Doç. Dr. Şafak Nakajima

Doç. Dr. Şafak Nakajima Biyopsikososyal Tıp doktoru, birey/aile danışmanı, sosyolog, felsefeci, yazar
"Endişesiz İlaçsız"
"İlişkilerin Karanlık Kuyuları" Merhaba,

Ben Doç.

Dr. Şafak Nakajima. Kendi geliştirdiğim Biyopsikososyal Tıp Modeli ile çalışan bütüncül bir tıp doktoru, ilişki ve aile danışmanıyım. Aynı zamanda sosyoloji ve felsefe alanlarında lisans diplomasına sahibim. İlişkilerin Karanlık Kuyuları, Endişesiz İlaçsız, Aklın Kutsal Kitabı, Benlik Aynasına Bakmak ve Ölümün İzinde adlı kitapların yazarıyım. Biyopsikososyal tıp yaklaşımı, insan sağlığını yalnızc

a bedensel belirtilerle sınırlı görmez; zihinsel süreçler, ilişkiler ve yaşama bakış açısı da bu bütünün ayrılmaz parçalarıdır. Tedavide öncelik, bilimsel temellere dayanan, yan etkisiz ve ilaçsız yöntemlere verilir. Bu çerçevede uygulamalarım şunlardır:

• Psiko-eğitim, bireyin duygu ve düşüncelerini tanımasına, stres, kaygı ve panik atakla başa çıkma becerilerini geliştirmesine yardımcı olur. Bu yöntem, migren, fibromiyalji, huzursuz bağırsak sendromu gibi psikosomatik sağlık sorunlarının önlenmesi ve tedavisinde önemli bir rol oynar.
• İlişki ve aile danışmanlığı, yakın ilişkilerdeki iletişimi güçlendirmeyi ve sağlıklı sınırlar çizmeyi öğrenmeyi sağlayarak duygusal dayanışmayı artırır.
• Felsefe ve sosyoloji temelli çalışmalar, bireyin kendine, topluma, hayata ve özellikle yaşamın anlamı ile amacı üzerine düşünme becerisini geliştirir.
• Psikoakupunktur; endorfin, dopamin ve serotonin gibi nörohormonların düzeyini doğal yollarla artırdığı bilimsel araştırmalarla ortaya konmuş, gevşemeyi ve zihin-beden dengesini destekleyen tamamlayıcı bir uygulamadır. Tüm bu yaklaşımlar, zihinsel ve bedensel iyilik hâlini bir bütün olarak, ilaç kullanmadan desteklemeyi hedefler. Bu sayfada, geliştirdiğim modeli, yayımladığım kitapları ve çeşitli yazılarımı inceleyebilirsiniz. İstanbul dışında yaşıyorsanız veya kliniğime gelme olanağınız yoksa, online görüşme seçeneğiyle de çalışmalarımıza katılabilirsiniz. Sağlıklı ve bilinçli bir yaşam dileğiyle.

"BENİ ANLAMIYORSUNUZ!"Doç. Dr. Şafak Nakajima“Oğlum artık bizimle aynı sofraya bile oturmak istemiyor. Kapısını kapatıyo...
22/07/2025

"BENİ ANLAMIYORSUNUZ!"

Doç. Dr. Şafak Nakajima

“Oğlum artık bizimle aynı sofraya bile oturmak istemiyor. Kapısını kapatıyor, bazen saatlerce çıkmıyor. Geçen gün ‘Neyin var?’ diye sordum. Önce sustu. Sonra birden parladı: ‘Boşver, zaten anlatamam… Siz anlamazsınız’ dedi. Ne desem daha da uzaklaşıyor. Ona yardım etmek istiyorum ama ulaşamıyorum. Her şey elimden kayıp gidiyormuş gibi hissediyorum.”

Aile danışmanlık çalışmalarımızda sıkça dile getirilen bu tür yakınmalar, ergenlik dönemindeki çocuklarla yaşayan birçok ebeveyn için oldukça tanıdıktır eminim. Aslında çoğumuz, kendi ergenlik yıllarımızda bu tür içe kapanma ve çatışma dönemlerinden geçtik. Farklı olan, her birimizin bu süreci yaşama biçimi ve yoğunluğuydu.

Gençlerin bu dönemdeki dalgalı ruh hâlleri, içe çekilmelerini ya da ani çıkışları çoğu zaman bencillik ya da saygısızlık gibi yorumlarız. Oysa bu davranışların arkasında, gelişimin doğal ve geçici bir evresi vardır: "Ergen benmerkezciliği."

Dr. David Elkind’in 1967 yılında tanımladığı bu kavram, ergenlik dönemine özgü düşünce kalıplarını anlamak açısından oldukça açıklayıcıdır. Elkind’e göre bu benmerkezcilik iki temel biçimde ortaya çıkar: "kişisel efsane" ve "hayali izleyici."

Kişisel efsane, gencin kendisini diğer insanlardan tamamen farklı, özel ve istisnai olarak görmesidir. Yaşadığı hiçbir duygu başkalarınınkiyle kıyaslanamaz. İlk aşkın heyecanı da, o aşkın bitişiyle gelen acı da yalnızca onun için bu kadar derin ve anlamlıdır. Bir yetişkinin benzer bir deneyimini anlatması, onun gözünde “anlaşılamamak” anlamına gelir. Çünkü onun duygusu çok daha benzersiz ve yoğundur.

Bu durum yalnızca içsel hislerle sınırlı kalmaz; davranış düzeyinde de kendini gösterir. Genç birey, başkalarının başına gelen olumsuzlukların kendisine olmayacağına inanabilir. “Ben yaparım, bana bir şey olmaz” düşüncesi, hız tutkusu, madde kullanımı, korunmasız cinsel ilişki gibi davranışlara zemin hazırlayabilir.

Hayali izleyici ise, çevresindeki herkesin onu sürekli izlediğini, değerlendirdiğini ve yargıladığını düşündüğü bir inanç biçimidir. Bu nedenle görünümüne, davranışlarına, söylediklerine karşı aşırı hassasiyet geliştirir. En küçük mahcubiyet onun için büyük bir utanca dönüşebilir. Saçının bozulması, sınıfta kekelemesi ya da yemekhanede tepsiyi düşürmesi… Tüm bunlar onun zihninde herkesin fark ettiği ve asla unutmayacağı sahnelere dönüşür. Oysa çoğu zaman çevresindekiler bu ayrıntıların farkında bile değildir.

