimize...
Bu çalışmaları yapan devlet kurumları var diyecekseniz; o zaman din hizmetleri sunan devlet kurumu da yok mu?...
Evliya masalları anlatmaya, "hu hu" çekerek kafa sallamaya, "Kuranı yaşayalım" diyeni sapık ilan ederek köşe kapmaca oynamaya devam...
Hiç şikayet etmeye, sızlanmaya gerek yok...
Düşünce ufkumuz, çapımız bu kadar...
Yazık, islâmî temsiliyet böyle olmamalıydı...!!!
(Alıntı)
((😢😢😢))
Maalesef acı gerçeklerimizin aynası ironi bir mekale olmuş!!!
İs

  biri Selahaddini Eyyubiye gelip; Yahudilerin ayin niyetine müslüman çocuklarına yaptığı vahşeti anlatır. Kudüs Hristiy...
23/01/2024

biri Selahaddini Eyyubiye gelip; Yahudilerin ayin niyetine müslüman çocuklarına yaptığı vahşeti anlatır. Kudüs Hristiyanların elindedir ama menfaatleri doğrultusunda Yahudilerin bu zülmüne sessiz kalıyorlardı.
Selahaddini Eyyubi bu anlatılanlardan dolayı o kadar üzülür kü; Kudüs'ü kurtarıncaya kadar gülmeyeceğine yemin eder.
İşte bugün, bu altından çıkan ve soykırım yapan bu Yahudiler o günkü Yahudilerin torunlarıdır.
Bu Yahudiler aslında bildiğimiz Yahudilerden farklı olarak bir inancına sahipler. Ve bir kısım Yahudiler bile bunlara karşıdır.
Bugün Yahudilerin canlı tavukları duvara vura vura çıkardıklarına inanıyorlar ya; Aslında bazı Yahudiler bu ayinlerde yerine henüz reşit olmayan çocukları canlı canlı kanlarını akıtıp, içerek katında daha üstün olduklarına inanırlar.
Bugün Kalkıp dünyanın gözü önünde çocukları duvara vura vura öldüremeyeceklerine göre; Tavukla idare ediyorlar ama her fırsatta aynı ayini çocuklara yaptıkları da tarih boyunca hep olmuştur. Amerikanın göbeğinde bile Sinagogların altından yayılan bu görüntüler de günümüzde hala bu ayinlerin gerçekleştiğinin kanıtıdır.
Yahudi olmayan küçük çocukların kanları; hem her yıl rutin olarak kutlanan bayramında ekmeklerine katık yaparak yenilir, hem de muhtelif ayinlerde içilir.
YeniŞafak haberine göre sadece 2020 itibariyle 32 ülkeden yüz binden fazla kayıp. Bunların neredeyse hepsi müslüman!..
Dikkat ederseniz bu Sinagogların altındaki iğrenç olayları dünyaya çok sıradanlaştırarak: "Çocukların kanını gençlik serumu olarak içiyorlar" diye servis ettiler.
Hayır, kesinlikle yalan.
Bu da çok vahşice tabii ki, ama asıl maksadlarının yanında bu kan içme olayı gerçekten kalır!
Maksadları sadece kandan serum olsaydı çocukları hiç öldürmez, işkence etmez hatta sürekli kan üretsinler diye sağlıklı besler ve tıbbi cihazlar ile kanlarını alırlardı.
Kesinlikle maksad kanın serum olarak kullanılması falan değil.
Olay tamamen bir çeşit , bir çeşit çıkarma ritueli...
Olayın rutini şöyledir; Çocuğa olabildiğince acı çektirerek ve kanını daha canlı iken tamamen çekip, içmektir.
Ve bu vahşeti de kendi el

Karl Marks’ın arkadaşı gazeteci Swinton, 1880’lerde New York Times'ta yazıyor. Gazete bir Yahudi tarafından satın alındı...
23/01/2024