Ebeveynler bu benmerkezci tutumları çoğu zaman anlamakta zorlanır. Mantıklı açıklamalarla çocuklarını ikna etmeye çalışırlar. Ancak genç henüz dış dünyayı bir yetişkinin gözünden görece bilişsel olgunluğa sahip değildir. Bu yüzden sizi duymuyor gibi görünse de, aslında duymadığından değil, henüz farklı bir düzeyde algıladığındandır. Tam da bu nedenle, çocuğunuza gelişimsel sürecine uygun bir anlayışla yaklaşmak gerekir.

Bu benmerkezci düşüncenin yalnızca bireysel içe kapanma ile sınırlı olmadığı da unutulmamalıdır. Aynı genç, çevresindeki adaletsizliklere karşı olağanüstü bir duyarlılık geliştirebilir. Okulda yaşanan bir haksızlık, toplumda tanık olduğu bir eşitsizlik ya da bir arkadaşının dışlanması, onun iç dünyasında büyük bir anlam kazanabilir. Çünkü genç hâlâ değişim yaratabileceğine inanır. Sistemle henüz uzlaşmamıştır. Bu yüzden gençlik döneminde adalet arayışı, inatçılık ve mücadele duygusu son derece yüksektir. “Ben özelim” düşüncesi, “Ben değiştirebilirim” inancına dönüştüğünde bu dönem oldukça üretken ve dönüştürücü bir niteliğe bürünebilir.

Zamanla benmerkezcilik yerini daha göreli ve çok boyutlu bir düşünce yapısına bırakır. Genç birey kendi duygularını tanıdıkça, başkalarının duygularına da daha duyarlı hâle gelir. Ancak bu noktaya ulaşabilmesi için önce kendi iç sesiyle karşılaşması gerekir. Ve bu karşılaşma, çoğu zaman benmerkezci bir bakışla başlar.

Bu konuda sizlere yardımcı olabilecek bazı temel öneriler paylaşacağım:

Çocuğunuza tepki değil, merak gösterin. “Neden böyle yapıyorsun?” yerine, “Böyle hissetmenin bir nedeni olabilir mi?” gibi cümlelerle kapıyı aralayın.
Onu yargılamayın, anlamaya çalışın. Duygularını küçümsemek yerine yaşadıklarını ciddiye almak, iletişim kurmanın temelidir.
Zorlamayın ama çekilmeyin. Genç bazen sizi iter, bazen size ihtiyaç duyar. Kapınızı açık tutun, varlığınızı hissettirin.
Kıyaslamalardan kaçının. “Ben senin yaşındayken…” diye başlayan cümleler çoğu zaman aranıza köprü kurmaz, duvar örer.
Duygularına isim verin. “Bu seni çok öfkelendirmiş olmalı” gibi yansıtıcı cümleler, onun içini düzenlemesine yardımcı olur.
Sabırlı olun. Bu dönem geçicidir. Anlaşıldığını hisseden bir genç, zamanla daha açık ve sağlıklı bir iletişime geçecektir.

Bu yazıyı yalnızca bir hekim ya da danışman olarak değil, süreci doğrudan deneyimlemiş bir anne olarak da kaleme aldım. Yaşayanların ne hissettiğini çok iyi biliyorum.
Kolaylıklar dilerim.
🌐 www.safaknakajima.com

Fransız hukukçu, filozof ve siyaset kuramcısı; modern demokrasilerin temelini oluşturan “kuvvetler ayrılığı” ilkesini or...
21/07/2025

Fransız hukukçu, filozof ve siyaset kuramcısı; modern demokrasilerin temelini oluşturan “kuvvetler ayrılığı” ilkesini ortaya koymasıyla tanınan Montesquieu’nün bu sözü, bana her zamankinden daha gerçek görünüyor. Sizce de öyle mi?

“Üç tür eğitim alırız: biri anne babamızdan, biri okulda öğretmenlerimizden, biri de hayattan.
Üçüncüsü, ilk ikisinin öğrettiklerinin tümüyle çelişir.”

Değerli takipçilerim,Zaman zaman beni televizyonlarda görmek istediğinizi ifade ediyor; "keşke kanallar sizi ekranlara ç...
20/07/2025

Değerli takipçilerim,

Zaman zaman beni televizyonlarda görmek istediğinizi ifade ediyor; "keşke kanallar sizi ekranlara çıkarsa" diyorsunuz. Ancak bu konuda bilinçli bir duruşum var. Kitaplarımın Türkiye’nin önde gelen yayınevleri tarafından basılması ve çalışma alanımın özgünlüğü nedeniyle yıllar içinde birçok televizyon programından davet aldım, almaya da devam ediyorum. Hekimlerin medyada bireysel tanıtımlarla ön plana çıkmasını doğru bulmuyorum. Medyatik olmanın, hastalarımla kurduğum içten ilişkilere ve hâlâ içimde taşıdığım amatör hekimlik ruhuna zarar vermesini istemiyorum. Tanınırlığın mesleki uygulamalarla, kaleme alınan yazılarla ve yayımlanan kitaplarla kazanılmasının her zaman daha anlamlı ve onurlu olduğuna inanıyorum.

Kitaplarımı tanıttığım temel mecra, sizlerle buluştuğum bu sayfalar. Bu tercih, elbette kitaplarımın daha sınırlı bir kitleye ulaşmasına yol açıyor. Ama ulaşan o okur kitlesi, içerikle gerçekten derinlikli bir bağ kuran, bilinçli ve sorgulayıcı kişilerden oluşuyor. Benim için anlamlı olan da tam olarak bu.

Ve beni en çok mutlu eden şeylerden biri de, tedavi için başvuran pek çok hasta ve danışanımın, kliniğime gelmeden önce kitaplarım ve bu sayfa aracılığıyla benimle düşünsel bir temas kurmuş olması, tıp felsefemi tanıması. Bu benim için çok önemli!

Çünkü geliştirdiğim Biyopsikososyal Tıp Modeli’nde, hasta-hekim ilişkisi tedavi sürecinin temel bileşenlerinin başında geliyor. Bu ilişkinin sağlıklı, güvenilir ve sürdürülebilir bir zeminde kurulabilmesi; ancak doğru bilgiye, etik ilkelere ve karşılıklı saygıya dayanan bir anlayışla mümkün. Kitaplarım bu zeminin oluşmasına katkı sağladığı gibi, yürüttüğümüz çalışmalara teorik ve pratik anlamda da kaynaklık ediyor. Aynı zamanda benimle birebir çalışmayan kişilerin de kapsamlı bilgilere ulaşmasına olanak tanıyor.

Geçtiğimiz günlerde değerli takipçim ve okurum Leyla Kutman, "Ölümün İzinde" kitabım hakkında beni duygulandran bir değerlendirme mesajı paylaştı. Aynı zamanda "Endişesiz İlaçsız" için de bir katkı sunmak istediğini belirtti. Bu vesileyle kitaplarıma dair bir kolajı ve Amazon’daki kitap sayfamın bağlantısını aşağıda paylaşıyorum. Kitaplarıma dair bilgiye web sitemden de ulaşabilirsiniz: 🌐 www.safaknakajima.com

Kitap okuma oranlarının oldukça düşük olduğu bir ülkede, nitelikli içeriklerin doğru kişilere ulaşması her zamankinden daha kıymetli. Dilerim kitaplarım, ihtiyacı olanlara yol gösterici olur.

Bu arada size güzel bir haber de vermek istiyorum. Yeni yazmakta olduğum kitapta hayli yol aldım. Bu kitapla birlikte, beyninizi, düşünce, duygu ve davranışlarınızı çok daha yakından tanıyacak; yaşamın zorlukları karşısında kolayca zihnen ve bedenen hastalanmak ya da ilaçlara bağımlı hale gelmek yerine, akılcı düşünme ve bilimsel pratik yöntemlerle daha güçlü, dirençli ve üretken bireyler olma yolunda önemli adımlar atacaksınız.
En azından benim yazarken hedeflediğim şey bu ❤️📖✍️

Sevgilerimle…

Amazon: Şafak Nakajima Kitapları
https://www.amazon.com.tr/Kitap-%C5%9Eafak-Nakajima/s?rh=n%3A12466380031%2Cp_27%3A%25C5%259Eafak%2BNakajima&fbclid=IwY2xjawLpgk1leHRuA2FlbQIxMABicmlkETEzaHVCUVVpcHpnRDJPcTROAR5gJt6EEMXXSZJQHvyDyswPTGriF5w8ri6h2t9Dhh5K548HInNUybZ2pWE5lA_aem_Z9oN0PgRtnqndzwOSAC7Ww

BİLGİDEN BİLGELİĞEDoç. Dr. Şafak NakajimaHayat bize pek çok şey öğretir. Ama öğrendiklerimizin hangisinin bizi gerçekten...
20/07/2025

BİLGİDEN BİLGELİĞE

Doç. Dr. Şafak Nakajima

Hayat bize pek çok şey öğretir. Ama öğrendiklerimizin hangisinin bizi gerçekten bilgeleştirdiği bambaşka bir konudur. Çünkü bilgelik, yalnızca başımızdan geçenlerin toplamı değildir. Yaşadıklarımız kadar, onları nasıl düşündüğümüz, nasıl içselleştirdiğimiz ve neye dönüştürdüğümüz belirleyicidir.

Hepimiz, mükemmel bir eğitime sahip olduğu için saygı duyduğumuz kişilerin nasıl dürtüsel, hatta erdemden uzak davranabildiklerini hayretle izlemişizdir. Ya da yaşı ilerlemiş, pek çok deneyimden geçmiş ama hâlâ topluma zarar veren, kendi hayatını da onurdan uzak ve yıkıcı bir şekilde sürdüren insanlara tanık olmuşuzdur. Ne bilgi ne de tecrübe tek başına yeterlidir; anlam arayışı ve vicdanla yoğrulmadıkça, ne eğitim ne de yaş almak bilgece bir hayata dönüşmez.

Bilgelik; bilgiyi, sağduyuyu ve deneyimi etik bir terazide tartarak kullanabilme becerisidir. Yani sadece akıllı olmak yetmez; yüreğini, vicdanını ve sezgilerini de işin içine katmak gerekir. Gerçekten bilge bir insan, olaylara çok yönlü bakabilir, insanları olduğu gibi görebilir ve hayatın zorlukları karşısında “çözülebilecek bir yol mutlaka vardır” diyebilecek kadar iyimser kalabilir. Ama bu iyimserlik saflıktan değil; görmüş geçirmiş olmanın getirdiği sabır, erdem ve zihinsel duruluğun sonucudur.

Konfüçyüs’ün çok bilinen bir sözü vardır: “Bilgeliği üç yolla öğrenebiliriz: Birincisi düşünerek – ki en asili budur. İkincisi taklit ederek – ki en kolay olanıdır. Üçüncüsü ise deneyimle – ki en acı olanıdır.” Gerçekten de bilgelik, çoğu zaman acının içinden süzülür. Ama herkesin acısı aynı yere varmaz.

Bilgece düşünmenin bazı yapı taşları vardır. Bu taşlar olmadan, bilgi karmaşaya; akıl kibire; deneyim ise sadece tekrara dönüşür.
Bunlardan ilki, dünyaya açık olmaktır. Farklı fikirleri, insanları, deneyimleri küçümsemeden, onları anlamaya çalışarak dinleyebilmektir. Yani “ben böyleyim” kalıbına hapsolmayan, “bizim zamanımızda…” diye başlayan cümlelerle düşünce evrenini daraltmayan bir zihinsel esneklik gerekir.

İkinci temel nitelik, insanlara dikkatle yaklaşmaktır. Yani gerçekten ne hissettiklerini, ne yaşadıklarını, ne anlatmak istediklerini anlamaya çalışmak… Bilge insan hızla yargılamaz; önce anlamaya yönelir.