Karl Marks’ın arkadaşı gazeteci Swinton, 1880’lerde New York Times'ta yazıyor. Gazete bir Yahudi tarafından satın alındıktan sonra düzenlenen toplantıda, davetli gazeteciler basının onuruna kadeh kaldırmak üzere onu kürsüye çağırıyorlar. Swinton elindeki kadehiyle kürsüye çıkıyor ve: "Dünya tarihinin şu anına dek, Amerika'da 'Özgür, bağımsız basın' diye bir şey olmamıştır. Bunu siz de biliyorsunuz ben de..." diye başlıyor sözlerine...
"Hiçbiriniz düşündüklerinizi olduğu gibi yazmaya cesaret edemezsiniz.
Bunu yapmaya kalktığınızda yazdıklarınızın önceden basılmayacağını bilirsiniz, çünkü: Çalıştığımız gazete bize düşüncelerimizi özgürce yazmamız için değil, tersine yazmamamız için bir ücret ödüyor.
İçinizde benzer biçimde benzer ücret alan başkaları da vardır.
Düşüncelerini açıkça yazacak kadar salak olan herhangi biri çıkarsa, ertesi gün sokakta başka bir iș arıyor olacaktır.
Çalıştığım gazetemin herhangi bir sayısında düşüncelerimi apaçık yazsaydım, 24 saat dolmadan işimden atılırdım.
Gazetecilerin işi; gerçeği yok etmek, düpedüz yalan söylemek, saptırmak, servet sahiplerine ve iktidara dalkavukluk etmek, kendi gündelik ekmeği uğruna yurdunu ve soyunu satmaktır.
Bunu siz de biliyorsunuz, ben de…
Öyleyse, şimdi burada 'bağımsız, özgür basının(!) şerefine(!) kadeh kaldırmak saçmalığı da nereden çıktı?
Bizler, sahnenin arkasındaki zengin adamların ve emperyalistlerin oyuncakları, kullarıyız.
Bizler ipleri çekilince zıplayan oyuncak kuklalarız...
Onlar ipleri çekiyorlar ve biz dans ediyoruz.
Yeteneklerimiz, imkanlarımız ve hayatımız, hepsi başkalarının malı...
KISACASI: BİZLER ENTELEKTÜEL FAHİŞELERİZ." Diye bitiriyor sözlerini. Tabii kimseden çıt çıkmıyor. Herkeste bir şaşkınlık, bir şok hali var.
Ve bay Swinton sözlerini şu şekilde noktalıyor: Siz hepimiz dut yutmuş bülbüle döndünüz, çünkü hiç birniz gerçekleri duymaya alışık değilsiniz. Şu andan itibaren artık bir işsiz olduğumu siz de biliyorsunuz, ben de... ama asıl üzüleceğim nokta şu olacaktır; Bir kısmınız bana salak muamelesi yapacakken bir kısmınız da bana üzülecek, belki takdir de edecektir ama işsiz kalışımın gerçek sebebini hiç biriniz yazamaya cesaret edemeyeceksiniz. Daha da kötüsü hakkımda ayıp...

İslâm alimlerinden biri talebeleriyle gezinirken birbirlerine öfke içinde bağıran bir çift görür ve Talebelerine dönüp: ...
22/01/2024

İslâm alimlerinden biri talebeleriyle gezinirken birbirlerine öfke içinde bağıran bir çift görür ve Talebelerine dönüp: “İnsanlar neden birbirlerine öfke ile bağırırlar?” diye sorar.
Talebelerden: "Çünkü erdemliğini kaybetmiştir, çünkü insanlığını yitirmiştir, çünkü nefsine yenilmiştir...” gibi cevaplar alan alim: “İki insan birbirine öfkelendiği zaman, kalpleri birbirinden uzaklaşır. Bu uzak mesafeden birbirlerinin kalplerine seslerini duyurabilmek için bağırmak
mecburiyetinde kalırlar. Ne kadar çok öfkelenirlerse, mesafe o kadar açılır ve o kadar çok bağırmaları gerektiğine inanırlar.” diye cevaplar.
((🤔 🤔 🤔))
“Peki, birbirini seven iki insan neden kısık ses ile, sakince ve hatta fısıldayarak konuşur?"
Diye sorulsaydı bu alim zat ne cevap verirdi bilemem ama acizane fikrimi sizinle paylaşayım:
Çünkü kalpleri birbirine yakındır, arada mesafe çok azdır.
Hatta, birbirini tamamen manevi bir duygu ile seven iki insanın neredeyse hiç sesi çıkmaz.
Çünkü gözleri, gönülleri konuşur.
Çünkü kalpleri birbirlerine o kadar yakındır ki birbirlerinin kirpiklerinin sesini, kalp atışlarını bile duyacak kadar birbirine yakın ve sakindirler.
İşte birbirini hakikatyen seven insanların durumu böyledir.”
Benim çoğu yazım kendi nefsimden veya çevremde şahit olduğum mevzulardandır.
Bu paylaşımı da şu şebepten yazdım: Bugün, bir sebepten. Eşim bana bağırıp çağırdı. Evet, evet basbayağı sitem ile karışık bağırdı.
1. Herkes gibi ben haklıydım(!)
2. Ben kocasıydım, hangi hak veya cüret ile kocasına bağırabilirdi ki(?)
Tabii, bu olayın sosyolojik boyutu ama ben sadece Tv'yi kapatıp dinlemeye ve olayın psikolojik boyutunu tefeküre daldım; velevki koca o olsaydı bile, velevki haklı olan o olsaydı bile eşine bağırıp çağırması ne kadar doğruydu?
O bana bağırırken ben masum masum onu izliyordum...
Baktım tepkisizliğimden rahatsız oluyor. Hiç bir şey demeden kalkıp eşimi kucakladım ve sıkı sıkı sarıldım...
O da hiç beklemediği bu tepki karşısında dut yutmuş bülbül misali hemen sustu ve sadece ağlamaya başladı.
Sakinleşince; önce bu Alimin hikayesini anlattım. Sonra hayatta hiç bir zaman her şey istediğimiz gibi olmaz. Her zaman aksilikler, zıtlıklar, haksızlıklar olur ama arada bir sevgi var

Bize Şah damarımızdan daha yakın olan ALLAH'A İBADET VE TAAT ETMEK İÇİN ŞEYH İP'İNE TUTUNMAK DOĞRUMUDUR?!“Murşidi olmaya...
21/01/2024

Bize Şah damarımızdan daha yakın olan ALLAH'A İBADET VE TAAT ETMEK İÇİN ŞEYH İP'İNE TUTUNMAK DOĞRUMUDUR?!
“Murşidi olmayanın rehberi şeytandır.” diye bir hadis yoktur. Ancak bu söz doğrudur.
Çünkü Müslüman mürşidsiz olamaz ve ümmetin yegane mürşidi; Kur’ân-ı Kerim ve Resul-i Ekremin örnek hayatıdır.
Bir de özellikle bu zamanda kişiye daima Allahı hatırlatacak bir dost, bir akraba, bir alim, hatta bir mecmua dahi olsa, mutlaka olmalıdır.
Misal; ben sürekli okuyarak, araştırarak ve yazarak Allahı ve peygamberi daima hatırlamaya gayret ediyorum. Bunu ihmal ettiğimde de eşim beni hemen ikaz ediyor.
Çünkü ara veridiğimde bende bir gevşeme oluyor ve bunu ilk önce eşim fark ediyor.
Bu sebeple yegane mürşit Kuran ve Sünnettir. Ancak bizi bunlara bağlı tutmak için de; Bizdeki değişimleri fark edecek kadar bize yakın olan bir alime, arkadaşa veya bir akrabaya kesinlikle mühtacız.
((🤔 🤔 🤔))
Cemaat, tarikat olayı ümmetin birliği açısından önemlidir. Ancak mürşid olarak bizi hiç görmeyen, halimizden hiç haberi olmayan bir Şeyh bizim mürşidimiz olamaz.
Çünkü gevşemeye başladığımızda bizi göremez, farkmedemez, uyaramaz. Ama aynı cemaaten olup, bizdeki değişimleri fark edecek kadar bize yakın olan bir arkadaşımız ile birbirimizin murşidi olabiliriz
Mürşid: rehber, kılavuz demek.
En büyük rehber; Ayet ve sünnetir ama bizi o rehbere yönlendirecek alimler veya dostlar da olmazsa, olmaz....
Ayrıca gerçek Alimler veya Şeyhler cemaatinin zincirinden tutup kendine bağlamaz. Bilakis o zincirleri kırar ve kulların aracısız direk Allaha yönelmesine rehberlik eder.
Gerçek Şeyh ve Alimler elimizden tutar, aklımıza hitap eder, yolumuzu aydınlatır ve dünyevi hiç bir karşılık da beklemeden bize daima Ayet ve sünneti hatırlatırlar!
Biz de onlara elimizi uzatır, ilimlerinden istifade eder, nasihatlarından ders, sohbetlerinden de feyz alırız...
Ama Alimleri ve Din tüccarlarını birbirinden ayırt etmesini de iyi bilmeliyiz.
Cemaatinden herhangi bir şekilde maddi olarak nemalananlar alim değil, din tüccarıdır. (Gerçekten mühtaç olanlar istisna).
Kendileri lüks ve şatafat içinde yaşayıp, Cemaatleri yoksulluk içinde olanlar alim değil. Tüccardır, oyunlarına gelmeyelim, sonra onlarla beraber