Bir diğeri ise duygusal farkındalıktır. Bilge insanlar yalnızca başkalarının duygularını değil, kendi duygularını da tanır ve yönetebilirler. Kızgınken konuşmazlar, üzgünken kırmazlar. Dürtüyle karar almaz, pişmanlık doğuracak tepkiler vermezler. Empati kurabilir ama gerektiğinde sınır da çizebilirler.

Ve son olarak: yansıtıcılık… Bilge insan, yaşadıklarını sadece geçip giden olaylar olarak görmez; onlardan öğrenmeye çalışır. “Neden böyle oldu?”, “Ben bundan ne anladım?”, “Bir daha karşıma çıkarsa nasıl yaklaşırım?” diye sorgular. Çünkü yaşanan her şey, anlamlı kılınmadıkça yalnızca geçmiş olur, dönüşüm yaratmaz.

Bugün bilimsel sorgulama, önceliğini bilgi üretmeye vermiş durumda. Oysa artık daha köklü bir dönüşüme ihtiyaç var: Bilginin ötesine geçerek, kişisel ve toplumsal bilgelik arayışını merkeze alan bir düşünce biçimine…
Yaşadığımız pek çok toplumsal ve küresel sorunun gerisinde, bilgelik üretmeyi hedefleyen, akılcı ve vicdanlı bir düşünce geleneğini kuramamış olmamız yatıyor.

Akıl almaz adaletsizlikler, yaygın yolsuzluklar, halkın derinleşen yoksulluğa ve umutsuzluğa mahkûm edilmesi, kamusal değerlerin göz göre göre yok sayılması; yalnızca siyasi tercihlerle değil, aynı zamanda düşünsel ve ahlaki bir zafiyetle ilgilidir. Bu da bilgelik eksikliğinin, sadece bireysel değil, toplumsal çöküşü de nasıl beslediğini gösterir.

Daha insanca ve daha adil bir yaşam kurmak için düşünen bir anlayışa ihtiyacımız var. Ve bu anlayışı taşıyan insanları seçebilen bir topluma.
🌐 www.safaknakajima.com

VE SONRA...Doç. Dr. Şafak Nakajima“Mükemmel olduğunu gördüm ve bu yüzden seni sevdim.Sonra mükemmel olmadığını gördüm ve...
18/07/2025

VE SONRA...

Doç. Dr. Şafak Nakajima

“Mükemmel olduğunu gördüm ve bu yüzden seni sevdim.
Sonra mükemmel olmadığını gördüm ve seni daha çok sevdim.”
Angelita Lim

Birini ilk tanıdığımızda genellikle en ışıltılı yüzüyle karşılaşırız. Bizi etkileyen; belki zarafeti, zekâsı, tutumu ya da bakışları olur. İçten içe taşıdığımız "ideal insan" imgesine ne kadar yaklaşıyorsa, o kadar çabuk bağ kurarız. Çünkü çoğumuz, sevgiye hayranlıkla adım atarız. Farkında olmasak da.

Zamanla cilalı yüzey silinir. Yerini, iniş çıkışları, çelişkileri ve zaafları olan gerçek bir insan alır. O an bir eşiktir. Çünkü artık yalnızca güçlü yanlarla değil, kırılganlıklarla da yüz yüzeyizdir.
Aslında sevginin sınandığı yer tam burasıdır. Gerçek sevgi, yalnızca hayran olunacak yanlara değil; eksiklere, korkulara, tereddütlere de gönüllüce eşlik edebilmekle başlar. Birlikte kalmayı, yanında durmayı kendi irademizle seçebildiğimizde sevgi, duygudan çok bilinçli bir bağlılığa dönüşür.
Bir başkasını sadece hayal ettiğimiz haliyle değil, tüm gerçekliğiyle kabul edebildiğimizde ilişkimiz derinleşir. Mükemmel olanı sevmek kolaydır. Ama eksik yanlara rağmen kalmayı seçmek, köklü bir sevginin göstergesidir.

Gençlik, güzellik, başarı ya da kusursuzluk zamanla silinir. Ama insan, mükemmel olmadığı hâlleriyle de sevildiğini hissettiğinde, işte o zaman gerçekten sevilmiş olur.
🌐 www.safaknakajima.com

BİR ZAMANLAR TANIDIK OLANIN UZAKLIĞIDoç. Dr. Şafak NakajimaHayatınıza giren eski bir dost, sevgili, eş, kardeş, kuzen, s...
15/07/2025

BİR ZAMANLAR TANIDIK OLANIN UZAKLIĞI

Doç. Dr. Şafak Nakajima

Hayatınıza giren eski bir dost, sevgili, eş, kardeş, kuzen, sınıf arkadaşı, komşu ya da sıradan bir yabancı… Bazı insanlar sizde öyle bir yer edinir ki, varlıklarını sanki her zaman oradaymış gibi hissedersiniz. Onlarla geçirdiğiniz zaman, yalnızca anılardan ibaret değildir; sizin bakış açınızı, duygusal dünyanızı ve kimliğinizi şekillendirir.

Fakat zamanla bir şeyler değişir. Bir dönem aynı dili konuştuğunuz, aynı hayali kurduğunuz, sesindeki titreşimi bile ezbere bildiğiniz o kişi, bir gün karşınızda bambaşka birine dönüşür. Artık size yabancıdır. Bu dönüşüm genellikle ani olmaz. Sessiz, yavaş ve fark ettirmeyen bir uzaklıkla başlar.

Peki, size bu kadar yakın olan biri, nasıl olur da bir anda bu kadar uzak hissedilir? Her şey bir anda mı silinir gerçekten? Yoksa silinmez de, sadece içinizde başka bir yere mi taşınır? Unutmak bazen bilinçli bir karar, bazen zorunlu bir savunma, bazen de kendi hâlinde gelişen bir süreçtir. Ama ne olursa olsun, kolay değildir.

Eğer yaşamınızı bir dönem birine göre şekillendirdiyseniz, o kişi gitmiş olsa bile izleri sizde kolayca silinmez. Tıpkı iki maddenin birbirine temas ettiğinde artık eskisi gibi olamaması gibi… Siz de birbirinizle değişirsiniz. Ve bu değişimi, o olmayınca bir eksiklik gibi hissedersiniz.