ÇARESİZLİKTEN DİLENİP, ÇARESİZLERE ÇARE OLDU! AbdulSattar Edhi Pakistan'lı bir dilenci: 1951 yılında Parasızlıktan ölen ...
20/01/2024

ÇARESİZLİKTEN DİLENİP, ÇARESİZLERE ÇARE OLDU!
AbdulSattar Edhi Pakistan'lı bir dilenci: 1951 yılında Parasızlıktan ölen annesini ve yaşadığı çaresizliği hiç unutmayan Edhinin hikayesi: Annesi hastanededir ve tedavisi için gerekli parayı bulmak için, işten artan tüm zamanını hastanenin önünde dilencilik yapar değerlendirir. Kısa sürede ihtiyacı olan parayı toplar ve başhekimliğe gider. Fakat geç kalmış, annesi o sabah vefat etmiştir.
Edhi elindeki para pöşeti ile hastane bahçesine çıkar. Tüm çabaları boşa gitmiş yüreği paramparçadır.
Edhi bu hastane sürecinde başkaca çok mağdur hasta yakınları ile karşılaşmış, tanışmıştır.
Edhi'nin elinde para dolu bir poşet vardır ama artık onun için bu paranın hiç bir anlamı yoktu.
Ama bu para başka hasta yakınları için çok anlam ifade edebilirdi. Edhi hemen baş hekimliğe koşar ve parasızlıktan detavi olamayan en acil hasta bilgilerini ister.
Baş hekim üç tane acil durumda hasta olduğunu söyler. Edhinin parası sadece bir tanesine yeterliydi. Ama üçünü de kurtarmak istiyordu.
Baş hekime durumunu ve mevzuyu izah edip: "Bu parayı üşünün peşinatı olarak kabul edin lütfen, geri kalan parayı da size günlük olarak topladığımla ödeyeceğim" der.
Baş hekim olaydan çok etkilenir ve çok büyük bir risk alarak Edhiye kefil olur. Her üç hastanın da tedavisine başlar.
Edhi ise annesinin cenazesini defn ettiği gibi hastanenin önüne gelip dilenmeye başlar. İşinden de ayrıldığı için artık 7/24 hastaneden ayrılma.
Borcunu ödeyinceye kadar hastane koridorlarında yatar....
Edhi'nin bu davranışı kulaktan kulağa dolaşır. Artık zor durumdaki hasta yakınları Edhi'den yardım ister. Ve hayır sever daha çok vermeye başlar. Hatta artık insanlar özellikle Edhiye sadaka vermek için uzak şehirlerden bile gelmeye başladı ve sadakalarını miktarını artırdı...
Sonra zenginler zekatlarını bile Edhiye getirmeye başladı.
Artık Edhi olayı büyümüş: Kurumsallamıştır. İlk etapta yoksullara ücretsiz sağlık hizmeti bir dispanser, ardından da bir Vakıf kurarak mühtaçlara daha düzenli çare olmaya başlar.
Zamanla 25 tane özel hastane kurdu, hastanelerine bağlı 1800 ambulansı oldu ve mühtaçlara daha iyi ulaşmak için Pakistannın her tarafına vakfının şubelerini kurdu.
Bugün 86

Dilenciye verdiğimiz bozukluklar ile Allahı razı ettiğimizi düşünmek: bir markete girip sepeti full doldurduktan sonra k...
17/01/2024

Dilenciye verdiğimiz bozukluklar ile Allahı razı ettiğimizi düşünmek: bir markete girip sepeti full doldurduktan sonra kasiyerin önüne bir sakız parası atıp, kasiyeri razı etmek kadar mantıksızdır!
Kesinlikle dilenciye kuruş dahi vermeyin ama elinden tutun, evine gidin, araştırın, soruşturun gerçekten fakirse; o muhacir olsun siz ensar olun, kardeş aile olun, ona iş bulun, imkan sunun, dilencilikten kurtarın... Ama değilse de o dilenciyi dolandırıcılıktan ihbar edin...
Ben esnaflığım süresince; kapıma gelen hiç bir dilenciye kuruş vermedim ama vaktim olunca hepsini içeri davet edip bir şey ikram ederek muhabbet ettim. Gerçekten mühtaç olup olmadığını anlamaya çalıştım. Çoğusu zaten hemen kaçıyordu. Bazısı da kendini anlatıyordu. Bunları da sonradan araştırıp, soruştururdum ve gerçekten mühtaç tek bir dilenciye bile denk gelmedim...
Ama kenar mahallerde aradığım zaman; gerçekten muhtaç kardeş aileler edinebildim her zaman.
Bunu şu sebepten yapıyordum: Çünkü ben 9-10 yaşlarında iken bir yıl kadar dilencilerin arasında kaldım. Dilencilerin inşaat işçileirnden çok daha fazla kazandığını çok iyi biliyordum.
Ve o dilenciler bol keseden para kazanırken; gerçek fakirlerin dilencilik yapmaya çekindiği için pazar artıklarını ve çöplerden kuru ekmekleri topladığını görüyordum!
Çocuğunun karnı açıkmasın diye çocuğunu oynamaya göndermeyen anne tanıdım ben ama kocası yatalak olan o kadın dilencilik yapmıyordu. Komşularından başka da kimse durumunu bilmiyordu.
((😢😢😢))
Evet, değerli dost ve takipçilerim!
Kapınıza gelen, ya da önünüze çıkıp el açan kişi gerçek fakir olmayabilir ama etrafımızda gerçekten yoksul ve mühtaç aileler mutlaka vardır.
Araştıralım, soruşturalım, gerçek mühtacı bulup kardeş aile olalım.
Bugün her birimiz bir tane kardeş aile edinebilsek; zaten ümmet oluruz, zaten gerçekten fakir kimse kalmaz.
((🤔 🤔 🤔))
Bugün bir dilenci günlük 1000 tl'ye kadar toplayabiliyor.
Sadece Cuma çıkışında iyi duygu sömürüsü yapıp iyi Camiye olta attıysa daha fazla da toplar.
Oysa Cumadan çıkanların çoğu bu kadar rahat ve bol para kazanamıyordur!
"Atlı bile olsa size el açanı boş çevirmeyin" Hadisi şerifi dilenciler için değil. Herhangi bir ihtiyacı için sizden destek ist

Address

Silopi

Telephone

05422234949

Website

Alerts

Be the first to know and let us send you an email when Nurettin Güne posts news and promotions. Your email address will not be used for any other purpose, and you can unsubscribe at any time.

Contact The Practice

Send a message to Nurettin Güne:

Share

Özet ile Hikayemiz!

2006-2014 arası gönüllü, sonrasında ise ek ücret karşılığı olmak üzere Silopi de Kuran Kursu eğitimciliği yapmaktayım. Bunun yanı sıra; Diğer Gönüllü arkadaşlarımla oluşturduğumuz bir ekip olarak bayanlara ve topluma yönelik bir çok sosyal etkinlik ve gelişim programları düzenledik ve devam etmekteyiz çok şükür. Bunlarla beraber ihtiyaç duyulan Camii ve Okullara haftalık sohbetler, Radyo Programları, Kız İmam Lisesi başta olmak üzere diğer okullarımızla organizeli ortak programlar, Muhtaç aileler ile Kardeş Aile projesi, Dini gün ve gecelere özel etkinliklerin yanı sıra talep halinde Taziye ziyaretlerine yönelik çalışmalar yürütmek azmindeyiz elhamdulillah. Bu sayfamızla da sosyal medayada aktif olmayı hedefliyoruz inşallah!