Birlikte yürüdüğünüz sokaklarda, yenen yemeklerde, dinlediğiniz şarkılarda, sessizliğin ortasında o kişi hâlâ sizinledir. Onu gerçekten sevdiyseniz, tamamen gitmez. Belki adı, sesi ya da görüntüsü silinir; ama içinizde bıraktığı his bir yerde yaşamaya devam eder. Bazen özlem, bazen kırgınlık, bazen de ne olduğunu adlandıramadığınız bir duygu olarak.

Ve bazen, elinizden başka bir şey gelmediğinde, yokmuş gibi davranırsınız. Bu, güçlü olduğunuzu göstermez. Çaresizliktir aslında. Bu hayatta herkes sizin için bir zamanlar yabancıydı. Ama en yakınınızda duranların bile bir gün en uzak olabildiğini, şaşkınlıkla fark edersiniz.

Yollar ayrılır, sözler unutulur. Ama kim ne zaman size yabancılaşır, bunu zaman belirler. Tanıdıklık bazen bir seçimdir. Ama yabancılık çoğu zaman zorunlu bir kabuldür.

Peki siz… Gerçekten unuttunuz mu, yoksa sadece hatırlamamak için mi uğraşıyorsunuz?

🌐 www.safaknakajima.com

Bugün tesadüfen karşıma çıkan ve ekte paylaştığım video, Kürt meselesinin özünü ve insani boyutunu anlamak isteyen herke...
13/07/2025

Bugün tesadüfen karşıma çıkan ve ekte paylaştığım video, Kürt meselesinin özünü ve insani boyutunu anlamak isteyen herkes için değerli bir izleme deneyimi sunuyor. İnsanların dile getirdiği gerçek sorunlardan, doğrudan gözlemlenen yaşam koşullarına; yüzlerdeki ifade derinliğinden, samimi konukseverliğe kadar pek çok ayrıntı son derece etkileyici. Özellikle Hakkari bölgesinin büyüleyici doğası — uçsuz bucaksız vadiler, sarp dağlar, nehir boyları ve zamana direnen köyler — Kürt halkı için yalnızca bir yaşam alanı değil, aynı zamanda tarih, hafıza ve aidiyet duygusu taşıyor.

Ne var ki, böylesine derin bir insanlık meselesi, insani yönlerinden uzaklaştırılıp siyasi kurgulara malzeme hâline getirildiğinde, çözüm üretme ihtimali zayıflıyor. Oysa bu tür konulara yaklaşırken, stratejik hesaplardan önce vicdani, tarihsel ve sosyolojik bir farkındalık gerekir.

Birbirimizi anlamanın, birlikte yaşamanın, özgür ve insanca bir gelecek kurmanın yolu; önce insanı görmekten, ardından da o insanın toprağına, geçmişine ve hikâyesine saygı duymaktan geçer. Bu videoyu izlerken yalnızca bir "meseleyi" değil, onun içindeki hayatı, sesi ve sessizliği görmeye çalışın. Çünkü hakikat, en çok da görmeye cesaret edebildiğimiz yerde kendini gösterir.

Tıklayınız:
Hakkari'deki Kürt Köylülerinin Misafirperverliği ve Doğal Güzellikleri
Deniz Sarı
https://www.youtube.com/watch?v=X_oQS7zKqLc

Değerli okurlarım,12 yılı aşkın süredir bu mecrada birlikte düşünüyor, birlikte gelişiyoruz. Hekimlik, danışmanlık ve ya...
13/07/2025

Değerli okurlarım,

12 yılı aşkın süredir bu mecrada birlikte düşünüyor, birlikte gelişiyoruz. Hekimlik, danışmanlık ve yazarlık yolculuğumda; öğrenmeye, ilerlemeye ve akılcı düşüncenin bireysel ve toplumsal yaşama yön vermesi gerektiğine inançla yol alıyorum. Bu süreçte sizlerden gelen her bir geri bildirim, çalışmalarımın yönünü belirlemede her zaman çok değerli oldu.

Geçtiğimiz günlerde sizlere formatını danıştığım biyopsikososyal eğitim programına ilişkin yanıtlar, çoğunluğun coğrafi nedenlerle online grup çalışmalarına sıcak baktığını gösterdi. İstanbul’da bulunanlar içinse yüz yüze, küçük gruplarla bir araya gelme olanağı da söz konusu olabilir.

Bu çalışmalar interaktif ve katılımcı bir süreç gerektirdiğinden, kalabalık ve dışa açık seminerler biçiminde değil; mahremiyetin korunduğu, güvenli ve verimli küçük gruplar içinde yürütülecektir. Bu yapı, hem içeriğin derinleşmesini hem de katılımcının sürece daha aktif ve güvenli şekilde dâhil olmasını sağlayacaktır.

Yaz mevsiminin kalan günlerinde bu proje üzerinde yoğunlaşacağım. Hedefim, birkaç basamaklı bir program aracılığıyla:

Zayıf ve güçlü yönlerimizi tanımamıza,
Duygusal zekâmızı geliştirmemize,
Eleştirel düşünme becerisi kazanmamıza,
İlişkilerimizi daha sağlıklı bir zeminde yapılandırmamıza,
Sosyolojik imgelem ve felsefi sorgulama ışığında hayatımıza anlam ve yön kazandırmamıza katkı sunmak.

Çünkü inanıyorum ki bilinçli bireyler, ancak kendilerini tanıyarak ve dönüştürerek bilinçli toplumlar inşa edebilir. Dilerim bu hedefe giden yolda hepimiz kendi sorumluluğumuzu fark eder, üstlenir ve yaşama değer katan adımlar atabiliriz.

İlginiz, güveniniz ve eşlik eden varlığınız için gönülden teşekkür ederim.
Hepinize sağlıklı, dengeli ve anlamlı günler diliyorum.
Sevgilerimle,

🌐 www.safaknakajima.com

DUYGUSAL ZEKÂYA SAHİP MİSİNİZ?Doç. Dr. Şafak NakajimaHekimlik pratiğimde yıllardır gözlemlediğim bir gerçek var: Kendini...
12/07/2025

DUYGUSAL ZEKÂYA SAHİP MİSİNİZ?

Doç. Dr. Şafak Nakajima

Hekimlik pratiğimde yıllardır gözlemlediğim bir gerçek var: Kendini tanıyabilen, duygularını ifade edebilen, yaşadıklarını anlamlandırmaya çalışan, tutarlı ve istikrarlı kişiler hem bedensel hem de zihinsel olarak çok daha hızlı ve kalıcı bir iyileşme süreci yaşıyor. Tedavi ilkelerine daha sadık kalıyor, sürece daha yapıcı yaklaşıyorlar. Bu yüzden bir hastamı ilk kez değerlendirirken yalnızca semptomlarına ya da laboratuvar sonuçlarına değil, duygusal zekâsına da dikkatle bakarım.

Duygusal zekâ; kendini yönetebilme, ilişkilerde denge kurma, içgörü geliştirme ve yaşamı daha bilinçli sürdürebilme kapasitesidir. Bu yetkinliğe sahip olan insanlar, hem kendilerini hem başkalarını yaralamadan yaşarlar.

Ve evet, onlar birçok açıdan farklıdır. Hissettiklerinin gerçeğin tamamı olmadığını bilirler. Verdikleri tepkinin çoğu zaman dış koşullardan çok kendi iç dünyalarından kaynaklandığını fark ederler. Suçlamak yerine sorumluluk alır, “Bu bana neden böyle dokundu?” diye kendilerine sorarlar. Çünkü bilirler ki, kontrol edebilecekleri tek yer kendi içleridir.

Geleceği planlarken geçmişin tekrarına düşmemeye özen gösterirler. Ne istediklerini sorgularken, aslında neye ihtiyaç duyduklarını da ayırt edebilmeye çalışırlar. Korktuklarında, bunun yanlış bir yolda olduklarını değil; tam tersine, istedikleri ama cesaret gerektiren bir şeye yaklaştıklarını gösteren bir işaret olabileceğini bilirler. Korkularını bastırmak yerine, onlarla yüzleşmeyi seçerler.

Mutluluğu sürekli bir neşe hali olarak görmezler. Yaşamın tüm duygularına yer açabilmeyi asıl denge olarak kabul ederler. Kimi gün dururlar, susarlar, ağlarlar... ve bunun da hayatın doğal bir parçası olduğunu bilirler. Zihnin oyunlarına kolay teslim olmazlar. Nereden geldiğini bilmedikleri düşünce kalıplarını sorgular, kendi zihinsel yapılarını adım adım inşa ederler. Onlar için zihinsel temizlik de bir tür öz bakım biçimidir.

Duygusal zekâ, duyguları bastırmak değil; onları tanımak ve uygun zamanda, uygun şekilde ifade edebilmektir. Bir hissi doğru yerde dile getirecek kadar güçlü, acele etmeyecek kadar sakindirler. En zorlu duygulardan bile kaçmazlar. Bilirler ki hiçbir duygu sonsuz değildir. O an geçer... ve insan, geçtikçe biraz daha büyür.

İlişkilerde seçicidirler. Herkese kendilerini açmazlar ama kimseye küçümseyerek de bakmazlar. Nezaketlerini kaybetmeden sınır çizebilirler. Kötü bir günü tüm hayata genellemezler. İnsan olmanın bazen kırılmak, bazen yorulmak ama sonunda yeniden ayağa kalkmak olduğunu hiç unutmazlar.

İşte kısaca böyle!

Peki siz, bu yazıda söz ettiğim duygusal zekâ alanlarının hangilerinde kendinizi yeterli hissediyorsunuz? Hangileri sizin için daha zorlayıcı?

🌐 www.safaknakajima.com

SİZİN YAZINIZ NASIL GEÇİYOR?Doç. Dr. Şafak NakajimaYaratıcı zekâsıyla tanınan halkımız, son zamanlarda “Nasılsın?” sorus...
11/07/2025

SİZİN YAZINIZ NASIL GEÇİYOR?

Doç. Dr. Şafak Nakajima

Yaratıcı zekâsıyla tanınan halkımız, son zamanlarda “Nasılsın?” sorusuna şöyle cevap veriyor:
“Memleket gibiyim.”

Bu söz artık sadece bireysel bir serzeniş değil; kolektif bir ruh halinin kısa özeti.
Zihinsel yorgunluk, duygusal dalgalanmalar, geleceğe dair belirsizlik ve zaman zaman içimizi kaplayan o tanımlanamayan huzursuzluk…
Sanki herkes, ülkenin halet-i ruhiyesini kendi içinde taşıyor.

Toplumsal süreçlerin insanın zihnini, bedenini ve ilişkilerini doğrudan etkilediği, bilimsel olarak da ortaya konmuş bir gerçektir.
Bir ülkede siyasi, ekonomik ve kültürel dengeler bozulduğunda, bireyin yaşama sevinci zayıflar. Umut yerini karamsarlığa, hareket isteği yerini tükenmişliğe bırakır.
Ve zamanla bu hâl, hem bedeni hem ruhu yıpratan bir duyguyu besler:
Çaresizlik.

Çaresizlik, insanın olup biteni değiştirme gücünü yitirdiğine inanmasıdır.
Ne yapsa boş, ne söylese etkisiz, ne beklese beyhudedir ona göre...
Bu inanç sadece eylemi değil; hayal etme, bağ kurma ve direnç gösterme becerisini de köreltir.
Üstelik bu insanlık hâlleri, çoğu zaman sistem tarafından bir “bozukluk” gibi tanımlanır; bireyselleştirilir, patolojikleştirilir ve ilaçlarla bastırılmaya çalışılır.

Peki, böyle bir ortamda zihinsel ve bedensel sağlığımızı nasıl koruyacağız?

Her şeyden önce şunu kabul etmeliyiz:
Zihinsel iyilik hâli yalnızca bireysel düzlemde sürdürülemez.
Eğer sağlıksız bir sistemin içinde yaşıyorsak, psikolojik dayanıklılığımız yaşama bakış açımıza, değerlerimize, etik duruşumuza yakından bağlıdır.
Biliyorum ki siz de bunun farkındasınız.
Felsefi ve sosyolojik çözümlemelerime gösterdiğiniz büyük ilgi, bu ihtiyacı ne kadar derinden hissettiğinizi gösteriyor.

Stoacılık, bu çağda yeniden hatırlamamız gereken bir düşünce geleneği.
Yazılarımda ve kitaplarımda sıkça yer verdiğim bu felsefe, kontrol edemediklerimize karşı sükûneti; kontrol edebildiklerimize karşı ise sorumluluğu önerir.
Dünyayı bir günde değiştiremeyiz ama zihnimizi, tepkilerimizi ve değerlerimizi yeniden inşa edebiliriz. Bu da bir tür içsel özgürlük sağlar.

Epiktetos şöyle der:
“İnsanları olaylar değil, olaylara dair düşünceleri sarsar.”
Bu nedenle zihinsel sağlığımız, yalnızca yaşadıklarımızla değil; onlara yüklediğimiz anlamlarla da şekillenir.

Bir diğer önemli dayanak ise eleştirel düşünceyi canlı tutmaktır.
Olan biteni sorgulamak, dedikodu yerine analize; propaganda yerine bilgiye yönelmektir.
Guy Debord’un “gösteri toplumu” olarak tanımladığı dünyada boğulmamak için hakikatin izini sürmemiz gerekir.
Çünkü gerçekle kurulan bağ, hem aklı hem ruhu besler.

Ve belki de en önemlisi: Değer temelli bir yaşamı seçmektir.
Düzen yozlaşabilir. Ama biz dürüst kalabiliriz.
Merhametli, nazik, adil, ölçülü olabiliriz. Çünkü erdem, dış koşullara değil; iç duruşumuza bağlıdır.

Bu yüzden entelektüel direnç sadece bir okuma alışkanlığı değil; etik bir kararlılık, düşünsel berraklık ve vicdani bir yöneliştir.
Zihni canlı, kalbi diri tutan da budur.
Tüm bunlar öğrenilebilir.

Tam da bu nedenle, önümüzdeki sonbaharda, insanı biyolojik, psikolojik, sosyal ve felsefi yönleriyle bir bütün olarak ele alan bir eğitim programı başlatmayı planlıyorum.

Beyin-beden ilişkisi, bütüncül sağlık anlayışı, duygusal farkındalık, eleştirel düşünme becerileri, ilişkilerde denge, yaşamın anlamını bilim ve felsefeyle sorgulama gibi başlıklarla çok katmanlı bir yapı düşünüyorum.
Amacım yalnızca bilgi paylaşmak değil; bireyin kendini, ilişkilerini ve dünyayı daha derinlikli kavramasına alan açmak.

Böyle bir programın size yararlı olacağına inanıyor musunuz?
Katılım şekli nasıl olmalı: Yüz yüze mi, online mı?
Bireysel mi, grup temelli mi?
İçerikte özellikle yer almasını istediğiniz konu başlıkları var mı?

Görüşleriniz, bu çalışmayı daha işlevsel ve anlamlı hâle getirmem için gerçekten değerli.
Belki de birlikte, bu zor zamanlarda bile beden, akıl ve değer ekseninde sağlam kalmanın yollarını arayacağımız bir yolculuğa çıkacağız.

🌐 www.safaknakajima.com

İLİŞKİLERDE TIKANDIĞINIZI MI HİSSEDİYORSUNUZ?Doç. Dr. Şafak NakajimaHiçbir ilişki mükemmel değildir. Zamanla bazı konula...
10/07/2025

İLİŞKİLERDE TIKANDIĞINIZI MI HİSSEDİYORSUNUZ?

Doç. Dr. Şafak Nakajima

Hiçbir ilişki mükemmel değildir. Zamanla bazı konular tekrar tekrar gündeme gelir; bazı duygular ise dile getirilemeden içimizde birikir. Böyle dönemlerde, sorunlar büyümeden önce fark edilip ele alınması, ilişkide yeniden denge kurulması açısından büyük önem taşır. Bu noktada profesyonel destek almak akılcı bir adım olabilir.

Biyopsikososyal ilişki ve aile danışmanlığı, geçmiş travmaların farkına varmakla birlikte esas olarak bugünü anlamaya ve yarına nasıl birlikte yürüneceğini planlamaya odaklanır. Bu yaklaşım, çiftlere hem bireysel hem de ilişkisel farkındalık kazandırmayı hedefler.

Klasik danışmanlık yaklaşımlarından farkı, yalnızca psikolojik dinamiklere ya da geçmişe takılı kalmamasıdır. Biyopsikososyal model, ilişkiyi dört boyutta değerlendirir:
• Bedensel sağlık
• Psikolojik yapı
• Sosyal çevre
• Yaşam felsefesi ve değerler

Bu bütüncül bakış, daha gerçekçi ve kalıcı çözümler üretir.

Amaç; ilişkide neyin zorlayıcı olduğunu görebilmek, her iki tarafın ihtiyaçlarını anlamak ve birlikte çözüm yolları geliştirebilmektir. Tıpkı bir bahçeyle ilgilenmek gibi… Emek ister, ilgi ister, anlayış ister. Ancak karşılıklı çabayla o bahçe yeniden çiçeklenebilir.

Peki bu danışmanlık süreci size neler kazandırır?

İletişim problemlerini fark etmenize ve sağlıklı biçimde çözmenize destek olur.

Değerlerinizin ve gelecek planlarınızın ne ölçüde örtüştüğünü birlikte değerlendirme imkânı sunar.

Suçlamak yerine anlamayı, savunmak yerine dinlemeyi öğretir.

Yıpranmış ilişkilerde güveni yeniden inşa etmek için yapılandırılmış bir yol haritası oluşturur.

En önemlisi de, bireysel gücünüzü ve ilişkideki etkin rolünüzü fark etmenizi sağlar.

Unutmayın, bu süreç bir terapi değil; çözüm ve hedef odaklı bir yeniden yapılanmadır. Elbette geçmişin izleri de görülür ama esas amaç, bugünü daha sağlıklı kurmak ve geleceğe birlikte umutla bakabilmektir.

Bilgi için:
☎️ 0552 223 98 97
🌐 www.safaknakajima.com

MUTLU BİR TOPLUM OLMAKDoç. Dr. Şafak NakajimaToplumsal düzenin adil, sürdürülebilir ve huzurlu bir yapıya ulaşması, devl...
09/07/2025

MUTLU BİR TOPLUM OLMAK

Doç. Dr. Şafak Nakajima

Toplumsal düzenin adil, sürdürülebilir ve huzurlu bir yapıya ulaşması, devletin nasıl işlediğiyle doğrudan ilgilidir. Tarih boyunca güçlü medeniyetlerin çöküş nedenlerine bakıldığında iki temel zayıflık dikkat çeker: İnanç temelli kuralların siyasete yön vermesi ve kamusal kaynakların dar bir kesimin çıkarına sunulması. Bu durumlar halkın iradesini, özgürlüğünü ve refahını ciddi biçimde zedeler.
Gerçek anlamda mutlu ve sağlıklı bir toplum için devletin hem seküler hem de sosyal bir yapıya sahip olması şarttır.

1. Sekülerlik: Aklın ve Özgürlüğün Teminatı

Sekülerlik, sıkça sanıldığı gibi inançsızlık anlamına gelmez. Aksine, seküler devlet inanç özgürlüğünü korur. Ne dini dayatır ne de inancı baskılar. Devletin herhangi bir mezhebe ya da inanç grubuna göre değil, akıl ve eşit yurttaşlık temelinde yönetilmesini sağlar.

Orta Çağ Avrupa’sında Katolik Kilisesi’nin siyasal gücü bilimi ve düşünceyi baskı altına almış; Galileo ve Kopernik gibi bilim insanlarının görüşleri inançla çatıştığı gerekçesiyle susturulmuştu. Osmanlı’da da benzer biçimde, matbaanın yüzyıllarca gecikmesi, halkın bilinçlenmesinin önüne geçmiş, çok büyük bir zaman kaybına yol açmıştı.

Sekülerleşme süreci, toplumsal düzenin dini referanslardan ayrılarak akıl, deneyim ve insan emeği temeline kaymasını sağlayarak Endüstri Devrimi’nin hem zihinsel hem de kurumsal zeminini hazırladı. Modern demokrasilerin çoğu, bu temeller üzerine kuruldu. Fransa’nın 1905 tarihli Laiklik Yasası, dinin kamu hizmetlerinden ayrılmasını yasal güvenceye bağladı ve yurttaşlık bilincini güçlendirdi.

2. Sosyal Devlet: Eşitlik ve onurlu Yaşam Hakkı

Sosyal devlet, yalnızca yasal özgürlüklerle değil; bireylerin temel ihtiyaçlara ulaşma hakkıyla da ilgilidir. Eğitim, sağlık, barınma ve çalışma gibi alanlar, bireyin olduğu kadar, toplumun geleceğini de şekillendirir.

Endüstri Devrimi sonrasında Avrupa'da büyük kentlerde yaşanan yoksulluk ve güvencesizlik, sosyal devlet anlayışının zorunlu hâle getirdi. 19. yüzyılda işçilerin uzun saatler çalıştırılması, çocuk emeği ve iş kazalarının yaygınlığı, yaygın tepkiler doğurdu. Karl Marx, bu süreçte kapitalist üretim ilişkilerini eleştirerek emek mücadelesine teorik bir temel sundu; fikirleri yalnızca devrimci çevreleri değil, reformist devlet politikalarını da etkiledi.

Artan toplumsal baskılar karşısında Almanya, 1883’te ilk sosyal sigorta sistemini hayata geçirdi. Böylece Alman Sağlık Sigortası Yasası, modern sosyal güvenlik sistemlerinin öncüsü oldu. Marx’ın etkisi, sosyalist olmayan ülkelerde de sendikal hakların tanınması, çocuk emeğinin sınırlandırılması, asgari ücret ve çalışma saatleri düzenlemeleri gibi reformlarda kendini gösterdi. Emeğin bir piyasa nesnesi değil, insanca yaşamın temeli olarak ele alınmasında onun katkısı büyüktür.

1980 sonrası Latin Amerika’da uygulanan neoliberal politikalarla birlikte kamu hizmetlerinin özelleştirilmesi, temel hizmetlere erişimi sınırlandı; gelir eşitsizliklerini büyüttü. Benzer süreç Türkiye’de de yaşandı. 24 Ocak kararları ve ardından gelen dönemde KİT’lerin özelleştirilmesi hızlandı; eğitim ve sağlık giderek özel sektörün ağırlığına bırakıldı.

Bir zamanlar geniş kitlelere açık olan devlet hastaneleri, randevu bulmanın güçleştiği alanlara dönüştü; özel hastaneler ise artan maliyetleriyle orta sınıfı zorlamaya başladı. Eğitimde ise nitelikli hizmete ancak özel okul ve dershane aracılığıyla ulaşılabilmekte, bu da eşitsizliği daha da derinleştirme.

3. Seküler ve Sosyal Yapı Birlikte Olmalı

Mutlu bir toplum için ne sadece sekülerlik ne de yalnızca sosyal politikalar yeterlidir.

İran, sosyal yardımlar sunsa da bu hizmetler ideolojik çerçevede sunulur ve bireysel özgürlüklerle desteklenmez.
Çin, yoksulluğu azaltmaya yönelik geniş çaplı sosyal politikalar uygular; ancak bu hizmetler sıkı siyasi denetim altında, sınırlı ifade özgürlüğüyle birlikte yürütülür.

Öte yandan ABD gibi bazı Batı ülkelerinde laiklik güçlüdür; din ve devlet işleri kesin hatlarla ayrılmıştır. Ancak sağlık hizmetlerine ya da barınma hakkına erişim, özellikle düşük gelirli gruplar için ciddi sorun oluşturur.

Gerçek anlamda insana yakışır bir düzen; hem özgürlükleri güvence altına alan hem de temel ihtiyaçları karşılayan bir devlet yapısıyla mümkündür.

Kant’ın ifadesiyle: “İnsan bir amaçtır, araç değil.”
Devletin temel görevi, bu ilkeye uygun bir sistem inşa etmektir.

🌐 www.safaknakajima.com

Address

Tesvikiye

Alerts

Be the first to know and let us send you an email when Doç. Dr. Şafak Nakajima posts news and promotions. Your email address will not be used for any other purpose, and you can unsubscribe at any time.

Share

Category